2000’li yıllarla birlikte her yönüyle ciddi değişim ve dönüşümler geçiren Türkiye’de dizi ve sinema sektörü de bundan payını almıştır. Sinema ve diziler burjuvaziye büyük kârlar sağladığı gibi, etkili ideolojik propaganda araçlarıdırlar aynı zamanda. Haliyle Türkiye’nin bu sektördeki üretim faaliyetleri son yıllarda giderek artmış ve yaygınlaşmıştır. Öyle ki Türkiye yılda 350 milyon dolarlık dizi ihraç eden bir ülke konumuna gelmiştir. Türk dizileri Arap coğrafyasından Latin Amerika’ya kadar geniş bir bölgede büyük bir izleyici kitlesine kavuşmuştur. Diziler, sadece içe dönük bir propagandanın değil, aynı zamanda Türkiye’nin hinterlandında ideolojik ve siyasi hegemonya kurma araçlarından biri haline gelmiştir.
AKP ve Erdoğan iktidarı döneminde Türkiye’nin içerde ve dışarda izlediği politikalar baştan sona düz bir çizgi üzerinde ilerlememiştir, tersine önemli değişiklikler olmuştur. Bu değişim diziler de dahil olmak üzere hayatın her alanına damgasını basmıştır demek abartılı bir ifade olmayacaktır. “Hatırla Sevgili”den “Muhteşem Yüzyıl”a, “Diriliş Ertuğrul”dan “Uyanış: Büyük Selçuklu”ya kadar son 15 yılda yayınlanan çok sayıda dizi Türkiye siyasetinin izleğini de vermektedir. AKP’nin demokratik açılımlar yaptığı iktidarının ilk yıllarında bu siyasi anlayışa uygun şekilde kurgulanan “Hatırla Sevgili”, “Bu Kalp Seni Unutur mu?” gibi Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin işlendiği diziler büyük ilgi topluyordu. Bir dönem dizisi olarak “Hatırla Sevgili”nin senaryosu 27 Mayıs ile 12 Eylül arasında Türkiye’de yaşanan önemli siyasal gelişmeler üzerine kuruluydu. Türkiye siyasi tarihinin bu önemli kesitini kaba çarpıtmalar yapmadan ekrana taşıyan dizi, bu döneme dair bir ilgi uyandırdığı gibi genç izleyicilerin devrimci gençlere sempatiyle bakmasını da sağlamıştı. Ertuğrul Kürkçü, Murat Belge gibi isimlerin danışmanlığını yaptığı “Bu Kalp Seni Unutur mu” ise 12 Eylül rejiminin toplumun çivilerini nasıl yerinden oynattığını, Kürt sorununu ve Diyarbakır zindanlarındaki işkenceleri çok çarpıcı bir biçimde ekranlara taşıyordu. Dizi bu yüzden RTÜK’ün hışmına uğramıştı.
Köprünün altından çok sular aktı. Türkiye’de ve Ortadoğu’da büyük değişiklikler meydana geldi, Türkiye’nin köklü sorunlarını çözme iddiasıyla iktidara gelen AKP ve şefi, totaliter bir rejim inşa etti. Kürt açılımlarından Kürt düşmanlığına, demokratik reformlardan totaliter rejime gelinen süreçte buna paralel olarak dizilerin siyasi mesajları da değişti. Totaliterleşen rejimle birlikte dizilerdeki tarihle yüzleşme anlamına gelebilecek demokratik öğeler kalkarken, milliyetçiliğin kışkırtıldığı, Türk-İslamcı ideolojinin beslendiği diziler öne çıkmaya başladı. İktidara dönük en ufak eleştiri ve hatta ima için bile RTÜK’ün kılıcı kanalların ve yapımcıların tepelerinde sallanırken, iktidarı doğrudan veya dolaylı olarak öven, algı operasyonuna hizmet eden diziler ve yapımcılar el üstünde tutuluyor, bunlara her türlü olanak sağlanıyor.
