Varoşların isyanı: Siyah Güç
Sivil haklar hareketi nihayetinde barışçıl yöntemlerle hakların elde edilmesini ve böylelikle siyahların uzlaşma yoluyla sisteme entegre edilmesini savunuyordu. “Black Power” (siyah güç ya da siyah iktidar) ise Afro-Amerikalıların kendi kaderini tayin hakkını ileri süren akımların ortak sloganıydı. 1954 yılında bir kitaba ismini veren bu slogan ilk kez 1966 yılında popüler oldu. New Yorklu politikacı Adam Clayton Powell 1966 Mayısında bir üniversitede yaptığı konuşmada “Siyah Güç, tanrının verdiği hakları talep etmektir” diyecekti. 1966 Haziranında Şiddet Karşıtı Öğrenciler Koordinasyon Komitesinin (SNCC) sözcüleri tarafından yapılan bir konuşmada ise beyazların devletinin egemenliğine karşı bir slogan olarak kullanıldı.
Siyah Güç hareketi 1960’lar boyunca devam eden getto isyanlarından doğdu. Siyah Güç entegrasyona da pasifizme de karşı çıkıyor, ayrılıkçı bir düşünce izliyordu. Siyahların kendi ekonomilerini oluşturmaları gerektiği savunuluyor; “siyah ırkın gururu” sloganı öne çıkarılıyordu. Siyahlara ait kitabevleri, medya, çiftlikler, kooperatifler kurulması teşvik ediliyordu. Irkçılık siyahları ekonomik ve siyasi olarak zayıf bırakmıştı. Siyahlar iktisaden ve siyaseten güç haline gelmek üzere birleşmeli, kendi temsilcilerini seçmeliydi. Böylelikle Martin Luther King’in “Özgürlük Şimdi” (Freedom Now) sloganının yerini daha radikal kesimlerce ileri sürülen “Siyah Güç” sloganı alıyordu.
Medeni Haklar Yasasının kabulünden iki hafta sonra polis 15 yaşında bir siyah çocuğu öldürdü. New York’taki Harlem mahallesi ayağa kalktı. Harlem’in yoksul siyahları çıkan yasanın fazla bir şey değiştiremediğini görüyordu. 1965 Ağustosunda Los Angeles’da polisin siyah bir gence uyguladığı şiddet Watts gettosunda altı gün süren bir isyana yol açtı. Polis ve beyazlar isyanın hedefiydi. Olaylarda ölen 34 kişinin yine hepsi siyahtı. İsyanı bastırmak üzere binlerce kişi gözaltına alındı. Watts isyanı, Siyah Güç hareketine hayat veren en önemli isyanlardan biriydi.
1966’da Chicago’daki ayaklanmalarda 3, Cleveland’da 4 siyah öldürüldü. 1967’de Detroit’teki isyanı ordu bastırdı. Bilanço 43 ölü, yüzlerce yaralı ve binlerce tutuklamaydı. 1965’te Malcolm X’in, 1968’de Martin Luther King’in suikastla öldürülmeleri üzerine de ülke çapında pek çok kentte isyanlar patlak vermişti. Tüm bu yaşananlar siyah öfkeyi ateşliyordu. Kavganın yoğunlaştığı gettolarda siyahlar artık ABD devletinin ordusunu, polisini, hükümetini, yargısını tanımıyorlardı.
Kısacası 1960’lar boyunca ve 70’lerin başlarına kadar siyah isyanlarının ardı arkası kesilmedi. Sivil Haklar Hareketi ile Siyah Güç hareketi hedefleri ve yöntemleri açısından birbiriyle uzlaşmaz gibi görünseler de mücadelede öne çıkmış pek çok kişi ve kurum her iki hareket içerisinde de yer alabilmiştir.
Siyah Güç hareketi yoksul gettolarda ve radikalleşen öğrenciler içerisinde desteğini giderek arttırdı. 1967’de Şiddet Karşıtı Öğrenciler Koordinasyon Komitesinin başkanlığını üstlenen Rap Brown “şiddet kirazlı turta kadar Amerikandır” diyordu. Brown Vietnam savaşına karşı kampanyalar örgütleyecek ve siyahlara “silahlarını ABD hükümetine yöneltmeleri” çağrısı yapacaktı. 1967 yaz ayları boyunca ülkeyi dolaşan Brown siyahları örgütlenmeye ve her kentte gerilla savaşı yürütmeye çağırdı.
