Irak Kürdistanı’ndaki iktidar kapışması yaz aylarından bu yana alabildiğine şiddetlenmiş durumda. Ekonomik kriz, ayyuka çıkan yolsuzluklar ve başkanlık koltuğunu fiilen gasp etmesi nedeniyle giderek artan bir muhalefetle karşı karşıya kalan Barzani, bunların yanı sıra dış gelişmelere de bağlı olarak büyük bir sıkışmışlık içinde. Son dönemlerdeki bağımsızlık çıkışlarının, Kürt bölgesinin batı sınırlarını oluşturan 400 kilometrelik hatta boydan boya hendek kazılmaya başlanmasının ve gerek içe gerekse dışa dönük çeşitli manevralarının arka planında, işte bu sıkışıklığı aşma ve iktidarını muhafaza etme çabaları önemli bir yer tutmaktadır.
Barzani yönetiminin izlediği politikalar sadece Güney Kürdistan halkını değil, diğer parçalardaki Kürtleri de yakından ilgilendiriyor. Zira Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY), resmen elde ettiği statüyle, diğer parçalarda yürüyen Kürt ulusal kurtuluş mücadeleleri için de önemli bir örnek teşkil ediyor. Ne var ki, Barzani ve partisi (Kürdistan Demokrat Partisi – KDP), iktidar uğruna, her türlü kirli pazarlık ve ittifakla Türkiye ve Suriye Kürtlerinin ulusal kurtuluş mücadelelerini de baltalama noktasına gelmiş bulunuyor. İçeride Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB) ve Goran (Değişim) Hareketi’ne karşı yürüttüğü iktidar mücadelesini, dışarıda da PYD ve PKK’ye karşı verdiği hegemonya mücadelesi tamamlıyor. Bu noktada Barzani’nin en büyük destekçilerinden biri de Erdoğan-AKP hükümeti.
Öncelikle, Barzani’nin sıkışmışlık durumunu belirleyen iç faktörlere kısaca değinelim. ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi adı altında anayasal güvenceye kavuşan federe Kürdistan devleti, 2005 yılından bu yana Barzani’nin başkanlığında yönetiliyor. Barzani 2005’te parlamento tarafından, 2009’da ise halkoyuyla seçilerek bu koltuğa oturmuştu. 2013’te dolan görev süresi parlamento tarafından iki yıllığına uzatılan Barzani’nin uzatma süresi de geçtiğimiz Ağustos ayında sona erdi. Normalde yeniden başkanlık seçimi yapılması gerekiyorken, Seçim Kurulu, ekonomik krizi ve eleman yetersizliğini gerekçe göstererek seçimlerin yapılamayacağını duyurdu. Bu aslında Barzani’nin işine gelen bir durumdu. Zira Goran Hareketi ve KYB, üst üste iki dönem görev yapmış olması nedeniyle Barzani’nin yeniden aday olamayacağını savunmaktaydı. Her ne kadar KDP, Barzani’nin halkoylamasıyla bir kez seçildiği için ikinci kez de aday olabileceğini savunsa da, bu ciddi bir anlaşmazlık konusuydu. Dolayısıyla Seçim Kurulunun kararı bu noktada Barzani için kurtarıcı bir rol oynadı. Ancak tek tartışma konusu bu değildi. Barzani’nin görev süresinin uzatılması da, daha önce KYB ile varılan anlaşma gereğince bir kezle sınırlandırılmıştı. Ne var ki Barzani bu yöndeki tüm itirazları ve yasal prosedürleri hiçe sayarak, başkanlık süresini Adalet Bakanlığı aracılığıyla bir kez daha iki yıllığına uzattırdı. Buna şiddetle muhalefet eden Goran Hareketi ise Ekim ayında[1] bakanlarının koalisyon ortağı oldukları hükümetten atılması ve meclis başkanının Erbil’e sokulmaması ile cezalandırıldı. Böylece Barzani, bir tür hükümet darbesiyle başkanlık koltuğunu gasp etti.