Avusturyalı emekçilerin bedensel ve ruhsal sağlığının korunması ve bununla ilgili tüm giderlerin finanse edilmesi yükümlülüğünü taşıyan Avusturya Sosyal Güvenlik Kurumu, kamuoyuna açıkladığı yeni araştırma sonuçlarıyla ülkenin gündemini yine işgal ediyor. Avusturya kapitalizminin günah çıkarma hücresi gibi faaliyet gösteren Radyo-TV kurumu ORF’nin halka ulaştırdığı bilgiler, ülke burjuvalarının ve onların sadık bürokratlarının hiç hoşlanacağı cinsten değil. Ezici bir çoğunluğunun tartışmasız işçi sınıfına mensup olduğu 130.000 insan acil olarak psikolojik terapi ve tedaviye muhtaç. Kâğıt üzerinde ruhsal sorun ve rahatsızlıkların tedavisiyle ilgili giderler de sosyal güvenlik sisteminin kapsamına giriyor. Ancak burjuva devlet ruhsal sorunları emekçi halka fazla “lüks” gördüğünden olsa gerek, bu alanda verilen hizmetlerin belli bir katkı payı var. Zaten sefil ücretler karşılığında çalışarak hayatını sürdüren ve harcadığı her euronun hesabını yapmak zorunda olan emekçiler için bu katkı payları, onları ruhsal sorunlarıyla ilgili olarak sağlık birimlerine başvurmaktan alıkoyuyor. Buna rağmen ülke nüfusunun %10,7’sini teşkil eden 900.000 insan ruhsal sorunlarının çözümü için ilgili sağlık kuruluşlarına başvurmuş durumda. Ancak bu insanların %92’sine reva görülen tedavi, emekçiler bu hapları yutup onları insanlıktan çıkaran kapitalist sömürü düzeninin çarklarını çevirmeye devam etsinler, bu arada ilaç endüstrisinin patronları da kasalarını doldursunlar diye, anti-depresan haplarından ibaret. Ruhsal terapi ve tedaviye yönlendirilenler ise bu dev kitlenin ancak %7’lik bir kesimini oluşturuyor. Tabii terapi masraflarının yarısı hastaya ödetilmek suretiyle! Avusturya Psikoterapistler Birliğinin tahminlerine göre, ülke nüfusunun %2,1’lik bir kesimi de ruhsal sorunlarının tedavisi için gerekli masrafların tamamını kendi karşılamak zorunda olduğundan, bu hizmetlerden hiç istifade edemiyor. İstatistik bilgiler ve yapılan araştırmalar Avusturya çalışan nüfusunun, yani ezici çoğunluğuyla işçi sınıfının %43’ünün “burn-out” sendromundan (tükenmişlik sendromu) muzdarip olduğunu ortaya koyuyor. Bu rahatsızlık tedavi edilmediği ve sebebiyet veren koşullar ortadan kaldırılmadığı takdirde hastayı bekleyen bir sonraki aşama depresyon. Rahatsızlığın sebeplerine ilişkin birçok faktör psikologlar tarafından dile getirilmekle birlikte, emekçinin üretim süreci içindeki faaliyeti sırasında kendisine baskı yapan faktörlerin belirleyici olduğu kesin. Kapitalist özel mülkiyet ve üretim ilişkilerine son verilmediği sürece, bu baskı faktörlerini ortadan kaldırmak veya azaltmak sadece bir ütopya. Yine istatistiklere göre ülkedeki her üç erken emeklilikten biri emekçinin ruhsal rahatsızlığı nedeniyle zorunlu olarak onaylanmış. Buna ilaveten ruhsal sorunlar nedeniyle emekçilerin rapor aldıkları günlerin sayısı da radikal biçimde artmış bulunuyor. Tüm bunlar burjuva devletin bütçesi için ek yük anlamına geliyor. Bu yüzden de Avusturya burjuva devleti bu trajik manzaraya bir çekidüzen vermek konusunda oldukça kararlı. Ama bunu emekçi halkı çok sevdiğinden, onu çok düşündüğünden yapmıyor. Burjuvazi kurnaz bir manevrayla bir taşla iki kuş vurmak peşinde. Bunu da şimdilerde “reform” adı altında hayata geçirmeye girişiyor. Amaç sosyal güvenlik harcamalarının sınırlarını ruhsal hastalıkların terapi ve tedavisini daha fazla kapsayacak şekilde görece genişleterek, bundan kaynaklı erken emeklilikleri ve işgünü kayıplarını zaman içinde azaltmak. Bu da yapılması öngörülen fazladan harcamaların uzun vadede devlet kasasına belki de fazlasıyla geri dönmesi demek. İkinci amaç da imaj parlatmak. Kapitalist devletin aslında halkın sağlık sorunlarına ne kadar duyarlı olduğu yanılsaması yaratılmak isteniyor. Emekçi kitlelerin psikolojik sorunları onyıllardır varolan bir gerçek. Burjuvazi bunu yeni keşfetmiş değil. Fakat özellikle 5 yıldır kapitalist sistemi pençesinde kıvrandıran ekonomik kriz, işçi sınıfının üzerindeki ruhsal ve fiziksel baskıyı katlanılmaz boyutlara ulaştırmış bulunuyor. Durumun vahametini görüp korkuya kapılan egemen sınıf, birtakım girişimlerde bulunarak halkın gözünü boyamaya çalışıyor. İstisnalar dışında çok büyük bir kısmı insan doğası ve ruhuna aykırı kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerinden kaynaklanan psikolojik rahatsızlıkların tedavisi konusunda bile burjuva kafasıyla hareket eden kapitalist devlet, sağlık harcamalarında dahi mali kaygılarını yüzsüzce dile getirebiliyor. Bu hayati sorunu mümkünse sıfır maliyetle çözmenin veya katlanılabilir boyutlara indirmenin formüllerini arıyor. Çünkü burjuvazinin yoğun propaganda ve manipülasyonu altında bilinç çarpılmasına uğrayan emekçiler, tıpkı burjuvalar gibi sağlıkları da dahil her şeyi bir meta olarak görüp algılamayı kanıksıyorlar. Ağır ve stresli çalışma koşulları, komik açlık ücretleri, işini yitirme korkusu, bunlardan kaynaklı aile içi huzursuzluklar, alkol ve uyuşturucuya sığınma, kendine ve topluma yabancılaşma, yalnızlık duygusu, daha ileri safhalarda depresyon ve nihilist eğilimler, hayatın anlamsızlaşması ve nihayet intiharlar, cinayetler. Emekçiler tüm bunları kader olarak algılamaya devam ediyor. Kimse neden çalışıp üreten her iki kişiden birinin ruhsal sorunlarla boğuşmak zorunda kaldığını sorgulamıyor. Sorgulayacak bilince ulaşmış devrimcilere ise tarihsel bir görev düşüyor: Sabırla ve inatla çalışarak bu düzenin maskesini düşürmek ve onun gerçek yüzünü emekçilere teşhir etmek...