
Kapitalist sistem derin bir krizin içerisinde yuvarlanırken, dünyanın dört bir yanında işçi ve emekçiler sokaklara iniyor, kitlesel gösteriler düzenliyor, genel greve gidiyorlar. Ancak Türkiye’de işçi sınıfının kendisine karşı yürütülen saldırılara gerekli cevabı verebildiğini söylemek zor. Bunun en önemli sebeplerinden birisi hiç kuşkusuz 12 Eylül faşist rejiminin işçi sınıfı hareketine ve örgütlülüğüne vurduğu ağır darbedir. Öyle ki, üzerinden 31 sene geçmiş olmasına rağmen işçi sınıfı ölü toprağını hâlâ üstünden atamamıştır. Bu yüzden darbecilerden ve arkasındaki sermaye güçlerinden 12 Eylül’ün hesabının sorulması, aradan geçen yıllara rağmen öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. 12 Eylül faşist darbesinin amacı yükselen sınıf hareketini bastırmak ve sermayenin ihtiyaç duyduğu yapısal değişikliklerin hayata geçirilebileceği uygun ortamı hazırlamaktı. “Sağ-sol çatışması” adı altında faşist saldırıların organize edilmesi, 1977 1 Mayıs provokasyonu, Maraş katliamı, Kemal Türkler’in katledilmesi gibi olaylarla adım adım faşist darbenin yolu döşendi. 12 Eylül gelip çattığında faşist darbenin tüm koşulları hazırdı. Sırada toplumu bir cendere içerisine hapsetmek ve işçi sınıfının hafızasından ’80 öncesi dönemin izlerini silmek vardı. Tutuklamalar, toplu yargılamalar, işkenceler, idamlar, yasaklarla bir dönem geride bırakılıyor, sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratılıyordu. Faşist rejim ‘80 öncesinin mücadeleci emekçilerini sadece fiziksel olarak yok etmekle yetinmiyor, gelecek kuşakları zihinsel olarak yok edecek uygulamaları da hayata geçiriyordu. Eskinin düşünen, sorgulayan, mücadele eden gençlerinin yerine, korkak, sinik, bilinçsiz bir kuşak yetiştirmek için hayatın her alanı askeri denetim altına alınıyordu. Türkiye’de faşizm tepeden kontrollü bir biçimde çözülerek son buldu. Ne var ki, faşist dönem sona ermiş olsa da, ruhu yaşamaya devam ediyor. Bir kere 12 Eylül anayasası hâlâ yürürlükte. Yasaları ve kurumları da varlığını sürdürüyor. Bunun temel nedeni faşizmin kitlelerin mücadelesi sonucu devrilmeyip, tepeden kontrollü bir biçimde çözülmesidir. Dünyanın birçok ülkesinde burjuvazi işçi sınıfının devrimci mücadelesi karşısında faşizme başvurarak çıplak diktatörlüğünü kurmuştur. Ancak faşist rejimlerin çözülüşüne emekçilerin mücadelesinin eşlik ettiği İspanya, Portekiz, Şili gibi ülkelerde karanlık günler daha kolay geride bırakılmıştır. Birçok ülkede kamuoyu basıncıyla darbenin sorumluları yargılanmış, hapse atılmış ya da özür dilemek zorunda kalmıştır. Oysa Türkiye’de darbecilerin başı Kenan Evren “yine olsa yine yaparım” diyebilmektedir. “Asmayalım da besleyelim mi” diyerek işçi sınıfının gencecik fidanlarını darağacına gönderenlerden bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır. Nice mücadeleci işçinin, devrimcinin kanını ellerinde taşıyan bu cellâtları cezalandırmak işçi sınıfının boynunun borcudur. Ancak vitrindeki sorumluları cezalandırıp arkasındaki sermaye düzenini es geçmek büyük hata olur. 12 Eylül’ün hesabı kimlerden sorulacak sorusuna şöyle cevap veriyor Elif Çağlı: “Bir kere, sanık sandalyesine öncelikle oturtulması gerekenlerin, 12 Eylül faşizminin simgesi haline gelmiş ve onca insanın katledilip, sakat bırakılmasından doğrudan sorumlu olan generaller olduğundan hiç şüphe yok. Fakat suçlular bu kadardan mı ibarettir? Kuşkusuz ki değildir ve kabarık bir suçlular listesinin ardında esas suç odağı, faşizmi yaratan sermaye düzeni yer almaktadır. O nedenle, faşizmi yalnızca vitrinin önünde duran «cellâtlar»la özdeşleyip, bunlara görev veren ve öne itekleyen gerçek suçludan hesap sormaya yeltenmemek, bir anlamda onun oyununa gelmek ve onu bağışlamak demek olurdu.” (Elif Çağlı, 12 Eylül Faşizminin Hesabı Sorulmalı, www.marksist.com ) 12 Eylül cuntacıları yaptıkları anayasaya “geçici” bir madde koyarak yargılanmalarının önünü daha baştan kesmişlerdi. 30 sene boyunca yerini koruyan bu madde 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının önündeki en büyük engel oldu. Bu maddeyle darbecilerin yargılanmasını istemek bile suç haline getirilmişti. 2000 yılında 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını isteyen savcı Sacit Kayasu, HSYK kararıyla meslekten ihraç edilmişti. Darbecileri koruyan Anayasanın geçici 15. maddesi geçen sene yapılan referandumla kaldırıldı ve darbecilerin yargılanması yasal olarak mümkün hale geldi. Binlerce kişi darbeciler hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak aylar sonrasında soruşturma başlatıldı ve hayatta kalan iki cunta üyesi Evren ve Şahinkaya saygıda kusur gösterilmeden güya sorgulandılar. İki darbeci de yaptıklarından pişman olmadıklarını söylediler. Kenan Evren ise neden darbe yaptıklarına şöyle cevap verdi: “Günde en az 20 kişi hayatını kaybediyordu. Demokrasi elden gidiyordu. Çorum ve Kahramanmaraş olayları yaşanmıştı. Memleketin durumu facia halindeydi. Polis olaylara müdahale etmede yetersiz kalıyordu. Ülke güvenliğini sağlayacak yasaların çıkarılması gerekiyordu. Ancak Meclis çalışamıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yönetime el konuldu.” Sormak lazım: Her gün onlarca gencin katledilmesinin müsebbibi kimdi? Çorum ve Maraş olaylarını tertipleyenler siz değil miydiniz?