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, KDP ve KYB’nin uzlaşması üzerine şekillenmiş bir yapı olarak doğmuştu. Goran’ın KYB’den ayrılmasıyla birlikte Talabani önderliğinin büyük bir güç kaybına uğraması siyasi dengeleri de değiştirdi. Yaşanan sürtüşmeler nedeniyle Irak Kürdistanı’nda halen bir anayasa bile yapılabilmiş değil. Birbiriyle çelişebilen eski ve yeni yasalar nedeniyle, siyasi krizler hukuki çözümden ziyade tıpkı Barzani’nin başkanlık dayatmasındaki gibi oldubittilerle aşılmaya çalışılıyor. Ancak anlaşmazlıklar gerçekte aşılmıyor, aksine keskinleşerek patlama noktasına doğru ilerliyor. Geçtiğimiz günlerde KYB’nin KDP ile aralarındaki “stratejik anlaşma”nın sona erdiğini ve yeni bir ittifakın ancak “yeni bir güç paylaşımı” temelinde mümkün olduğunu açıklaması da bunun bir ifadesidir.[2]
Bu siyasi çatışmaları şiddetlendirici bir etken de, özellikle petrol fiyatlarının düşmesi ve Irak yönetiminin merkezi bütçeden aktarması gereken payı aktarmaması yüzünden iyice ağırlaşan ekonomik krizdir. Irak yönetimi, anayasaya göre, petrol gelirleri karşılığında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne merkezi bütçeden belli bir pay aktarmak zorunda. Ne var ki iki yönetim arasında herhangi bir gerilim patlak verdiğinde, Irak yönetiminin ilk tepkisi bu payı keserek IKBY’yi sıkıştırmak oluyor. Irak Maliki yönetimi altındayken, bu payın (2014 yılında 17 milyar dolar civarında bir meblağ idi) verilmemesi IKBY’yi çok zor durumda bırakmış, memur maaşları ödenemez hale gelmişti. Bunun üzerine IKBY geçtiğimiz yaz Bağdat’a verdiği petrolü keserek tüm petrolü kendisi ihraç etmeye başlamıştı. Maliki hükümetinin düşmesinin ardından Irak başbakanı olan İbadi, IKBY ile hem merkezi bütçe payı hem de petrol ihracatı konusunda anlaştı. Ancak bir süre sonra Irak merkezi bütçesinden aktarılması gereken pay aktarılmayınca, Barzani yönetimi Türkiye üzerinden petrol ihracatına başladı. Bununla birlikte petrol fiyatlarındaki keskin düşüş nedeniyle Kürdistan bütçesi büyük bir açık verdi ve ekonomik kriz derinleşti.
Tüm bu iç gerilimlerde, Barzani yönetiminin Türkiye’yle yakın bir siyasi ve ekonomik işbirliği içinde bulunmasının, Irak yönetimininse İran’a yakın durmasının da büyük bir rolü var kuşkusuz. IKBY’nin yegâne gelir kaynağı olan petrolü ihraç edebilmesi için Türkiye tek geçiş noktası durumunda. Bunun da ötesinde, inşaattan gıdaya pek çok sektörde, Türk şirketlerinin Güney Kürdistan’da büyük ölçekli yatırımları ve ticari ilişkileri mevcut. Aynı şekilde Barzani ve diğer KDP yöneticilerinin de Türkiye’de pek çok şirketi ve güçlü ticari bağları var. AKP hükümetiyle Barzani arasındaki yakın işbirliğinin ekonomik temeli buralara dayanıyor.[3]
Bu işbirliği elbette siyasi ittifakla da taçlanıyor. AKP hükümeti Barzani’yi uzun zamandır çok işlevli bir araç olarak görüyor ve kullanıyor. Rojava’da PYD’yi rakipsiz bir güç olmaktan çıkarmanın yanı sıra Türkiye’de de PKK’nin gücünü kırarak Kürt hareketini bölüp zayıf düşürmek üzere Barzani’yle ittifak yapıyor. Rojava’nın IŞİD saldırıları karşısında yalnız bırakılmasında, Musul ve Kerkük’ün savunma girişiminde bile bulunulmaksızın IŞİD’e teslim edilmesinde, Musul’da eski Baasçı güçlerle işbirliğine gidilmesinde vs. Barzani yönetiminin Türkiye’yle olan ittifakının da önemli bir rolü bulunmaktadır. Bu ittifakın aynı zamanda İran’ın bölgedeki gücünü zayıflatma amacını taşıdığını da belirtelim.
