Burjuva ideolojisinin her alanda etkisini gösterdiği, sözde aydın küçük-burjuvaların “birey olma” sevdasına kapıldıkları 12 Eylül sonrasına, tam bir sınıftan kopuş ve kaçış ideolojisi hakimdi. Kendini bireysel değil toplumsal kurtuluşa adamış binlerce devrimcinin zindanlara gömüldüğü ya da sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldığı askeri diktatörlük dönemi ve sonrasında, Türkiye her açıdan en karanlık dönemlerinden birini yaşadı. Tüm dünyayı neoliberalizm rüzgârlarının sardığı bu dönemde, uluslararası arenada da muazzam bir gericilik ve gerileme söz konusuydu. Fakat Türkiye’de yaşanan elbette bunun çok katmerlisiydi. Uygulanan baskı ve sindirme politikası uzun yıllar boyunca şiddetinden hiçbir şey yitirmediği gibi, Kürt ulusal mücadelesinin yükselişiyle daha da arttı.
Sınıf mücadelesinin dibe vurduğu, her türlü devrimci değerin ayaklar altına alınıp çiğnendiği, topluma derin bir korkunun hakim kılındığı bu dönemde, politikadan tümüyle uzaklaştırılan gençliğe burjuva ideolojisinin sinsi bir şekilde şırınga edildiğini görürüz. Gençler, yaşları gereği zaten meraklı oldukları cinsellik, psikoloji gibi konulara kanalize ediliyor, piyasa bu tür kitaplardan geçilmiyordu. Böylece, yalnızca kendini düşünen, bireyci, toplumsal sorunlara duyarsız bir gençlik “imal” edildi.
’80 sonrası liberal dalganın bir parçası da, Türkiye’de feminist hareketin boy göstermeye başlamasıydı. Her türlü küçük-burjuva ve burjuva ideolojisinin binbir çehreyle boy gösterdiği bir ortamda, feministlerin olmaması elbette mümkün değildi! Sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi, ortalığı “kadın” sorununu irdeleyen filmler, feminist yazarların kitapları, çeşitli feminist dergiler ve çevreler sarıverdi. Filmlerde ve yazınsal eserlerde ele alınan kadınların, daha çok, “entel”, yalnız, bunalımlı burjuva ya da küçük-burjuva tipler olmasıysa feminizmin kadın sorununu nasıl ele aldığına işaret ediyordu.
Kuşkusuz ne o dönemde ne de bugün yekpare bir feminist hareketten söz edilemez. Feminist hareket, sosyalist feministlerden burjuva feminizmine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Fakat kendine sosyalist feminist diyenler de dahil olmak üzere hepsinin ortak yanı, temel sorunun sınıfsal olduğunu görmemeleri ya da görmek istememeleridir.
Feminizm kadın sorununu kadın-erkek çatışmasına indirger
Marksizm, kadın sorununu, işbölümüyle ve toplumun sınıflara ayrılmasıyla birlikte ortaya çıkmış ve ancak bunların ortadan kalkmasıyla birlikte yok olacak bir sorun olarak görür. Feministlerin büyük bir bölümüyse, kadının ezilmesini erkeğin doğasından kaynaklanan sınıflar üstü bir sorun olarak ele alır. Kadın sorununu kadınlarla erkekler arasındaki bir çatışmaya indirgeyen feministler, sorunu yanlış tahlil ettikleri için çözümünü de doğru yerde aramazlar. Onlara göre kadın sorununa yönelik Marksist sınıfsal tahlil yanlıştır, sınıflardan önce de kadın sorunu mevcuttur ve bu sorunun ortadan kalkmasının sınıfların ortadan kalkmasıyla bir ilgisi yoktur. Sorun böyle konulduğunda, kendiliğinden bir çözümsüzlüğe de itilmiş olur. Dolayısıyla, diyalektik ve materyalist bakış açısından yoksun olan bu küçük-burjuva kavrayış, kadının kurtuluş mücadelesini sınıflardan bağımsız olarak yürütülecek tümüyle düzen içi bir mücadeleye indirger.