Faşist hareketler veya totaliter rejimler milliyetçi-ırkçı bir algı yaratmak için sıklıkla tarihsel motiflere başvururlar. Almanya’da Nasyonal Sosyalizm kendisini Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun devamı olarak görürken, İtalya’da Mussolini’nin faşist partisi kendisine Roma İmparatorluğunu referans alıyordu. Bugün Türkiye’de kurulan Türk-İslam tipi rejim de benzer şekilde bu topraklarda yüzyıllar boyunca hüküm sürmüş olan Osmanlı Devletinin sahiplenicisi durumundadır. Elbette bu sahiplenme tarihsel gerçekler üzerine kurulu değildir. Tersine tarih alabildiğine çarpıtılmakta, günün ihtiyaçlarına binaen yeniden ve yeniden yazılmaktadır. Tarih akademik ve bilimsel düzeyde de çarpıtılmakta fakat diziler ve filmler aracılılığıyla tarihin tahrifatı başka bir boyuta taşınmaktadır.
Bu diziler egemen ideolojinin geniş kitlelerde yansımasını bulması bakımından son derece işlevli araçlar haline gelmiştir. Öyle ki elinde kılıçla Diriliş Ertuğrul izleyen, düşmanlara karşı ekran karşısında Ertuğrul ile birlikte kılıç sallayan adamların videoları viral oldu. Dalga geçilerek izlenen veya ahmaklıkta son nokta olarak görülen bu videolar aslında bu dizilerin ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından son derece çarpıcıdır. Ve ne yazık ki sadece gülüp geçebileceğimiz vakalar değildir. Ayrıca, bu dizilerden etkilenen insanlar internete düşen videolardakilerle sınırlı olmadığı gibi sadece elinde kılıçla diziyi izleyenlerin bu dizilerden etkilendiğini düşünmek doğru değildir. Yeri gelmişken belirtelim ki bu dizileri heyecanla izleyenler sadece iktidarın politikalarına destek veren emekçiler değildir. Muhalif kesimlerde de hatırı sayılır bir kitlenin bu dizileri izlediklerini söyleyebiliriz. Ezcümle, bu gibi dizilerin çeşitli düzeylerde çok yaygın bir etkisi vardır.
Dizilerdeki tarih
“Payitaht: Abdülhamit”, “Diriliş: Ertuğrul”, “Kuruluş: Osman” ve son olarak bu sezon yayına başlayan “Uyanış: Büyük Selçuklu”, rejimin tarihi konuları kendi ideolojisine uygun ögelerle anlattığı diziler olarak öne çıkıyor. Bu diziler yüzyıllar önce yaşanmış olayları gerçekle efsane, yalanla doğru iç içe geçecek şekilde yeniden kurguluyorlar. Öyle ki, dizilerdeki kimi olaylar ve karakterler doğrudan bugünü çağrıştırmaktadır izleyicinin zihninde. Elbette bu çağrışımlar tesadüfî veya izleyicinin zihin dünyasında kendiliğinden ilişkilendirmelerin sonucu değildir. Tersine, bizzat bu hesaba katılarak çok iyi bir işçilikle senaryolar yazılmakta, hiçbir masraftan kaçınmadan sinema çekim yöntemlerinden sonuna kadar istifade edilmektedir. Son yıllarda çekilen tarih dizileri bu konuda epey yol alındığını göstermektedir. Mesela 80’lerin sonunda çekilmiş “Kuruluş Osmancık” ile geçen sene yayına giren “Kuruluş: Osman” dizilerini karşılaştırdığımızda bu durum kendisini çok bariz biçimde ortaya koymaktadır. İlkinin çok daha güçlü bir oyuncu kadrosu olmasına rağmen, yaratabileceği milliyetçi hezeyan ve coşku ikincisinin yanına bile yaklaşamaz. Kuşkusuz bu fark sadece teknik veya sinemasal bir değişimden doğmamaktadır. Çekildiği dönemin siyasi atmosferinde de farklılık vardır. İlki 12 Eylül faşizminden sonra toplumda canlılık belirtilerinin başladığı, işçi hareketinde “bahar eylemleri”nin vb. yaşandığı günlerde çekilmiştir. Bugünse her ne kadar ekonomi ve dış siyasette iktidar çeşitli sorunlarla boğuşmak zorunda olsa da, ne burjuva muhalefeti için ne de işçi sınıfının