Radikal İslamcı El-Şebab örgütü, Aralık ayı başında Kenya’da 36 madenciyi kurşuna dizerek katletti. Bu olaydan bir hafta kadar önce ise bu örgüt, bir otobüsü durdurarak yine Müslüman olmayan 28 yolcuyu katletmişti. “İslami terör” meselesi, tamamının Hıristiyan olduğu madencilerin katledilmesiyle yeniden Kenya’da gündeme taşındı. Kenya 2011 yılında Somali sınırına asker gönderme kararı almış ve Afrika Birliği Misyonu’nda (AMISOM) ön saflarda yer alarak savaşmıştı. Kenya, bu girişiminden beri Somali merkezli El-Şebab örgütünün saldırılarının hedefi haline geldi. Radikal İslamcı örgütün 2013 yılında Kenya’nın başkenti Nairobi’de bir AVM’ye düzenlediği baskın hatırlanabilir meselâ. Bu baskında El- Şebab, zengin bir semtte bulunan AVM’yi 4 gün boyunca işgal etmiş ve 67 kişiyi katletmişti. Örgüt, gerçekleştirdiği saldırıların Somali’ye asker gönderme kararına misilleme olduğunu duyurdu. Son dönemde özellikle Hıristiyan işçilerin katledilmesi dikkat çekicidir. Gerçekleştirilen madenci katliamı sonrasında işçiler, çeşitli yürüyüş ve eylemlerle Kenyatta hükümetini protesto ettiler. Baskılar sonucu içişleri bakanı ve emniyet müdürü istifa etmek zorunda kaldı. İstifaları onaylayan Kenyatta ise halka birlik olma çağrısı yaptı ve “terörle mücadelede tereddüt yok” diyerek nüfusunun %83’ünün Hıristiyan olduğu ülkede kitlelerin öfkesini yatıştırmaya çalıştı. Bu arada fırsattan istifade, baskı yasalarını da ağırlaştırdı. El-Şebab’ın gerçekleştirdiği saldırılar Kenyatta hükümetini zora sokmuş durumda. Bu arada, Kenya’da askeri birlikleri bulunan İngiltere, ABD ve BM, El-Şebab’ın gerçekleştirdiği saldırılardan ve dolayısıyla sıcak bakmadıkları Kenyatta yönetiminin zora girmesinden faydalanarak askeri güçlerini tahkim ediyorlar. Batılı emperyalistler, radikal İslamcı örgütler saldırılarını arttırdıkça sözümona terörle mücadele gerekçesiyle daha da tahkim ettikleri askeri güçlerinin varlığına meşruiyet kazandırmış oluyorlar. Yoksul halkları birbirlerine boğazlatan, Afrika’yı yağmalayan emperyalist güçler, gerçekleştirdikleri katliamların üzerini “İslami terörle mücadele” şalıyla kapatmaya çalışıyorlar. Emperyalist-kapitalist güçler, kapitalist düzenin içinde bulunduğu derin krizden nüfuz alanlarını genişleterek ve pazar paylarını arttırarak çıkmaya çalışıyorlar. Çeşitli jeo-stratejik bölgelerin yanı sıra petrol, doğalgaz, maden yatakları bakımından zengin olan bölgeler emperyalist kapışmanın en çok alevlendiği noktalar oluyor. Uzun yıllardır başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistlerin dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin’le yaşlı kıta Afrika’da karşı karşıya gelmeleri işte bu nedenledir. Tabiri caizse taşı toprağı altın olan bölgeler, emperyalist kapışma sonucunda kan ve gözyaşına boğuluyor. Kenya, Somali, Sudan, Mali, Güney Afrika, Nijerya, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi petrol, doğalgaz, maden rezervleri (uranyum, altın gibi) bakımından zengin topraklara sahip ülkelerde Çin yatırımlarını büyüterek nüfuz alanını genişletmektedir. Askeri anlamda kıtaya yığınak yaparak Çin’in bölgedeki etkisini kırmak isteyen ABD, Fransa, İngiltere gibi emperyalist güçler ise, bölgede karışıklıklar yaratarak, halkları manipüle edip birbirine kırdırmanın zeminini döşemektedirler. İşte bu nedenle Afrika ülkelerinde “terör” eylemlerinin, iç savaş derecesinde çatışma ve karışıklıkların var olması ne tesadüftür ne de kendiliğinden gerçekleşmektedir. Çin’in önünü kesmek isteyen ABD ve diğer Batılı emperyalistlerin ikiyüzlü politikaları nedeniyle kıtada darbeler, siyasi karışıklıklar, kabile savaşları, iç savaşlar eksik olmamaktadır. Bu karışıklığı kendileri için avantaja çeviren emperyalist güçler, kıtadaki askeri birliklerini arttırmaktadırlar.