Feministler, her sınıftan kadınların ortak birtakım sorunları olduğundan, bunun için ortak mücadele vermeleri gerektiğinden dem vururlar. Oysa kadın sorunu sınıfsal bir sorundur ve insanlığın bir parçası olan kadınlar da sınıflara bölünmüşlerdir. Sınıflı toplumun başlangıcından bu yana var olan kadının ezilmişliği sorunu, her sınıftan kadında farklı farklı yansımasını bulmuştur. Ezilen sınıfların kadınları ezilmişliği ve sömürüyü katmerli yaşarken, ezen sınıfın kadını bu ezme ve sömürme ilişkisinde erkeğinin saflarında yer almıştır. Bu kapitalist toplumda da aynen geçerlidir.
Ait olunan sınıflar arasındaki fark ne denli büyükse, bu sınıflara mensup olan kadınların yaşadıkları sorunlar arasındaki uçurumlar da o denli derinleşmektedir. İşçi sınıfının kadınları en kötü koşullarda ve en düşük ücretlerle ağır bir sömürüye tâbi tutulurken, her türlü eşitsizliğe maruz bırakılırken, işin yanı sıra bir de evin yükünü sırtlanırken, burjuva kadınlar bütün bunlardan uzakta, işçilerin el koyulan artı-değerini kocalarıyla paylaşmakla meşguldürler. Kapitalist toplumun gerçekliği böyleyken, kadınların “kadın olmaktan” gelen ortak sorunlarını bulmak da olanaksızlaşmaktadır. Açıktır ki, “özgür kız”ların sorunlarıyla emekçi kadınların sorunlarının hiçbir ortak noktası bulunmamaktadır.
8 Mart etkinliklerinin ortaya çıkardıkları
Burjuvazi uzun yıllardır 8 Mart’ın içini boşaltıp, onu “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü”nden “Dünya Kadınlar Günü”ne dönüştürmeye çalışıyor. Feministler de buna ellerinden gelen katkıyı sunuyorlar. Oysa 8 Martlar kadın işçilerin ve emekçilerin kapitalist düzene karşı verdikleri mücadelenin bir simgesidir ve bu içeriğine uygun olarak kutlanmalıdır.
Her 8 Martta yaşanan tartışmalar ve alınan politik tutumlar, kadın sorununa kimin nereden baktığını da çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Feminist kadın gruplarından, çeşitli karma (kadın ve erkeklerden oluşan) örgütlere bağlı kadınlardan ve bireysel katılım gösteren kadınlardan oluşan 8 Mart etkinlik komitesi içinde hemen her yıl, mitinglere ya da etkinliklere erkeklerin katılımı konusunda şiddetli tartışmalar yaşanıyor. Feministler mitinglere ve etkinliklere tek bir erkeğin dahi katılmamasını savunuyorlar. Karma örgütlerden (bir bölümü sosyalist) gelen kadınlarsa, temsil ettikleri kitlenin büyüklüğüne ve komite içindeki sayılarının fazlalığına rağmen genellikle feministlere boyun eğiyorlar.
İşin dikkat çekici bir diğer yanı da, kendilerine Marksist diyen ve sosyalist feminizmi savunanların takındığı tutumdur. Bunlar “bağımsız kadın gruplarının” mitinglere erkeklerin katılmaması yönündeki ısrarlarını tümüyle haklı buluyorlar ve şunları söylüyorlar:
“Erkek egemen bir sistemin varlığı ortaya konduktan ve bu sistem içerisinde kadınların ezildiğini ve/veya sömürüldüğünü saptadıktan sonra bu sisteme karşı kadınların mücadelesinin erkeklerle birlikte verilmesi gerektiğini düşünmek; devrimci değil fazlasıyla aydınlanmacı bir tavır olur. Erkeklerin de bir parçası olduğu erkek egemenliğine karşı mücadele sadece kadınlarla verilebilir ve erkek egemen düzeni yıkacak olan da kadınlar olacaktır.”[1]
Her şeyden evvel belirtmek gerekir ki söz konusu sistem kapitalizmdir ve kendinden önceki diğer sınıflı toplumlar gibi o da erkek egemen bir sistemdir. Erkek egemenliğinin yanı sıra kapitalizmde daha pek çok sorun mevcuttur. Fakat temel sorunlardan hiçbirisi kapitalist sistemi tümüyle ortadan kaldırmaksızın çözülemez ve bunu yapabilecek tek sınıf kadınıyla erkeğiyle devrimci işçi sınıfıdır. Bugünün sınıflı toplumu olan kapitalizme cepheden karşı çıkmayan ve onu yıkma mücadelesine katılmayan hiçbir akım, mevcut sorunlardan herhangi birine karşı ciddi bir savaşım veremez. Bu çevre sorununda ne kadar böyleyse kadın sorununda da o kadar böyledir.