Afro-Amerikalıların başkaldırı ruhu Siyah Güç hareketinin sembollerinde de yansımasını buluyor ve hiç beklenmeyen bir anda kendisini gösterebiliyordu. 1968 Meksika olimpiyatlarında 200 metre koşu finalinde Amerikalı siyah atlet, Tommie Smith 200 metre dünya rekorunu kırarak birinci, Avustralyalı Peter Norman kendi ülkesinin rekorunu kırarak ikinci, Amerikalı siyah atlet John Carlos ise üçüncü oldu. Madalya kürsüsüne çıkmadan önce gerçekleştirecekleri eylem için aralarında anlaşmıştı atletler. Tommie ve John buldukları bir çift siyah deri eldiveni paylaştı. Siyahların fakirliğini sembolize etmek için ayakkabısız, siyah çoraplarla çıkmaya karar verdiler kürsüye. Beyaz atlet Peter Norman arkadaşlarıyla dayanışmasını göstermek için göğsüne ırkçılık karşıtı “İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi” Hareketinin kokartını taktı. Carlos boynunda “linç edilen, öldürülen, asılan ve mezarları bile olmayan insanları” simgeleyen bir kolye taşıyordu. Önünü açık bıraktığı montu ise ülkesindeki sanayi işçileriyle dayanışmasını göstermek için bir semboldü.
Carlos ve Smith tam ABD milli marşı çalınırken siyah deri eldivenli sıkılı yumruklarını havaya kaldırdılar. Bütün dünya televizyonlarının kameralarının çevrildiği olimpiyat stadında büyük bir sessizlik ve şaşkınlık oldu. Ardından stadyumdaki ırkçılar “Zenciler Afrika’ya” diye bağırmaya, nefret kusmaya, ellerindekileri atletlere fırlatmaya başladılar. Eylem başta ABD olmak üzere tüm dünyada gündem oldu. Kürsüdeki fotoğraf, tüm dünyada gazetelerin kapaklarına çıktı. Carlos ve Smith tüm dünyada milyonlarca siyahın ve ezilenlerin kahramanı haline geldiler.
Carlos ve Smith atletizm takımından ve olimpiyat köyünden derhal atıldılar. Egemenlerin medyası karalama kampanyasına girişti onlara karşı. Nazi selamı vermekle, nefret dolu olmakla itham edildiler. Bu onurlu güzel insanlara “pis”, “çirkin” gibi hakaretler edildi. Düzen bu üç atlete hadlerini bildirmeliydi. Egemen düzen başkaldıranlardan intikam almalı, ileride başka sporcular böyle eylemlere girişmeye cesaret edememeliydi. Üç sporcunun da atletizm kariyerleri sona erdirildi. İşsiz kaldılar. Geçinebilmek için her işi yaptılar. Bir dönem çöpçülük yapan John Carlos’un eşi yoksulluk yüzünden intihar etti.
1968’de siyahların haklarını savunabilen beyazların sayısı halen azdı. Avustralyalı atlet Peter Norman kendi ülkesinde herkes tarafından yargılandı, dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit yüzünden zor günler yaşadı. Düzenin yaşattığı tüm acılara rağmen bu üç sporcu gerçekleştirdikleri eylemden ötürü pişmanlık duymadılar. Yaşadığı onca acıya karşın şöyle diyordu John Carlos: “Yaşamın bir başı bir de sonu var. Önemli olan bu aralıkta bir şeyleri değiştirmek için yapacaklarınızın bedelini ödemeye hazır olup olmamanızdır.”
Bu üç sporcu, o gün ortak eylemleriyle kurdukları dostluklarını ömürlerinin sonuna kadar sürdürdüler. Aralarında yazışmaya, görüşmeye, buluşmaya devam ettiler. 2006 yılında Peter Norman 64 yaşında vefat ettiğinde onun 200 metre Avustralya rekoru halen kırılamamıştı. Cenaze töreninde Norman’ın tabutu Carlos ve Smith’in omuzlarındaydı.