eylemlilikleri bakımından böylesi bir canlılıktan bahsedemeyiz. Bunun da ötesinde, rejim Türk-İslam sentezi ideolojisini yaygınlaştırmak ve bunun etkilerini arttırmak için Türk-İslam tarihine özel önem vermekte, bu alana büyük kaynak ayırmaktadır. Kafkasya’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya kadar izlenen yayılmacı politikalar tabiri caizse “buralar eskiden hep bizimdi” algısı ile meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bunun için Erdoğan kendi tarih anlayışını kitlelerin zihnine nakşetmek istiyor. Mesela, Kanuni dönemini anlatan “Muhteşem Yüzyıl” dizisine “ecdadımızı yanlış tanıtıyorlar” diyerek çatmıştı:
“Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni tanımadık. Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmemiz, anlamamız lazım. Ve ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum. Ve bu konuda yargının gerekli kararı vermesini bekliyorum.”[1]
“Erdoğan dizi yapımcılarına bu diskuru geçtikten ve yargıyı da «göreve» çağırdıktan sonra, bizlerin tarih konusunda daha derinden bir bilgi sahibi olmamız için ikinci bir açıklama daha yapmıştı aynı günlerde. Bu açıklaması da Fatih Sultan Mehmet’i karşılamaya çıkan Bizanslı hatunların ettiği «nadide lâflar» üzerineydi! Şöyle dedi Erdoğan: «Birileri bizim tarihimizin maalesef haremden ibaret olduğunu iddia ediyor. Fetih dediğiniz kavram savaşarak, birilerin boynunu kopararak, işgal ederek, sömürmek için yeni topraklar elde etme girişimi değil, tam tersine kapıdan önce kalpleri açma girişimidir. Fetih, sevgi medeniyetini yakın uzak diyarlara taşımaktır. Kılıcın değil, kalemin egemenliğine inanmaktır. Onun için İstanbul’un fethinde Bizans’ın hanımları Fatih Sultan Mehmet’i, Akşemseddin’i karşılarken, ‘Başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz’ demişlerdir. Çünkü birinde adalet, birinde zulüm vardı. Bizim tarihimize yön veren kalemden ve kitaptan kimse bahsetmiyor, bahsetmek istemiyor.»”[2]
Erdoğan’ın bu konuşmaları otoriterleşme çizgisinin giderek kalınlaştığı zamanlarda yapılmıştı. Erdoğan, tarihi kendi istediği gibi anlatmayanların susturulmasını, “daha derin bir tarih bilgisine sahip olmamız için” çalışmalar yapılmasını istiyordu. Nitekim bundan kısa bir süre sonra tarihi Erdoğan’ın istediği gibi anlatan diziler yapılmaya başlandı. Aslına bakacak olursak, emekçilere refah, mutluluk ve gelecek vadedemeyen rejim, muhalifleri korkuyla sindirmeye, kendi tabanını ise “şanlı geçmişimiz” ile kandırmaya, oyalamaya çalışmaktadır. Şanlı ecdadımız geçmişte de çok zorlu günlerden geçmiş, dışarıdaki düşmanların yanı sıra onların içerideki uzantılarına karşı da savaşmış ve sonunda cihan imparatorlukları, büyük devletler kurmuştur! Dünyaya meydan okuyan bir neslin ahfadı olarak bu mirasa sahip çıkmalı, bireysel, sınıfsal çıkarlarımızı değil, her ne pahasına olursa olsun devletin ve milletin çıkarlarını korumalıyız; dün olduğu gibi bugün de iç ve dış düşmanlarımıza karşı mücadele edenlerin safında olmalıyız! İşte iki cümle ile dizilerde verilmek istenen mesaj bundan ibarettir. Ve bu mesajı vermek için her yol mubahtır. Anlatılanın gerçek mi kurgu mu, doğru mu yalan mı olduğunun hiçbir önemi yoktur. Normalde tarihsel olay ve karakterlere dayanarak yapılan dizilerin jeneriğinde senaryonun kurgu olduğu belirtilirken mevzubahis dizilerde böyle bir ibare yok. Bunun yerine çekimler esnasında hiçbir canlıya zarar vermediklerini yazmakla yetiniyorlar!