Dolayısıyla kadın sorununu bir sistem sorunu, bugün erkek egemenliğinin yeniden-üreticisi ve sürdürücüsü olan kapitalist sistemin yıkılması sorunu olarak ele alıyorsak (ki Marksistlere göre bu böyledir), tek devrimci bakış açısı “bu sisteme karşı kadınların mücadelesinin erkeklerle birlikte verilmesi gerektiğini düşünmek”tir. Kendi tavrını devrimci olarak bulup Marksist tavrı “aydınlanmacılık” olarak nitelendirenlere ise ne desek boş!
Bizler düzenlenen etkinliklerin organizasyonunda (güvenliğin sağlanması da dahil) asıl inisiyatifin emekçi kadınlarda olması ve mitinglerde emekçi kadın kortejlerine özel bir öncelik verilmesi gerektiği düşüncesine tümüyle olumlu yaklaşırız. Ancak mitinglere ve kapalı alan etkinliklerine erkeklerin hiçbir şekilde alınmamasını savunmak tümüyle sınıf bölücü bir küçük-burjuva feminist bakış açısının ürünüdür. Öncelik emekçi kadınlarda olmak üzere ve organizasyon komitesinin uyulmasını istediği disiplini bozmamak koşuluyla bu etkinliklere karma kortejler ve erkekler de katılabilmelidir.
“Erkeklerin de bir parçası olduğu erkek egemenliğine karşı mücadele sadece kadınlarla verilebilir ve erkek egemen düzeni yıkacak olan da kadınlar olacaktır” diyenler, sorunu kadınların erkeklere karşı verecekleri mücadeleye indirgiyorlar. Oysa her gün yeniden ve yeniden üretilen erkek egemen sistemin (bugün bu kapitalizmdir) bir bütün olarak işçi sınıfının devrimci mücadelesi olmaksızın yıkılması mümkün değildir.
Söz konusu sosyalist feministler, kadın mücadelesinin “karma” örgütlerin önderliğinde yürütülemeyeceğini ve önderliğin bağımsız feminist örgütlere bırakılması gerektiğini düşünüyorlar. Bunun için eylem organizasyonlarında bu örgütlere temsiliyette ağırlık verilmesini savunuyorlar. Ama bir yandan da, “bağımsız kadın örgütlerinin karma örgütlerdeki kadınların taleplerini görmezden gelerek, kadın hareketini orta sınıf kadınlarının talepleriyle sınırlaması ve düzene muhalif niteliğini yitirerek gittikçe reformcu bir çizgiye sürüklenmesi tehlikesi”nden dem vuruyorlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu bir “tehlike” olmayıp bir gerçektir. Sosyalist feministler “orta sınıf” kadınların kuyruğuna takılıp reformizmin bataklığına batmış durumdadırlar. Lafzen emekçi kadınların da mücadeleye çekilmeleri gerektiğini söyleseler bile, bunun için şimdiye kadar hiçbir ciddi adım atmadıkları ortadadır.
Açıkça söylemek gerekiyor ki, rahat mekânlarında oturup Marksizmi kadın sorununda yetersiz ve kör olmakla suçlayanlara, Komünist Manifesto’nun “cinsiyet-kör” yaklaşımlarını keşfetmek gibi “derin” çalışmalara gömülenlere, fabrikalarda, sendikalarda, işçi mahallelerinde emekçi kadınlar arasında devrimci çalışma yürütmek yıldızlar kadar uzak geliyor.