Aynı dönemin simge haline gelen siyah sporcularından biri de dünya ağır sıklet boks şampiyonu Muhammed Ali idi. Onun ringlerdeki muhteşem boks maçlarının yanı sıra siyah hareketini sahiplenişi ve Vietnam savaşı karşısındaki tutumu adının hafızalarımıza kazınmasını sağladı.
Mississippi vadisinde kaybedilen Vietnam savaşı
1963-73 yılları arasında süren Vietnam işgali ABD’nin yenilerek çekilmesiyle sonuçlandı. Dünyanın en güçlü silah donanımına sahip olan ABD ordusunun 1970’e gelindiğinde Vietnam’a yığdığı asker sayısı 540 bine kadar yükselmişti. Vietnam savaşta milyonlarca insanını kaybetti. ABD 58 bin askerini yitirdi. Ancak Amerikan kamuoyunda 1965’ten itibaren giderek güçlenen savaş karşıtlığı, 1968’den itibaren cephedeki askeri birliklerde de karşılık bulmaya başlamıştı. Martin Luther King suikastla öldürüldüğünde Vietnam’da siyah askerlerin bulunduğu iki birlikte isyan çıkmıştı. İlerleyen yıllarda asker grevleri yaygınlaşacak, askerlerin operasyonlara çıkmayı reddetmesi, hatta askerleri operasyona zorlayan komutanların “şüpheli ölümleri”, 1970’lerin başlarına gelindiğinde bu devasa savaş aygıtını güçsüz hale getirecekti. 1973’e gelindiğinde Amerikan toplumunun artık %65’i savaşa karşıydı. ABD siyasal sistemi sarsılmaya başlayacak ve savaş sürdürülemez hale gelecekti.
Vietnam’ı işgal eden ABD ordusunda siyah askerlerin oranı ABD nüfusundaki siyahların oranından fazlaydı. Vietnam’da dönüşümlü olarak görev almış 1,5 milyon askerin yaklaşık 300 bini Afro-Amerikan idi. Ordu birliklerinde ırk ayrımı resmiyette ortadan kalkmıştı ama fiiliyatta devam ediyordu. Askeri hiyerarşide yukarılara doğru çıkıldıkça siyahların sayısı seyrekleşiyordu.
Siyah hareketi, ABD’deki savaş karşıtı hareketin güçlü dinamiklerden biriydi. 1965’te siyah öğrenciler Vietnam’da ölen bir arkadaşlarının ardından “askere gitmeme, beyaz Amerika’nın çıkarları için savaşmama” çağrısı içeren bir bildiri dağıttılar.
Dünya ağır sıklet boks şampiyonu Muhammed Ali Vietnam savaşına karşı çıktığı için askere gitmeyi reddetti. 1967’de yaptığı tarihi konuşmasında siyahların uğradığı zulümleri özetliyor ve beyaz egemenliğine meydan okuyordu: “Onları ne için vuracakmışım? Onlar bana zenci demediler, beni linç etmediler, köpeklerini üzerime salmadılar, ulusal kimliğimi benden çalmadılar. Öleceksem burada ölürüm. Sizinle çarpışarak ölürüm. Benim düşmanım sizsiniz. Vietkonglar, Çinliler, Japonlar değil… Özgürlüğümü istediğimde karşımdaydınız. Adalet istediğimde karşımdaydınız. Eşitlik istediğimde karşımdaydınız. Dini inancım için bile bana Amerika’da destek vermezken başka yere gidip sizin için savaşmamı istiyorsunuz…”
Muhammed Ali’nin unvanını ve pasaportunu aldılar, boks lisansını iptal ettiler. 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırdılar. Muhammed Ali, yanıtıyla ABD egemenlerini bir kez daha nakavt ediyordu:
“Beni hapse mi tıkmak istiyorsunuz? Olur, istediğinizi yapabilirsiniz. 400 yıldır zaten hapisteyim. Üç beş yıl daha yatacakmışım ne çıkar. Ama katillere yardım edip fakirleri öldürmek için 15 bin km’lik bir mesafe kat etmeyeceğim.”[*]