Amacımız burada tek tek dizilerin senaryolarını ayrıntılı bir eleştiriye tabi tutmak olmamakla birlikte, mesajın izleyici kitlesine nasıl verildiğini somutlayabilmek için bazı örneklerin üzerinde durmamız gerekiyor. Mesela “Diriliş Ertuğrul” dizisine göre kendisine yurt arayan Kayı boyu önce Halep’e gider, orada umduğunu bulamayınca tekrar Anadolu’ya döner. Kayı boyunun lideri Süleyman Şah mert, adil, yiğit bir beydir ama artık yaşlanmıştır. Süleyman Şah’ın yerine bey olmak isteyen Kurdoğlu, obadaki diğer “hain” beyleri etrafına toplayarak iktidarı ele geçirmeye çalışmaktadır. Ertuğrul ise bu fitneye karşı mücadele eder. Elbette Kurdoğlu diye tarihsel bir karakter yoktur. Zaten senaristler açısından bunun hiçbir önemi de yoktur. Önemli olan güncel bağların kurulabilmesidir. Nitekim izleyiciler dizilerdeki bu karakterlerle günümüz siyasetçileri arasında hemen bağlantı kuruyorlar. Ertuğrul Erdoğan ile, Fethullah Gülen ise Kurdoğlu ile özdeşleşiyor. Dün Ertuğrul hainlere karşı cenk ederken, bugün de Erdoğan devletin içine sızmış hainleri püskürtüyor. Böylece gerçekle efsaneler, geçmişle bugün iç içe geçiyor, izleyicinin zihni esir alınıyor. Tarihten ilham alınarak yapılan kurgular sayesinde, günümüz dünyası ve siyaseti bu dizilerdeki algıyla yorumlanıyor. Günümüzün tüm muhalifleri dizideki “hain” karakterler gibi algılanıyor. Diziyi izleyenler Ertuğrul nasıl ki Kurdoğlu’nun kellesini alıyorsa, muhaliflere de aynısının yapılmasını isteyebiliyorlar veya baskı ve zulüm söz konusu olduğunda muktediri haklı görebiliyorlar.
Tek adam rejiminin benimsenmesi açısından bu dizilerin çok büyük etkileri oluyor. Boyun beyi veya devletin padişahı bütün iyi liderlik vasıflarını kendilerinde toplamış, devlet için canını fedakârca ortaya koyan, düşman karşısında boyun eğmeyen, güçlü, karizmatik ve aynı zamanda mert karakterli insanlardır. En doğru politikayı onlar bilirler ve sürekli düşmanın oyunlarını bozarlar. Bunların askerleri veya diğer adamları da liderlerinin dediklerini hiç sorgulamadan harfiyen yerine getirirler. Sözde toy toplanır, diğerlerinin görüşleri alınır ama buyruk her zaman beyindir. Alınan karara dair şüpheleri varsa bile beyin bir bildiği vardır diye itiraz etmezler. Ve sonunda şüphelerin yersiz, beyin haklı olduğu ortaya çıkar. Bey, “küffarı” yenip İslamın sancağını tekrar yükseltecek seçilmiş kişidir; her şeyi bilen, gören ulu kişidir. Bugün Erdoğan’a atfedilen meziyetler de bunlar değil midir? Nitekim Erdoğan’ın “Diriliş: Ertuğrul” dizi setini ziyaret etmesi de bu algıyı güçlendirmeye dönük bir halkla ilişkiler çalışması değil midir?
