
İktidar sahipleri ve sözcüleri totaliter tek adam rejiminin yerleştirilmesi doğrultusundaki gelişmeleri, Suriye topraklarına yapılan askeri müdahaleyi, ülkede ve bu yayılmacı macerada gün be gün yaşanan ölümleri savunup meşrulaştırmaya çalışırken, durumun gerekleri yüzünden bu gelişme ve sonuçların doğduğunu ileri sürüyorlar. Bu yolda sıkça kullandıkları bir klişe var: “Ufak tefek sorunlara takılmamak, büyük resmi görmek lazım!” Velhasıl bir “büyük resim”dir gidiyor. Söz konusu zevat bu “büyük resimle” çoğunlukla dünyada ve bölgede işleyen büyük ölçekli jeopolitik gelişmelere bir gönderme yapıyorlar. Bunu yaparken de bolca “üst akıl”dan dem vuruyorlar. Türkiye’nin kuşatılmakta olduğunu, savaşmanın, Suriye’deki asker ölümlerinin kaçınılmaz olduğunu, ülke içindeki bombalamaların, silahlı saldırıların normal olduğunu, bunlara alışmamız gerektiğini telkin ediyorlar. OHAL kararnameleriyle ülkede demokratik hak kırıntılarının birer birer ortadan kaldırılması, yüz binlerce insanın sorgusuz sualsiz işinden ve mesleğinden edilmesi, on binlerce insanın hapislere tıkılması, ağlayan anaların sayısının hızla artması, politik ve toplumsal gerilimin tırmanması, reel ücretlerin düşmesi, hayat pahalılığının artması karşısında kimsenin ses çıkarmaması için, adeta bir tılsımlı söz olarak “büyük resim” deniyor ve akan sular duruyor. “Ülke için”, “geleceğimiz için”, “darboğazı atlatmak için” zorluklara göğüs germe, külfete katlanma edebiyatı yapıyorlar. Ülkenin bekası tehlikedeyken kesimsel, kişisel çıkarları ön plana çıkarmamak gerekir demeye getiriyorlar. Geçtiğimiz günlerde yaşanan son bir örnekte, binlerce metal işçisinin en temel hakkı olan grevleri böylesi bir atmosfer içinde yasaklandı. Her ne kadar, çok somut ve doğrudan zarar gören emekçiler öfkelenseler de, sonuçlarını bu denli dolaysız ve keskin biçimde yaşamadıkları ölçüde, geniş emekçi yığınlar bu dolandırıcı söylemin etkisi altında kalmaktadırlar. Oysa “büyük resim” kılığı altında pazarlanan politikalarla işçi-emekçilere çoğu durumda büyük acılar, büyük yoksunluklar düşerken, bunun propagandasını yapan iktidar sahibi kapitalist sınıfın payına büyük servetler, büyük menfaatler düşer. Yoksul yığınlar dinsel propaganda başta olmak üzere türlü yöntemlerle fedakârlık yapmaya özendirilirken, efendiler Tevfik Fikret’in ünlü şiirinde dendiği gibi “han-ı iştiha” içinde yaşamaya, gemilerini yürütmeye devam ederler. Özetlemek gerekirse, “büyük” dedikleri resimle aslında toplumun sadece küçük bir azınlığını oluşturan belirli sermaye kesimlerinin dar çıkarlarını adlandırıyorlar. Bu çıkarlar toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan geniş emekçi sınıfların aleyhine işleyen çıkarlardır. Geniş işçi-emekçi yığınlar hâkim burjuva kesimlerin bu çıkarlar doğrultusundaki politikalarına ve uygulamalarına geçit verdikleri ölçüde bu onlara daha fazla can, daha fazla kan, daha fazla yoksulluk ve sefalete mal olacaktır, olmuştur. “Büyük resimler” peşinde çıkarılan savaşlarda, girişilen emperyalist maceralarda hayatlarını yitirenler, yakınlarını kaybedenler yoksul emekçilerdir. Savaş naraları atan burjuvalar, iktidar sahipleri sefahatlerini sürmeye devam ederler. “Kemer sıkmamız lazım” dendiğinde kemerleri sıkılanlar, bu sözü dillerinden düşürmeyenler değil, üç buçuk tayına mahkûm yaşayan emekçilerdir. Egemenler fedakârlık duygusu ve bilincinin asıl olarak yoksul emekçi yığınlarda olduğunu iyi biliyorlar ve buna hitap etme gayretindeler. Sömürülen yoksul emekçi kitleler gerçekten de özü kolektivist-dayanışmacı olan bu duyguların adeta sonsuz rezervine sahiptirler. Doğrusu işçi sınıfının kendini ezen ve sömürenler için