Vietnam halkının işgale karşı kahramanca direnişi Amerikan emperyalizminin yenilgiye uğramasının temel sebebi oldu kuşkusuz. Ancak bu direnişin Amerikan ordusuna verdirdiği kayıplar, genç bedenlerin savaştan ceset torbası içinde geri dönmesi ya da uzuvlarını kaybetmiş, yaralanmış on binlerce yoksul Amerikalının hem cephede hem de döndüklerinde memleketlerinde yaşadığı hayal kırıklığı, ABD’de savaş karşıtlığının beyazlar içerisinde de hızla yükselmesini beraberinde getirmişti. Bu durum, karşılaştığı muazzam direniş karşısında pek başarı şansı bulunmayan ABD emperyalizminin savaş iradesinin kırılmasında önemli bir rol oynadı. Şayet savaş karşıtı hareket olmasaydı, ABD devleti on binlerce genç vatandaşını harcamaya, milyonlarca Vietnamlıyı daha öldürmeye niyetliydi. Nitekim 1969 tarihinde ABD Başkanı Nixon, savaş karşıtlarını vatana ihanetle suçlayıp, protestoların hiçbir etkisinin olmayacağını ilan etmesine rağmen, yıllar sonra yayınladığı anılarında, savaş karşıtı hareketin, savaşı yoğunlaştırma planlarını bozduğunu itiraf edecekti. Gerçekten de Vietnam, Laos ve Kamboçya’da atılan bombaların miktarı 2. Dünya Savaşında Avrupa ve Asya kıtalarında atılan toplam bomba miktarının iki katından fazlaydı ve bu katliama ABD içinden dur denmeseydi, emperyalizmin vahşiliğini dizginleyecek bir iç mekanizması bulunmuyordu.
1973’te ABD Vietnam’dan çekilirken, New York Times gazetesinde hükümete yakın bir yazarsa şu itirafta bulunuyordu: “ABD savaşın kaybeden tarafı olarak görünüyor. Tarih kitapları bunu böyle yazmak zorunda… Biz savaşı Mekong Vadisinde (Vietnam’da) değil, Mississippi Vadisinde (Amerika’da) kaybettik.”
Kara Panter Partisi
Siyah Güç hareketinin içinden doğan Öz Savunma İçin Kara Panter Partisi, 1966’da California’nın Oakland kentinde Huey Newton ve Bobby Seale tarafından kuruldu. Sivil haklar hareketinin sınırlı başarıları ile yetinmeyen ve daha radikal bir politika benimseyen bu parti, 1970’li yılların başlarına kadar etkili oldu. Politik etkisi ve mücadele yöntemi dünya çapında ilgi gördü. 1970 yılına gelindiğinde ABD’nin 68 kentinde şubesi bulunuyordu. Kara Panter gazetesinin tirajı ülke çapında yüz binlere ulaşmıştı.
Kara Panterler Frantz Fanon ve Malcolm X’in fikirlerinden etkilenmişti. Ezilenlerin milliyetçiliğini savunuyorlardı. Parti siyahların yaşadığı gettolarda mahalleler temelinde örgütleniyordu. Silahlı öz savunmayı örgütlemesi ve askeri disiplini, yoksul siyah kitlelerde güven duygusu uyandırıyordu. Irkçı faşistler, siyahlara saldırdıklarında kendilerinin de kayıp vereceklerini bilmeliydiler. Faşistleri caydırmanın başka yolu yoktu…
Silahlı Kara Panterler siyahların yaşadıkları gettolarda devriye gezerek mahalle sakinlerini polis saldırılarına ve ırkçılara karşı koruyordu. Parti bütün siyahların silahlanmasını, başta askerlik hizmeti olmak üzere beyaz Amerika’ya karşı bütün yükümlülüklerden bağışık tutulmalarını, hapisteki bütün siyahların salıverilmesini, ABD’nin yüzyıllardır süren ırkçı sömürünün bedeli olarak siyahlara tazminat ödenmesini talep ediyordu. 1960’ların sonlarında üye sayısı iki bini aşan örgüt, Siyah Güç hareketinin en önemli bileşeni haline gelmişti.
Örgütün politik etkisi üye sayısının çok ötesindeydi. Partinin etkili bir gazetesi vardı. Gazeteden yayılan sloganlar ve resimler siyah gettoların duvarlarını süslüyordu. Yapılan bir araştırma siyahların %90’ının yani milyonlarca siyahın Kara Panter Partisine sempatiyle baktığını gösteriyordu. Parti, mahallelerde örgütlediği sosyal faaliyetler sayesinde on binlerce kişiyi aktive ediyordu.