Mesela dizide Ertuğrul kritik anlarda yaptığı konuşmalarını şu tip beylik laflarla süsler: “Sonsuza kadar adalet, sonsuza kadar hürriyet”; “Büyümeyi göze alamayanlar küçülmeye mahkûmdurlar”; “Zırhımız iman, pusatımız adalet, hedefimiz nizamı âlem”; “Gayemiz Allah’ın adaletini yeryüzüne hâkim kılmaktır. Hedefimiz Kızıl Elmadır.” Bir bölümde ise Bizanslılara “dersini veren” Ertuğrul şu sözleri söylüyor: “Türke pusu kurulmaz. Türkten intikam alınmaz. Türke ceza kesilmez. Tüm düşmanlarımız bilecek ki; bu topraklarda ezan dinmeyecek, bayrak inmeyecektir. Tüm cihan bilecek ki bu topraklara ilahi nizam her yere yayılacak.” Bu sözlerin benzerlerini, hatta kimi zaman aynısını Erdoğan’ın ağzından da sıklıkla duyuyoruz. Bu hamasi tiratlar geniş emekçi kitlelerdeki milliyetçi duyguları okşamaya ve kışkırtmaya dönüktür. Milliyetçilik zehrini içmiş emekçiler, hükümetin politikalarını sorgulamıyorlar, iktidarın kendi bekası ve çıkarları için hareket ettiğini fark etmiyorlar, sınıfsal anlamda sorunlar yaşasalar da “vatan, millet, devlet aşkına” hükümetin arkasında durmak gerektiğini düşünebiliyorlar. İktidarın politikalarını eleştirmek vatan hainliği olarak algılanıyor, her şeye karşın eleştirel bakanlar ise “vatan haini” pozisyonuna düşmemek için susmayı tercih edebiliyorlar.
“Diriliş: Ertuğrul” dizisinin 150 bölümü boyunca aynı tema işleniyor. Ertuğrul sürekli oyun bozuyor, “küffarın” karşısında İslamın ve adaletin sancağını yere düşürmüyor! Selçuklu Devletinin uç beyi olarak hiçbir zaman devlete karşı gelmiyor, devlete başkaldırmanın Türkün töresinde olmadığını mütemadiyen tekrarlıyor. Aynı mesaj bu dizinin devamı niteliğinde olan “Kuruluş: Osman” ile devam ediyor. Ertuğrul’un beyliğinin son yıllarından başlayan dizide Anadolu’da kargaşa hâkimdir. Selçuklu devletinin dağıldığı, Moğolların Anadolu’nun idaresini ele aldığı bir dönemdir. Diziye göre Batı Anadolu’da Bizans tekfurları Türklere karşı “kahpe” planlar içerisindedir. Osmanlı Devletinin temellerinin atıldığı yer olan Söğüt ve Domaniç tam da Moğollar ile Bizanslılar arasındaki tampon bölgededir diyebiliriz. Ertuğrul’un üç oğlundan biri olan Osman beyliğin en güçlüğü adayıdır. Babası Ertuğrul gibi yiğittir Kara Osman; merttir, İslamın umududur… “Diriliş”te Ertuğrul’a ideolojik rehberlik İbn Arabi tarafından yapılırken, bu görev “Kuruluş”ta Şeyh Edebali’ye düşmüştür. Türk-İslam ideolojisine uygun bir biçimde Oğuz boylarından gelen Kayı obasının beyi olan Ertuğrul’un soyundan gelenler İslamı tüm cihanda tekrar üstün kılacaktır. Dizi resmi tarihin de ötesine geçerek Osmanlı’nın kuruluşuna mistik öğeler katıyor: Kutsal emanetlere sahip olmak için savaşan Bizanslılar, Moğollar ve Türkler, Osman’a ve Ertuğrul’a akıl veren aksakallılar… Dizide Türk-Müslümanlar hep nur yüzlü insanlar iken, Moğollar ve Hıristiyan Bizanslılar nefret uyandıracak karakterler olarak canlandırılıyor. Moğollar vahşi, Hıristiyanlar ise hep “kahpelik” peşindedirler. Oysa aynı dizilerde Ertuğrul da Osman da yeri geldiğinde düşmanla işbirliği yapıyor ve düşmanı alt edebilmek için sürekli pusu kuruyorlar. Moğolun veya Bizans’ın pususu kahpelik olarak nitelenirken, aynı şeyi Osman veya Ertuğrul yaptığında ortada bir sorun yoktur!
