Geçtiğimiz günlerde Belçika sınırındaki Alman kenti Aachen’de Fransa ve Almanya arasında yeni bir işbirliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile AB, uluslararası ilişkiler, askeri, ticari, diplomasi ve eğitim gibi alanlarda iki ülke arasında işbirliği hedefleniyor. 22 Ocak 1963 tarihinde Fransa ve Almanya arasında imzalanmış olan Elysee Anlaşmasının 56. yıldönümünde imzalanan yeni anlaşma Elysee Anlaşmasına ek bir anlaşma olma özelliği taşıyor. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden 18 yıl sonra imzalanan Elysee Anlaşması Avrupa’nın iki düşman ülkesi arasındaki rekabeti ve düşmanlığı sonlandırmayı amaçlıyordu. Anlaşma temel olarak iki ülkenin dış ilişkiler, güvenlik, eğitim gibi konularda işbirliği yapmasını öngören kısa bir metinden oluşuyordu. Yani teknik ayrıntıları içermeyen bir nevi ilkesel bir deklarasyondu. Yeni imzalanan “dostluk” anlaşmasının ise Elysee Anlaşmasının daha ayrıntılı bir şekilde günümüz sorunlarına uyarlanmış bir versiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Bir küreselleşme başarısı olarak sunulan AB’nin durumu, Brexit, küresel kriz ve hegemonya mücadelesi bağlamında düşünüldüğünde anlaşmanın iki ülkenin iyi niyet temennilerini içeren bir “dostluk” anlaşmasından öte olduğu görülecektir.
Aachen Anlaşması daha çok askeri işbirliği ile ilgili maddeleri sebebiyle bir tartışma konusu oldu. İtalya, İngiltere gibi ülkeler Franko-Alman işbirliğine karşıtlıklarını ifade ettiler. Anlaşmaya göre iki ülke “barış ve güvenlik” alanlarında kendi ulusal yasaları ile uyumlu olacak şekilde ortak hareket edecekler; askeri alandaki işbirliğine devam edecekler; ordularını buna göre dizayn edecekler. Diğer yandan ise NATO ile AB’yi güçlendirecek adımlar atacaklar. Anlaşmada Avrupa ordusuna açıktan bir atıf olmasa da, askeri alanda düşünülen işbirliğinin bu niyeti ortaya koyduğu muhakkak. Gerek İngiltere gibi Avrupa ordusu karşıtı ülkeleri, gerekse ABD’yi tedirgin etmemek için yeni anlaşmada NATO, BM gibi uluslararası kuruluşları güçlendirme taahhütleri verilse de, Almanya ve Fransa’nın Avrupa ordusu kurma istekleri sır değil. Nitekim Merkel, anlaşmanın duyurulduğu basın açıklamasında “Yeni Fransız-Alman anlaşması Avrupa ordusu için atılan bir adım olma niyetini taşıyor” dedi.
Hegemonya krizinin giderek derinleştiği koşullarda askeri alandaki girişimlerin önemi daha da artıyor. Trump, mali yükümlülüklerini yerine getirmediği için Almanya gibi ülkeleri sık sık eleştiriyor ve NATO’dan çıkmakla tehdit ediyor. Buna karşılık, Almanya ve Fransa ise Avrupa ordusunun “NATO’ya karşı/alternatif olmadığının” altını çiziyor, gerekli olduğunu belirtiyorlar. Hatta Birinci Dünya Savaşının 100. yıldönümü vesilesiyle yapılan toplantılarda Macron bu konudaki düşüncesini çok net bir biçimde dile getirmişti: “Gerçek bir Avrupa ordusuna sahip olmadıkça Avrupalıları koruyamayacağız. Tehditkâr olabileceğini gösteren ve sınırlarımıza dayanmış bir Rusya’ya karşı daha egemen, ABD’ye bağımlı olmayan ve tek başına kendini savunan bir Avrupa’ya ihtiyacımız var.” Bu sözler, daha önce Avrupa ordusu fikrine temkinli yaklaşan Fransa’nın tavrının değiştiği anlamına geliyor. Almanya ise uzun zamandan beri Avrupa ordusu ihtiyacını dillendiriyor.
