
TC’nin Irak politikasında son yıllarda önemli bir değişim sürecine girdiğini görüyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar, TC’nin Irak’la ilişkisi esas olarak Bağdat hükümeti üzerinden yürüyor ve Federe Kürdistan Bölge Yönetimi resmi olarak muhatap alınmıyordu. Irak politikasının temelinde “toprak bütünlüğünün bozulmaması”, yani bağımsız bir Kürt devletinin kurulmaması için merkezi Bağdat hükümetine tam destek sunulması yatıyordu. Bu bağlamda Irak Kürdistanı’nın başkenti durumundaki Erbil’le (Hewler) ilişkiler esasen dolaylı olarak Bağdat üzerinden kuruluyordu. Dahası Türkiye’deki Kürt sorunu ve PKK’nin Kandil’deki varlığı nedeniyle Iraklı Kürt liderlerle zaman zaman hayli gerginleşen ve açıkça onları aşağılayan, hor gören ve çoğunlukla tehdit eden bir dil ağır basıyordu. Irak Kürdistanı Türk sermayesinin giderek artan oranda gözünü diktiği bir pazar ve yatırım alanı olsa da, durum buydu. Bugün TC halen bağımsız bir Kürt devletinin kurulmaması hedefini gütse bile bunun yol ve yöntemlerinde bir değişiklik olduğunu görüyoruz. 2007 yılından bu yana Irak Kürdistanı giderek artan ölçüde Türk sermayesinin faaliyet alanına dönüştü. AKP statükocu-devletçi Kemalist burjuvaziye karşı giriştiği mücadelede rakibini geriletebildiği ölçüde, Irak Kürdistanı’yla daha sıkı bağlar geliştirmenin de yolunu döşemeye girişti. Özellikle 2010 yılından bu yana durumda kayda değer bir değişim yaşanıyor. Bu değişim TC’nin Irak’tan kopacak bağımsız bir Kürdistan’ı kabul edeceği anlamına gelmiyor henüz. Ne var ki, bölgede yaşanan çok yönlü ve çok boyutlu gelişmeler bağımsız bir Kürdistan ihtimalini güçlendirdikçe, TC, Iraklı Kürtlerle ilişkiyi güçlendirerek, olası gelişmeler üzerinde diplomatik ve siyasi söz sahibi olabilmeyi, mümkün olduğunca süreci kendi hedef ve arzuları doğrultusunda yönlendirmeyi ya da en azından kontrol altında tutmayı amaçlıyor.