“Payitaht Abdülhamit” dizisinde ise geçmişten bugüne mesajları verme rolü “Biz düşersek tarih düşer, biz düşersek insanlık düşer” diyen Abdülhamit’e veriliyor. Dizinin bir bölümünde baskıların son bulmasını talep eden, hürriyet isteyen talebeler Sultan’ın karşısına çıkarlar. Sultan talebelerin hürriyet talebine şu sözlerle karşılık verir: “Biz tahta geçtiğimizde payitahtta kaç gazete çıkardı? Şimdi kaç gazete çıkar? İstanbul’dan ta Berlin’e trenle kaç günde gidilirdi? Şimdi üç güne gidilir... Hürriyet istersiniz... Hür değil misiniz? Bizim saltanatımızda isteyen camisine gider, isteyen için en büyük kiliseler hür... Türkü, Kürdü, Boşnakı, Arnavutu, Rumu, Ermenisi, Çerkezi... Hangi milletin huzuruna dokunulmuş devletimizde? Size hürriyeti fısıldayanlar ne isterler? Bu milletlerin isyan etmesini, ayaklanmasını, ayrılmasını isterler. 600 yıllık devleti yıkmak isterler. Mekteplerinizde bu memleketin refahı için çalışmak yerine sizi sokaklara dökmek isterler. Benim saltanatımda kimin canına dokunulmuş ki bir muharririn canına kastedeyim... Peki... Garbın uşakları bizim canımıza kastedince neden sokaklara dökülmediniz?”
Dizinin bu sahnesinde nümayişçi talebeler Abdülhamit’in bu sözlerinden sonra “Padişahım Çok Yaşa” sloganları atarlar ve fonda ezan başlar. Sıradan insanların dizinin bu sahnesinden etkilenmemesi mümkün değildir. Milliyetçi-mukaddesatçı kitle bu sahneyi muhtemelen gözyaşlarıyla izlemiştir. Ve yine kuvvetle muhtemel bugüne dair verilmek istenen mesajı da benimsemiştir: İktidar duble yollar yapmıştır, köprüler kurmuştur, üniversiteler açmıştır, ekonomiyi büyütmüştür, Türkiye’yi büyük devlet yapmıştır. Hak talep edenler, hakları için mücadele edenler, hükümeti eleştirenler ise buna müteşekkir olacaklarına, dış güçlerin oyununa gelip nankörlük etmektedirler. Bu dün de böyleydi bugün de böyle, diye düşünmektedir.
Dizinin bir başka bölümünde yaşananlar da son derece günceldir. Abdülhamit bir Fransız temsilinde peygambere hakaret edildiği için hiddetlenir ve Fransız sefirine posta koyar. Aynı günlerde Fransız gazetelerinde Abdülhamit’in baskıcı yönetimini eleştiren karikatürler de yayınlanmıştır. Vezirler Sultan’ın hiddetinin bu aşağılayıcı karikatürler yüzünden olduğunu düşünürler. Abdülhamit vezirlere de izleyenlere de dersini verir: “Şahsıma saldırsalar umurumda değil. Lakin dinime, peygamberime saldırırlarsa ölürken dirilirim. Boynumu kesseler, etlerimi lime lime etseler ahirette Resulullah’ın yüzüne bakabilmek için, Peygamberimizin yüzüne bakabilmek için kül olurum, küllerimden dirilirim de savaşırım!” Son günlerde yaşanan Türkiye-Fransa geriliminde de Erdoğan aynı sözleri sarf etmedi mi? Dizilerdeki bu sahnelerin, tiratların izleyici kitlesini etkilemediğini ve güncel siyasi gelişmelerde tutumuna şekil vermediğini söyleyebilir miyiz?
(devam edecek)
[1] Akt. Mehmet Sinan, Ulus-Devletten Emperyalistleşen Ulus-Devlete ve AKP/3, marksist.com
[2] age
link: Suphi Koray, Diziler, Menkıbeler ve Gerçekler, 5 Kasım 2020, https://marksist.net/node/7109