ABD egemenlerini asıl korkutan, örgütün siyahlar dışındaki muhalif kesimlerle kurmaya çalıştığı ilişkiydi. Örgütün “10 nokta” programı (10 maddelik talepler dizisi) toplumun diğer sol, demokrat ve ezilen kesimleriyle bir araya gelmesini hedefliyordu. Bu talepler siyahların yanı sıra diğer ezilen ırkların özgürlüğünü, herkese çalışma hakkını, ücretsiz eğitim ve sağlık hakkını, ırkçı cinayetlerin durdurulmasını, kültürel soykırımın durdurulmasını ve tüm politik tutsakların özgür kalmasını içeriyordu.
Parti dönemin karakterine uygun olarak Maoizmi benimsemişti. 1950’li yıllardan itibaren dünyada resmi komünist hareket Çin ve SSCB bürokrasilerinin siyasi yönelimleri temelinde ayrışmıştı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) kapitalizm ile “barış içinde bir arada yaşamayı” savunuyordu. Çin Komünist Partisi (ÇKP) ise SBKP’yi ulusal kurtuluş hareketlerine sırt çevirerek ezilen uluslara ihanet etmekle suçluyor, ulusal kurtuluş hareketlerinin hamiliğini üstleniyordu. Çin, milliyetçi devrimci hareketlere siyasi destek; Maoizm ise ideolojik zemin sunuyordu.
Siyah milliyetçiliği temelinde kurulan Kara Panter Partisi ABD içindeki diğer azınlıklarla, Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki devrimci mücadelelerle de dayanışma içerisindeydi. Vietnam, Kuzey Kore ve Çin’deki partilerle temaslar kurulmuştu. Hatta partinin bazı üyeleri Vietnam’da ABD ordusuna karşı savaşmaya gitmişti. Partinin sürgündeki liderlerinden Eldridge Cleaver Fransa’ya karşı savaşarak 1962’de bağımsızlığını kazanan Cezayir’de Kara Panter Partisinin temsilciliğini kurmuştu.
Uluslararası alanda Cezayir, Filistin, Vietnam gibi ülkelerdeki ulusal hareketleri destekleyen dönemin tanınmış aydınları, ABD’deki Kara Panter Partisini destekliyor, harekete meşruiyet ve popülerlik kazandırıyordu. Partinin davetiyle ABD’ye gelen Avrupalı aydınlar, siyahların yaşadığı gettoları gezince “ABD’de sınıf savaşının bitmediğini” keşfediyor ve bunu açıkça da dillendiriyorlardı.
Parti, ABD’deki muhalif aydınlar ve sanatçılar nezdinde de destek bulmuştu. Elbette ABD egemenleri de boş durmuyordu. FBI, ilerici hareketlere destek veren aydınlara ve sanatçılara yönelik yalan haberler üretiyor, itibarsızlaştırma kampanyaları yürütüyordu.
Kapitalizmin 2. Dünya Savaşı sonrası yaşadığı muazzam ekonomik büyüme temposu 1965’den itibaren yavaşlama eğilimine girmişti. Latin Amerika’dan Afrika’ya ve Asya’ya kadar yayılan ulusal kurtuluş mücadeleleri genç nüfusu etkiliyordu. ABD emperyalizmi Vietnam’a yüz binlerce asker yığmış ve sert bir direnişle karşılaşmıştı. ABD Kongresi, öğrencileri askerlikten muaf tutan yasayı kaldırıyor, üniversite gençliğini Vietnam batağına sürmek istiyordu. Buna ABD gençliği “Gitmiyoruz!” kampanyalarıyla yanıt veriyordu. Savaş karşıtı gençlik hareketleri ve ABD emperyalizminin insanlık suçlarına karşı yükselen tepkiler, ırkçılığa karşı mücadeleyle müttefik hale geliyordu.