Bunların yanı sıra, Barzani yönetimi Türkiye’nin bölgedeki sıkışmışlığında da ilk imdada koşan güçtür. Örneğin uçak krizinin patlak verdiği ilk haftalarda, Rusya, Türkiye ile IŞİD arasındaki petrol ticaretinin kanıtı olduğunu savunduğu tanker sevkiyatı görüntüleriyle AKP hükümetini zor durumda bırakmıştı. İşte bu noktada Barzani derhal devreye girerek ve bu görüntülerin IKBY’den Türkiye’ye giden petrol tankerlerine ait olduğunu söyleyerek Erdoğan’ın imdadına yetişmişti. Başika krizinde de benzer bir yardıma koşma durumu yaşandı. IŞİD bahanesiyle Başika kampına gönderilen askeri birlikleri, Irak yönetiminin ve ABD’nin tepkileri nedeniyle geri çekmek zorunda kalan Türkiye, bu birliklerin bir bölümünü Barzani yönetiminin egemenliğindeki bölgeye çekti.
Bugün kendi sınırları içindeki Kürt halkının özyönetim talebini şiddetle reddeden, özgürlük mücadelesini azgın bir savaşla yok etmeye çalışan, aynı şekilde PYD’yi terörist olarak niteleyip Rojava’daki özgürlük hareketini boğmaya uğraşan ve tıpkı bir zamanlar Irak Kürdistanı’na yapıldığı gibi Rojava için kırmızıçizgiler ilan eden AKP hükümeti, bağımsız bir Kürt devletinden söz eden Barzani’yi cumhurbaşkanlığı sarayında ve başbakanlıkta Kürdistan bayraklarıyla karşılıyor! Barzani de, Kürt halkına yönelik katliam politikaları konusunda gıkını çıkarmaksızın PKK’ye yüklenerek, TC’ye saygıda kusur etmediğini gösteriyor. Sonuçta Barzani iktidar uğruna, Kürt halkının en kalabalık parçasına yönelik kirli bir savaş yürüten Türkiyeli egemenlerle bile işbirliği ve uzlaşma içinde olabiliyor. Bu durum, ezilen ulusun emekçi kesimleriyle burjuva kesimlerinin çıkarlarının özde nasıl da farklı olduğunun çok somut bir göstergesidir.
Onyıllardır Irak Kürdistanı’nın iki büyük siyasi hareketi olan KYB ve KDP burjuva önderliklerdir. Her birinin kendine bağlı peşmerge güçleri bulunan ve biri Erbil-Duhok, diğeri ise İran sınırındaki Süleymaniye çevresinde ve Halepçe’de güçlü olan bu siyasi partilerin liderlikleri, hem devlet iktidarı aracılığıyla alabildiğine zenginleşmiş hem de yozlaşıp yolsuzluğa batmışlardır. Gerek yolsuzluklar gerekse ekonomik krizin sonuçları emekçi kitlelerde giderek büyüyen bir hoşnutsuzluğa yol açmaktadır. Ne var ki, burjuva siyasal güçler bunu aralarındaki iktidar mücadelesinin mezesi haline getirmeyi başarmaktadırlar.
Irak Kürdistanı’nda yaşanan gelişmeleri, Ortadoğu’da yürüyen savaştan, emperyalist kutuplardan ve bölge güçleri arasındaki rekabetten bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Bu noktada İran ve Türkiye faktörleri fazlasıyla öne çıkmaktadır. İran, Irak Kürdistanı’nın doğu komşusu, Türkiye ise kuzey komşusudur ve her iki burjuva gücün de bu bölge üzerinde kirli hesapları bulunmaktadır. Türkiye nasıl Barzani üzerinden bu hesaplarını hayata geçirmeye çalışıyorsa İran da Talabani, Goran ve daha da önemlisi Irak merkezi yönetimi üzerinden benzer şeyi yapmaya çalışmaktadır. Nitekim Barzaniciler KYB ve Goran’ı “İran’ın kuklası” olmakla suçlarken, onlar da KDP’yi Türkiye’nin savaş politikalarına destek vermekle ve Kürt birliğini bozmakla eleştirmektedirler. Bu arada IKBY topraklarına yönelik IŞİD saldırıları karşısında Barzani ve Türkiye hiçbir şey yapmazken, İran’ın KYB peşmergelerine silah ve asker desteği vererek IŞİD’e karşı mücadelede önemli bir rol oynadığını ve bu nedenle bölgedeki prestijinin giderek arttığını belirtelim.