Her iki ülke de emperyalist kapışmada pozisyon elde etmek için istedikleri Avrupa ordusunu, sanki halklarının güvenliği ve barışı için istiyorlarmış gibi pazarlamaya çalışıyor. Merkel’in “Avrupa, dünyadaki yeni fırtınalara karşı halklarımızın koruma kalkanı olmalı. Aachen Anlaşması ile ülkelerimiz arasındaki işbirliği temelini yeniliyoruz. El ele çağımızın büyük zorluklarının üstesinden gelmek istediğimizi vurguluyoruz” sözleri de bunun bir örneğidir. Kapitalizm halklara parlak bir gelecek, parlak bir dünya, parlak bir Avrupa vaat etmiyor. Emperyalistler küreselleşen yoksulluğun, eşitsizliğin ve savaşların sorumlusu değillermiş gibi Avrupa ordusunu halklarını korumak için kuracaklarını iddia ediyorlar. Bunun koca bir yalan olduğu su götürmez bir gerçektir. Merkel “dünyadaki yeni fırtınalar”dan söz ederken giderek keskinleşen ve dünya emekçilerine acı ve sefaletten başka bir şey getirmeyen emperyalist kapışmaya işaret etmekte ve ABD emperyalizmini ancak Alman-Fransız emperyalist birliğinin durdurabileceği yalanını söylemektedir. Almanya ve Fransa’nın ABD karşısında ortak cephede yer alması şaşırtıcı bir ihtimal değildir ama iki ülke arasındaki işbirliğine dayanarak oluşturulacak şu ya da bu askeri yapının AB ordusu olmayacağı açıktır.[*]
Almanya-Fransa ilişkisi
Kapitalist devletler arasındaki ilişkileri belirleyen şey çıkarlardır. Dost gözükenler arasında ancak ortak çıkarlardan veya daha güçlü olanın kendi şartlarını diğerine kabul ettirmesinden bahsedilebilir. Dengeler bozulduğunda veya çıkarlar ayrışmaya başladığındaysa bunlar arasında ne dostluk kalır ne işbirliği. Bugün dost olanlar yarın düşman, bugün düşman olanlar ise yarın kolaylıkla dost olabilirler. Tarih emperyalist ve kapitalist güçlerin taraf değiştirme örnekleriyle doludur.
Aslında AB’nin kendisi de bunun en somut ve çarpıcı örneklerinden birisidir. Çünkü AB aslen ABD ile rekabet edemeyen Avrupa ülkelerinin ABD karşısında güçlerini birleştirme projesinden başka bir şey değildir. Yani Avrupa ülkelerini bir araya getiren şey, o çokça dillendirilegelen “AB değerleri” değildir. ABD karşısında ortak çıkarları olan Avrupa ülkelerinin ön ayak olmasıyla başlayan birlik süreci, çelişkili bir ekonomik birlik olarak devam etmiş ve gelinen aşamada ise tabir caizse bitkisel yaşama girmiş bulunmaktadır. AB’nin başat ülkelerinin arasında bile daha baştan itibaren çıkar çatışmaları ve farklı politikalar vardır. Mesela İngiltere başlangıçta birliğe dâhil olmamış, ama daha sonra katılmak istediğinde başvurusu reddedilmiş ancak ilerleyen yıllarda üyeliği kabul edilmiştir. AB’ye üye ülkelerin sayısı giderek artmış olmasına karşın, son yıllarda AB içerisindeki ayrılıklar ve İngiltere’nin birlikten ayrılma sürecinin başlaması AB rüyası görenleri büyük hayal kırıklığına uğratsa da en başından beri yaptığımız tespitlerin tarih tarafından doğrulanmasından başka bir şey değildir.
Ekonominin tıkırında olduğu dönemlerde kapitalist devletlerin birlik görüntüsü çizmesi daha kolaydır. Kriz patlak verdiğinde ise herkes kendi zararını en aza indirme derdine düşer ve zararı diğerlerine yüklemeye çalışır. Burjuva propaganda makinesinin bütün yalanlarına rağmen tüm dünya gibi AB ülkelerinin de kriz içinde debelendiği ortadadır. Dolayısıyla AB ülkeleri arasındaki çelişki ve gerilimler tırmanmaktadır. Fransa ve Almanya’nın “dostluğunu” da bunun dışında tutamayız. Elif Çağlı “Avrupa Birliği Sorununda Marksist Tutum” adlı broşüründe Almanya ve Fransa’nın emperyalist niyetlerini ve İngiltere’nin pozisyonunu şu şekilde belirtmişti:
“Fransa’nın amacı AB içinde Alman emperyalizminin hegemonyasını sınırlamak ve birliğin kalbine Fransa-Almanya ittifakını yerleştirmektir. Almanya ise, İkinci Dünya Savaşı deneyimi nedeniyle kendi emperyalist tutkularını ancak bütünsel bir Avrupacılık kılığına bürüyerek genişletebileceğinin bilincindedir. Alman emperyalizminin ekonomik gücünü politik, diplomatik ve askeri bakımdan da geliştirmeye ihtiyacı vardır. Rusya ile yakınlaşma çabaları, NATO dışında bir Avrupa Ordusu oluşturma planları, Avrupa federasyonunun kurulabileceği propagandası bunun sonucudur.