Tüm bu hareketler ABD toplumunun ırkçılık kirinden arınması yolunda mesafe kat etmesini sağlayacaktı elbette. Devrimci bir parti önderliğinde yürüyen işçi sınıfı hareketi olsaydı, siyah hareketi hiç şüphesiz bunun en önemli müttefiki haline gelebilirdi. Yokluğu koşullarında ise bu tür ilerici-devrimci hareketlerin kendi başlarına kapitalist düzeni ortadan kaldıracak bir mücadele programı edinmesi mümkün değildi.
60’ların ve 70’lerin dünyasında devrimci-demokratik nitelikteki ulusal hareketlere küçük-burjuva radikalizmi damgasını vuruyordu. Bu durum, bu tür hareketleri devletlerin istihbarat teşkilatlarının kirli oyunları karşısında daha açık ve savunmasız hale getiriyordu. Nitekim ABD, bir yandan bazı yasal ödünler verip sosyal yardım programlarıyla siyahların tepkilerini yumuşatmaya çalışırken siyahların örgütlü güçlerini zayıflatacak her türlü “derin” çalışmayı icra etti.
FBI, Kara Panterleri “en büyük iç güvenlik tehdidi” olarak tanımlamıştı. McCarthy döneminde ABD’deki komünist hareketi yok etmek için yürütülen istihbarat programı (Cointel Pro) bu sefer Kara Panterlere karşı devreye sokuldu. Chicago, New York ve California’da polisle Kara Panterler arasında silahlı çatışmalar yaşandı. Örgüt liderleri hapsedildi. Partinin bazı lider kadroları, ev baskınlarında infaz edildi. Parti içinde karışıklık çıkarmak için ajanlar görevlendirildi. FBI, parti içinde ajan-provokatörlük ve dezenformasyon faaliyetlerini sistemli biçimde yürüttü.
Parti yoksul mahallelerde dayanışma ağları örmüştü. Gettolara ırkçı polis ya da çeteler giremiyordu. Bu gettolar bir nevi özerkleşmişti. FBI, polisin giremediği bu gettolara uyuşturucuyu ve mafyayı soktu. Bir zamanlar devrimci direnişiyle anılan Harlem gibi mahalleler ilerleyen yıllar içinde uyuşturucuyla ve sokak çeteleriyle anılır hale geldi. Gençleri devrimci kavgadan uzak tutmak için uyuşturucu batağına sürükleyip direniş merkezleri olan gettoları yozlaştırdılar. Siyahların pek azı burjuva sınıfa dâhildi. ABD kapitalizmi ezici çoğunluğu yoksul olan siyahlara sınıf atlayabilecekleri hayali pompalamalıydı. Lisede okuyan yoksul gençler sporcu bursu kazanarak çok pahalı üniversitelerde okuyabilir ya da müzikte, sahne sanatlarında elde edecekleri başarılarla ünlü olup sınıf atlayabilirlerdi!
Kara Panter Partisinin ileri gelenleri hapsedildi. Kara Panterler cezaevlerinde de direndiler, örgütlenme çabalarını sürdürdüler. Fakat sınıflar mücadelesinin katı gerçekleri hükmünü icra edecekti. Kararlılık, cesaret ve irade devrimci bir mücadelenin zafere ulaşması için gerek şarttır ama yeter şart değildir. Nitekim Kara Panterler 70’li yılların başlarından itibaren güç kaybetmeye başladılar. Mücadeleci unsurlar elimine edilmişti. 70’lerin ortalarında üye sayısı azalan Parti radikalizmden uzaklaşarak çalışmalarını siyahların mahallelerine sosyal hizmetler götürülmesi talepleriyle sınırlandırmaya başladı. Partinin ılımlı kanadı ABD sisteminin yasal sınırları içerisindeki bir sivil toplum kuruluşuna dönüştü. Radikal kanat ise lider kadroları arasındaki anlaşmazlıklar sonucunda 1982 yılında partiyi feshetti.