Elbette bu resmin bir parçasıdır ve tamamını görmek için Rusya ve ABD’nin kutup başlarını çektiği büyük emperyalist güçlerin Kürdistan toprakları da dâhil olmak üzere tüm bölgeye yönelik kirli hesaplarını, paylaşım planlarını ve bu uğurda yürüttükleri korkunç savaşı görmek gerekiyor. Bölge güçleri ve emperyalist devletler gerek Kürt bölgelerini kendi nüfuz alanları haline getirmek, gerekse birbirleriyle mücadelede koz olarak kullanmak için, Kürt burjuva önderlikleriyle çeşitli düzeylerde ittifaklar yapıyorlar. Bu ittifakların burjuva çıkar birlikleri temelinde şekillendiği ise aşikârdır. Sonuçta olan Kürt emekçilere ve diğer Ortadoğu halklarına olmakta, onların kurtuluş ve özgürlük hayalleri her seferinde, üstelik de ağır bedeller ödemek zorunda bırakılarak, karartılmaktadır.
Ortadoğu’da yürüyen emperyalist paylaşım savaşı uzun bir süredir Kürt sorununu uluslararası bir sorun haline getirdiği gibi, Kürdistan’ın farklı parçalarının kaderini de daha önce hiç olmadığı kadar birbirine bağlamıştır. Kürdistan bir bütün olarak özgürleşmedikçe bölgedeki Kürt sorunu son bulmuş olmayacaktır. Bunun da ötesinde yoksul Kürt emekçilerinin gerçek kurtuluşu, tüm bölge halklarının başta emperyalist güçler olmak üzere, kendilerini ezen, sömüren ve kan üzerinden egemenlik sürdüren tüm burjuva güçlerden kurtulmalarında yatmaktadır.
[1] Ekim ayı başlarında Irak Kürdistanı, yaygın protesto gösterilerine tanık oldu. Üç aydır maaşları ödenmeyen öğretmenlerin eylemleri, ülkenin diğer taraflarına da yayılan protesto gösterilerine dönüştü. Bu gösterilerde ekonomik taleplerin yanı sıra yolsuzluklara duyulan tepki de dile getirildi. Süleymaniye’de KDP bürolarının da basıldığı bu eylemler sırasında 5 kişi hayatını kaybederken 200’den fazla insan yaralandı. Barzani bu gösterilerden Goran Hareketi’ni ve KYB’yi sorumlu tuttu.
[2] Kürdistan’da 2005 ve 2009 yıllarında gerçekleştirilen parlamento seçimlerine, Celal Talabani önderliğindeki KYB ile Mesud Barzani önderliğindeki KDP ittifak yaparak girmişler, hükümeti ve devlet başkanlığını da bu ittifak temelindeki bir güç paylaşımıyla belirlemişlerdi. Bu dönemde gerek merkezi düzeydeki gerekse Kürt güçleri arasındaki anlaşmalar sonucunda, Talabani Irak cumhurbaşkanı olurken, Barzani de bölgesel yönetimin devlet başkanlığı görevini üstlenmişti. Fakat 2009 seçimleri öncesinde, Goran (Değişim) Hareketi’nin ayrı bir parti oluşturarak KYB’den ayrılmasıyla güç dengelerinde önemli bir değişim yaşanmıştı. Goran Hareketi ilk olarak girdiği bu parlamento seçimlerinde %24 civarında oy aldı ve bu durum 2013 seçimlerini de etkileyecek güçlü bir faktör oluşturdu. 2013 seçimlerine KYB ve KDP ayrı ayrı girdiler ve bu seçimlerde 111 üyeli parlamentonun 38 koltuğunu KDP, 24 koltuğunu Goran, 18 koltuğunu KYB ve 10 koltuğunu Kürdistan İslam Birliği Partisi kazandı. Ancak KYB ile KDP arasındaki “stratejik anlaşma” resmen devam ediyordu ve başkanlık krizi esnasında KYB’nin Barzani’ye karşı Goran kadar sert muhalefet yürütmemesinde bunun büyük bir payı vardı.
[3] Ayrıntılı bilgi için bkz. Oktay Baran, Irak, Petrol ve Kürt Sorunu, MT, Mart 2013
link: Zeynep Güneş, Barzani’nin Bağımsızlık Çıkışları Neyin İşareti?, 29 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4878
Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar
Suriyeli Mülteciler ve AB ile TC’nin Tıyneti