yaptığı fedakârlıklar, onlara gösterdiği “hayırseverlik” ve tolerans korkunç denebilecek denli engindir. Bilinçli bir işçi olan Robert Tressell’in yüz yıldan uzun süre önce tam da isyan ettiği bu durum nedeniyle yazdığı ve işçi edebiyatının klasiklerinden olan romanın adı Baldırı Çıplak Hayırseverler’dir. “Büyük resim” mecazının ikinci bir ayağı ya da biçimi daha var. O da yine egemenlerin emekçi kitleleri büyük hedeflerle ayartmaya çalışmasıdır. Genellikle fedakârlık talebi ile büyük ideal ve hedefler şeklinde sunulan “cennet vaadi” iç içe çıkar karşımıza. Darboğazdan çıkmak için fedakârlık yapacağız, sonra varacağımız yer sıradan bir yer değil, cennet olacak! Bugünün Türkiye’sinde, “büyük Türkiye,” “yeni Türkiye” gibi sloganlarla dile getirilen ve Osmanlı’nın şaşaalı zamanlarına sıkça yapılan göndermelerle bezenen şey de benzer bir örnek oluşturmaktadır. Keza “bölgede bizim de sözümüz geçer”, “bizden bağımsız kimse bölgede dizayn yapamaz” gibi söylemlerle propagandası yapılan maceracı emperyalist yeni Ortadoğu politikası da. Gerçi bu politika ve söylem son zamanlarda, büyük oranda savunmacı ve alarmist bir politika ve söyleme (“etrafımız kuşatılıyor!”, “dışarıda müdahale etmezsek ülkemizi kaybedeceğiz!”) dönüşmüştür. Ancak her halükârda özü emperyalist olan bu politikanın emekçi kitleler açısından sonucu değişmemektedir: Ölüm, yıkım, sefalet, acılar onlara tahvil edilmiştir. Geçmişte Hitler de Alman işçi sınıfına bir “büyük resim” propaganda etmiş ve sonunda, çaresizleşmiş işçi sınıfının önemlice bir bölümünün rızasını kazanmasında bu önemli bir rol oynamıştı. Onun sunduğu sözde büyük resim de aynı Türkiye’nin bugünkü egemenlerinin sunduğuna benzer biçimde yayılmacı-işgalci emeller peşinde koşan ve “büyük Almanya”yı yaratmayı içeren bir büyük resimdi. Başka ülkeler ve halklar üzerinde tahakküm kurulacak, bu halklar da sömürülecek ve onların ürettikleri zenginliklere ortak olunacak… Ağır kriz koşulları altında kıvranan ve büyük örgütleri faşizm tarafından ezilen Alman işçi sınıfı çaresizlik içinde bu gidişe razı edilmiştir. Bu büyük cennet vaadinin sonunda milyonlarca yoksul Alman emekçisi can vermiş, açlık ve sefalet içinde kıvranmıştır. Elbette bedel ödeyenler sadece Alman emekçiler olmamış, başta Rus emekçiler olmak üzere milyonlarca Avrupalı emekçi ve dünyanın başka bölgelerinden emekçiler de can vermişlerdir. Kültür ve uygarlığın ana dinamosu konumundaki kıta olarak Avrupa ağır bir yıkım yaşamış, tarifi zor bir perişanlık Avrupa’yı kasıp kavurmuştur. Benzer bir örnek bu toprakların tarihinden de verilebilir. Osmanlı’nın son döneminde iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki, sonunda Enver Paşa öncülüğünde ülkenin ezilen ve sömürülen emekçi yığınlarını benzer bir büyük resim doğrultusunda aldatmaya ve ölümlere sürmeye kalkışmıştı. Sözümona Osmanlı yeniden ayağa kaldırılacak ve eski şaşaalı günlerine geri döndürülecekti. Bunun için de emperyalist paylaşım savaşında yer alınmalı ve yeni fetihler yapılmalıydı. (Aslında bugünkü iktidarın bu bağlamdaki politikalarını “Enverist” diye nitelemek hiç de yanlış olmayacaktır.) Yüz binlerce yoksul emekçinin can verdiği maceracı girişimler sonunda geriye, mevcut olduğu kadarıyla Osmanlı bile kalmamıştı. Osmanlı’nın son dönem egemenlerinin tüm bu ihtiraslı maceralarının sonunda, açlık, yoksulluk, sefalet, başta Anadolu olmak üzere tüm Osmanlı coğrafyasını bir lanet gibi sarmıştı. Buradaki “büyük resim” yoksul emekçiler için bir büyük yıkımdan, bir büyük kâbustan başka bir şey olmamıştı. Özellikle Anadolu’nun gayrimüslim halkları ağır kırımlara uğratılmış, yerlerinden yurtlarından edilmişlerdi.