* * *
Kara Panter Partisi ve genel olarak Siyah Güç hareketi içerisindeki “kendi kaderini tayin hakkı” düşüncesi, yerel otonom bölgeler oluşturmaktan güney eyaletlerinde federal bağımsızlık elde etmeye varan çeşitli eğilimler barındırıyordu. ABD’nin demografik ve sosyal yapısı bu bağımsızlıkçı eğilimin tutarlı bir programa sahip olmasına imkân tanımıyordu. Siyahlar ülke nüfusunun %11’ini oluşturuyordu ve ülke sathına yayılmış halde yaşıyorlardı. Siyahların ülkedeki diğer ezilen etnik kimliklerle bir araya gelseler bile ABD burjuva devletini yenecek gücü yoktu. Beyaz işçilerin özellikle muhafazakâr kesimleri ırkçılıkla zehirlenmişlerdi. Ortalama yaşam standartlarının siyahlara göre biraz daha iyi olması kendilerini ayrıcalıklı hissetmelerine neden oluyordu. Beyazlarla siyahları yan yana getiren eylemlilikler de yaşandı. Örneğin 1967’de otomotiv sanayi kenti Detroit’deki ayaklanmada Polonya kökenli yoksul beyazlar da siyahların yanında yer aldılar. Bu birliktelik bazı yerel grevlerde de devam etti. Keza Vietnam savaşına karşı gösteriler siyahlarla beyazları yan yana getirdi ve bu birliktelik ABD emperyalizmini Vietnam’da yenilgiye sürükledi.
1950’lerde siyah nüfusun sadece %20’si seçmen olarak kayıtlıydı. 1970’lere gelindiğinde bu oran %60’ın üzerine çıkmıştı. Üniversiteye gidebilen siyah gençlerin sayısı onlarca kat arttı. Siyahların mücadeleyle kazandığı haklar siyah burjuva ve küçük-burjuvaların sayısında göreli artışa yol açtı. Serbest meslek sahipleri, parlamenterler, senatörler, belediye başkanları arasında artık daha fazla siyah görülüyordu. Hatta 2008’de, egemenler, ABD’nin Irak işgalinin ardından bozulan imajını düzeltmek ve sistemi aklamak için bir siyahı, Obama’yı, başkanlık makamına oturtma noktasına geldiler. Ancak siyahlarla beyazların ortalama gelir düzeyleri arasındaki fark kapanmadı. 2020 yılı itibarıyla ABD’de siyah bir ailenin ortalama yıllık geliri 41 bin dolarken, beyaz bir ailenin ortalama geliri 66 bin dolardır.
1960’larda ırkçılığın ve sömürünün türediği bataklığı, yani kapitalizmi alt etme potansiyel gücü beyazıyla siyahıyla sadece ABD işçi sınıfının elindeydi; halen de öyledir. Proleter sınıf temeline dayalı, iktidar perspektifine sahip devrimci komünist bir örgütün ve devrimci bir işçi sınıfı mücadelesinin yokluğu koşullarında yoksul siyah kitlelerin ırkçılığa ve kapitalizme karşı öfkesinin küçük-burjuva radikalizminin kanallarına akması kaçınılmazdı.
Siyahların barışçıl yöntemlerle sürdürdüğü sivil haklar mücadelesinden gettolardaki silahlı çatışmalara ve cezaevlerindeki direnişlere kadar yaşanan tüm mücadeleler ırkçılığın geriletilmesinde ve bazı yasal kazanımların elde edilmesinde etkili olmuştur. Öte yandan yürütülen bu mücadelelerin ezilenlerin hafızasına kazınması da çok önemli bir tarihsel kazanımdır. Haklı bir dava uğruna mücadeleye girişen ezilenler, dünyanın en güçlü ve müreffeh sayılan ülkesinde bile sisteme kafa tutabilmiştir. Milyonlarca insan özgürlük ve eşitlik uğruna yaşamlarını ortaya koymaya hazır olduklarını bir kez daha ispat etmişlerdir. Bugün ABD’de başlayıp dalga dalga dünyaya yayılan ırkçılık karşıtı protestolar, ezilen siyahların isyan geleneklerinden doğuyor, tarihsel köklerinden güç alıyor. Toplumsal mücadeleler zaman içinde kaybolup gitmezler, toplumsal hafızanın derinliklerinde yer edinirler. Günü gelir mücadelenin ateşi yeniden harlanır. Mücadele bayrağı gelenekten geleceğe taşınır.
link: Serhat Koldaş, ABD’de İsyan Büyüyor, Tarihsel Kavga Devam Ediyor /5, 24 Şubat 2021, https://marksist.net/node/7269