
Kapitalist sistemde burjuvazi daha fazla kâr için her türlü yol ve yönteme başvurur. Bu amaçla, yeni pazarlar yaratabilmek için yeni “ihtiyaçlar” üretilir ve bu temelde hummalı bir üretim başlar. Kapitalizmde birincil olan kârlılıktır; toplumun ihtiyaçları ise tâlidir. En temel ihtiyaçlardan olan beslenme de, kapitalistler için muazzam bir kâr kaynağı anlamına gelmektedir. Yani milyarlarca insan yoksulluk içindeyken, bu sektörde faaliyet gösteren kapitalistlerin derdi açların karnını doyurmak ve insanların daha sağlıklı beslenmesine yardımcı olmak değildir. Dünya nüfusunun önemli bir bölümü açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranırken, burjuvazi yeni pazar alanları yaratmanın derdindedir. Bu yönde yapılacak AR-GE çalışmaları için milyarlarca dolar harcanır. Kapitalistler yeni pazar alanları için yaptıkları AR-GE çalışmalarının yanı sıra, üretilen metaların bu pazarlardaki hedef kitle için cazip kılınması amacıyla da çeşitli araştırmalar yapıyorlar. Hatta bu çalışmaların kapitalist üretim sürecinde çok büyük bir yer tuttuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü metaların pazarda daha fazla alıcı bulması için, yeterli alım gücüne sahip olanların bu metaları satın almak üzere şartlandırılmaları gerekiyor. Laboratuvarlarda insanlığın ihtiyaçları için değil, kapitalistlerin çıkarları için araştırmalar yapılıyor. Sınıf bilincine sahip olmayanlara “bu kadarı da olmaz, abartmayın” dedirtecek uygulamalar, aslında paraya tapan kapitalistlerin sıradan uygulamalarına dönüşmüş durumda. 1845’te Engels Manchester’ın işçiler açısından ne kadar sağlıksız bir kent olduğunu anlattığında, “ama yine de buradan epey para kazanıldı” diyen burjuvanın ahlâkı ve anlayışıyla bugünün burjuva anlayışı ve ahlâkı arasında bir fark yoktur. Hatta gelişen teknoloji ile birlikte burjuvazinin kâr için yapacaklarının sınırları da genişlemiştir. Beslenme alışkanlıklarımız bugün geçmiştekine göre oldukça değişmiştir. Tarım öncesi topluluklarda insanlar avcılık ve toplayıcılıkla geçiniyorlardı. Tarım devrimiyle birlikte, beslenmede karbonhidrat oranı arttı. Endüstri devrimi ise modern insanın enerji kaynaklarında daha büyük değişimleri başlattı. Kapitalist üretimin küresel hale gelmesiyle birlikte bu köklü değişimler tüm dünyaya yayıldı. Modern kentlerde biriken insanların beslenme alışkanlıkları da bu doğrultuda değişti. Zamanın çok büyük kıymet kazanmasıyla birlikte, yemek yapmaya ve yemek yemeye ayrılan zaman da kısaldı haliyle. Ülkeden ülkeye birtakım değişiklikler göstermekle birlikte günümüz dünyasında kentlerde fast food yemek kültürü egemen oldu. Hamburgerler, patates kızartmaları, gazlı içecekler çoğu insan için sofraların vazgeçilmez tadı haline geldi. Elbette bu vazgeçilemezliğin sebebi, beslenme alışkanlıklarında ve damak tadında planlı çalışmalar sonucunda ortaya çıkan değişimlerdir. Kapitalizmde tam bir tüketim toplumu yaratabilmek için her şey mubahtır. Tüketimin en çok olduğu alanlardan birisi olan gıda sektörü de bundan nasibini almaktadır. Daha bebek yaştayken fast food ve abur cuburlar için uygun damak tadı oluşturuluyor. Özellikle çocuklar, yağ, şeker ve tuz miktarı bakımından insan vücudu için gereğinden fazlasını içeren ve haliyle sağlığa zararlı olan yiyeceklere alıştırılıyor. Bunun için yiyeceklerin bileşiminde hangi maddelerin yer alması gerektiğine dair büyük araştırmalar yapılıyor. Bu araştırmalarla keşfedilen kimyasalların gıda ürünlerinde kullanılması sonucunda bazı yiyecekler bağımlılık yapıyor. Yapılan bir deney, abur cuburların nasıl bir bağımlılığa sebep olduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Deneklerden birisi sadece sağlıklı yiyeceklerle besleniyor; ikincisi çoğunluğu sağlıklı yiyecekler; üçüncüsü ise sadece abur cubur yiyor. Denekler yemek yedikleri esnada ayaklarına elektrik veriliyor. Sadece sağlıklı beslenen denek yemeyi hemen durdurarak tepki veriyor. İkincisi bir süre sonra yemeye son verirken, üçüncüsü elektriğe tepki vermeyip yemeğe devam ediyor. Dev tekellerin istediği, mümkün olduğunca çok insanı tam da bu üçüncü denek gibi her şeye rağmen tüketmeye endekslenmiş hale getirmektir. Daha çok insanın daha çok tüketmesi gerekiyor ki üretilen kolalar, hamburgerler, cipsler paraya dönüşsün ve tekellerin kasalarını doldursun. Sadece Coca Cola’nın ürünleri günde 1,9 milyar bardak tüketiliyor. Türkiye’de tüketilen yıllık kola miktarı 3 milyar litreye yakın. McDonalds 118 ülkede yer alan 33 binden fazla restoranıyla günde 62 milyon kişiye hamburger satıyor. Bu 24 milyar dolarlık gelir anlamına geliyor. İçecek ve yiyecek tekellerinin başını çeken Coca Cola ve McDonalds’ın yanı sıra, Pepsi, Burger King gibi çok sayıda firma yer alıyor bu sektörde. Elde edilen muazzam kâra rağmen hepsi de kârlarını arttırmanın yollarını arıyor. Pastadan büyük payı kapmak için yarışıyorlar. Bir taraftan “en iyisi biziz” algısını yaratmak için milyarlarca dolar reklâma harcanırken, diğer yandan da tüketimi arttırıcı yöntemler üzerine çalışmalar yapılıyor. Daha büyük şişeler, ekstra büyük menüler, süper boy cipsler daha fazla ürün satmanın en basit yöntemlerinden. Fast food restoranlarının ortaya çıkışından bu yana porsiyonlar beş katına çıkmıştır. Açıldıktan sonra kısa sürede tüketilmeyince bozulan veya “lezzeti” azalan gıda ürünlerinin açıldığında tüketilmesi alışkanlık haline geliyor. Böylece normalden çok daha fazla bir tüketim gerçekleşmiş oluyor. Örneğin McDonalds veya Burger King’e giden bir müşteri “1 liraya büyük boy ister misiniz?” sorusuna muhakkak muhatap olur. Bu cazip teklife karşı koyamayan müşteri aslında normal bir porsiyonla ihtiyacını karşılayacakken, daha fazlasını tüketerek firmaya kâr ettirirken kendi sağlığına zarar veriyor.