“İngiltere’ye gelince, bazı burjuva kesimlerin AB doğrultusundaki tercihlerine rağmen, o zaten AB içinde ABD emperyalizminin uzantısı gibidir. Çünkü ABD, Londra’nın dünya ölçeğindeki yatırımlarının garantörü ve savunucusudur. Büyük sömürge imparatorluğu döneminde dünya siyasetinde ve diplomasisinde edindiği deneyim üstünlüğünü ve kurnazlık becerisini yitirmek istemeyen İngiltere, bu kozlarını ABD’nin ekonomik ve askeri gücüyle birleştirerek AB’ye tepeden bakan bir emperyalist güç rolünü oynamaktadır. Nitekim Avrupa karşısında nev’i şahsına münhasır bir güç olduğunu kanıtlamak istercesine, örneğin çeşitli standartlarda ya da trafik kurallarında başına buyrukluğundan vazgeçmeyen İngiltere, ne Schengen’e dâhil olmuş ne de euroyu kabul etmiştir. Onun Avrupa Birliği’nin ilerletilmesi sürecindeki temel rolü Fransa-Almanya ekseninin gücünü kırmaya çalışmaktır. İngiltere, AB içinde ABD’nin Truva atı rolünü oynayacağı düşünülen Doğu Avrupa ülkelerini ya da Türkiye gibi ülkeleri birliğe sokmaya çalışarak, AB’yi Fransa-Almanya ikilisinin arzuladığı bir birlik olmaktan çıkarma, onu baltalama çabası içindedir.”
Fransa ile Almanya arasında imzalanan bu anlaşmanın İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecine denk gelmesi de tesadüf değildir. Bilindiği üzere son yıllarda AB ülkeleri içerisinde Brüksel karşıtlığı giderek arttı ve Brexit bunun en keskin sonucu oldu. Özellikle göçmen karşıtı politikalarıyla bilinen partilerin AB karşıtı söylemleri geniş emekçi kitlelerin yaşadığı sorunları kapitalizmden bağımsız olarak Brüksel’e bağlama eğilimini güçlendirdi. Diğer yandan Almanya’nın emperyalist hegemonya mücadelesinde giderek daha etkin bir rol almaya başlaması ile ABD Avrupa’da çeşitli planlarını devreye sokmaya başladı. Steve Bannon’ın Avrupa’da ırkçı hareketleri güçlendirme projeleri, AB karşıtı otoriter bir yönetimin işbaşında olduğu Polonya’nın Almanya’ya karşı ileri karakol olarak kullanılması, İngiltere’nin AB’den ayrılmasının desteklenmesi bunlar arasında sayılabilir.
Diğer taraftan AB’nin bir diğer büyük ülkesi İtalya ile Fransa arasında da gerilim tırmanıyor son günlerde. Göçmen politikası ile artan gerilim, Franko-Alman işbirliği anlaşmasıyla daha da artmış durumda. İtalya’nın aşırı sağcı İçişleri Bakanı Matteo Salvini “Franko-Alman eksenine İtalya-Polonya ekseniyle karşı çıkmanın vakti geldi” açıklamasında bulundu. Almanya ve Fransa AB’yi ayakta tutmaya çalışırken, Polonya ve İtalya’da AB karşıtı hükümetler iktidarda bulunuyor. Rusya, AB karşıtı İtalyan hükümeti ile ilişkilerini geliştirerek AB’yi zayıflatmayı amaçlıyor ve böylece Almanya karşısında avantaj elde etmeye çalışıyor. Avrupa ülkelerinin AB’nin geleceği hakkında bölündüğü, İngiltere’nin birlikten ayrıldığı, göç dalgalarının Avrupa’yı vurduğu ve dolayısıyla göçmen karşıtlığının, yabancı düşmanlığının ve AB karşıtlığının arttığı koşullarda AP seçimlerine gidiliyor. Mayıs ayında gerçekleşecek AP seçimleri AB’nin geleceği hakkında tabloyu daha da netleştirecek.
Sonuç olarak, Almanya-Fransa işbirliği dağılma emareleri gösteren AB’yi kurtarma amacını gütmektedir. AB’nin motor gücü konumundaki Almanya’nın, diğer bir emperyalist güç olan Fransa ile ortak hareket etmesinin AB’yi kurtarabileceğini umuyorlar. Ancak bu şartlarda Almanya ve Fransa’nın Aachen Anlaşması ile umduğunu bulması kolay görünmüyor.
[*] AB ordusu tartışmaları için Suphi Koray’ın “Avrupa Ordusu Mümkün mü?” ve Oktay Baran’ın “Barış Lafazanlığı ve Savaş Gerçeği” başlıklı yazısına bakılabilir.
link: Suphi Koray, Fransa-Almanya Anlaşması Ne Anlama Geliyor?, 2 Şubat 2019, https://marksist.net/node/6584
Venezuela’da Kriz ve Maduro’yu Devirme Operasyonu
Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Paylaşım Kavgası Kızışıyor