Kapitalizm ortadan kaldırılmadan kadın sorunu çözülemez
Kadın sorununun işçi devrimiyle birlikte otomatik bir çözüme kavuşamayacağı doğrudur. Fakat bu sorunun çözülmeye başlanabileceği yegâne ortamı ancak sınıfsız topluma giden zorunlu bir uğrak noktası olarak işçi iktidarı yaratabilir. Kadın sorunun nihai çözümü ise ancak işbölümünün ortadan kalkacağı, eskinin tüm alışkanlıklarının, değer yargılarının yok olup insanın insan olarak tarihinin başlayacağı komünist toplumda mümkün olacaktır. Yine ancak bu toplumda, kadın ile erkek arasındaki ilişki, her türlü çıkardan ve bencilce duygudan arınmış, salt sevgiye dayalı bir ilişki haline gelecektir.
Bu, komünist topluma kadar hiçbir mücadele verilmeyeceği anlamına gelmiyor. Nasıl işçi sınıfının kurtuluşu ancak sosyalizmle mümkünken bugünden her alanda mücadele veriyorsak, kadınların sorunlarının çözülmesi için de bugünden her türlü mücadeleyi yürütmemiz gerekiyor. İşçi sınıfı uzun mücadeleler içinde bu konuda sayısız talepler geliştirmiştir. Bunlardan güncel olan bazılarını şöyle sıralamak mümkün.
* İşyerlerinde kadınlara yönelik her türlü negatif ayrımcılığa son verilmesi, eşit işe eşit ücret
* Çalışan annelere doğum öncesinde ve sonrasında ücretli doğum izninin arttırılması, dilerse çocuk bakım iznini babanın kullanması
* Tüm işyerlerine kreş ve çocukların ve eşlerin de yararlanabileceği sağlık ünitesi
* Kadını aşağılayan, ikinci sınıf insan konumuna düşüren tüm yasaların kaldırılması, cinsel suçların cezalarının arttırılması
* Semtlerde, emekçi kadın komitelerinin yönetiminde kadın sığınma evlerinin kurulması, buralara sığınan kadınların her türlü güvenliklerinin sağlanması ve hukuksal sorunlarıyla ilgilenilmesi için gereken desteğin verilmesi
* Ağır işçilik yaptıkları halde “ev kadını” denerek eşleri çalışmadığı takdirde her türlü sosyal güvencenin dışına itilen “ev çalışanlarının”, sağlık ve emeklilik güvencesi sistemi kapsamına alınması
* Bir ev kölesi olarak, televizyon sayesinde 24 saat burjuva ideolojisinin etkisi altında kalan, ev işlerinin rutinliği ve çocuk bakımının zorluğu ve gerginliği nedeniyle fiziksel ve ruhsal sağlığını yitiren, ekonomik bağımlılığı nedeniyle zincirlerini kırması çok güç olan kadınlar için ücretsiz kreşlerin, çamaşırhanelerin, yemekhanelerin örgütlenmesi sayesinde, sırtlarına yüklenen yükün biraz olsun hafifletilmesi ve kadının doğrudan üretim sürecine katılmasının sağlanması.
Şimdiden uğruna mücadele verilmesi gerekenlerden birkaçı bunlardır. Fakat bunlar için dahi işçi ve emekçi kadınların, erkek sınıf kardeşlerini de bu mücadeleye dahil etmeleri ve kapitalist sistemin duvarlarını dövmeleri gerekiyor.
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, kadınlar olmaksızın işçi sınıfının kurtuluşu, kapitalizmden kurtulmaksızın da kadınının kurtuluşu mümkün değildir!
[1] İşçi Mücadelesi, “8 Mart’a Doğru”, sayı 2 (Mart-Nisan 2003), s.52
link: Zeynep Güneş, 8 Mart ve Feminizm, 9 Mart 2004, https://marksist.net/node/251
Sermayenin temsilcisi niçin sansür istiyor?
Sigorta hakkımıza sahip çıkalım