9 Nisan 1917 sabahı 32 Bolşevik devrimci, liderleri Lenin ile birlikte Zürih tren istasyonunda, mühürlü bir trenle çok zorlu bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorlardı. Hemen hemen hiç kimse, hem siyasi hem de hayati riskler içeren bu yolculuğun tarihin akışını değiştirecek bir müdahalenin ilk adımı olduğunun farkında değildi belki. Ama bu yolcuların hepsi bir an önce Rusya’ya dönüp doğrudan mücadele sahasının içinde olmaları gerektiğini yüreklerinde hissediyorlardı. Zorba Çarlık rejimi devrilmişti ve devrim yolunu arıyordu. Uzun yıllardır büyük mücadelelerin içinde pişmiş bu devrimcilerin Rusya’da yapacak çok işleri vardı.
Aslında devrim haberi ulaşıncaya kadar hiçbiri bu devrimin bu kadar yakın bir zamanda gerçekleşeceğine dair bir düşünceye sahip değildi. Rusya’da 8 Martta (Jülyen takvimine göre 23 Şubatta) başlayan devrimden henüz 1,5 ay kadar önce, 22 Ocak 1917’de, Lenin İsviçreli genç devrimcilere seslenirken şöyle diyordu: “Biz eski kuşakların ömrü, yaklaşan devrimin son kavgalarını görmeye vefa etmeyebilir. Ama İsviçre ve bütün dünya sosyalist hareketinde harikulâde bir şekilde çalışan gençliğin, yaklaşan proleter devriminde yalnızca kavga verme değil, aynı zamanda kazanma bahtına da erişeceğine dair umudumu ve güvenimi ifade edebilirim.”[1] Lenin, devrimin gerçekleşeceğinden en küçük bir şüphe duymuyor, gelmekte olanı görüyor ama bunun bu kadar yakın bir zamanda gerçekleşeceğine ihtimal vermiyordu.
Lenin devrimi görmeye ömrünün yetmeyebileceğini düşünüyordu ama bir yandan da devrimi yönetmeye en yüksek gelişkinlikte hazırlamıştı kendini ve örgütünü. Çünkü devrimciler için doğru anlayış tam olarak buydu. Devrimin zamanı ve patlak vereceği yer ne devrimciler tarafından ne de egemenler tarafından tam olarak kestirilebilir şeylerdir. Devrim kitlelerin belirli koşullar altında kendiliğinden harekete geçmesinin bir ürünü olarak ortaya çıkar. Ama önemle vurgulamak gerekir ki, burada sözü edilen kendiliğinden harekete geçme “bulutsuz bir gökyüzünde birdenbire çakan şimşek” gibi bir anlam içermez. Tabandaki öncülerin ve işçilerin siyasi fikirlere sahip olmadıkları anlamına da gelmez. Devrim, sayısız mücadeleden deneyimler biriktirmiş öncü işçilerin ve bunların yıllar boyunca etkiledikleri, güven oluşturdukları ve artık eskisi gibi yönetilmeye razı olmayan işçi kitlelerinin dirayetli, sebatlı mücadeleleri ile mümkün olabilir. Kitleleri bu noktaya getiren, devrimi hazırlayan, sayısız sürecin ve olayın birikimidir. Kitleler kendiliğinden harekete geçer ama bu harekete geçiş hem kapitalist sistemin hem de ona karşı mücadele eden unsurların beslediği büyük bir birikimin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu noktada devrimcilerin görevi, kitlelerin açığa çıkan muazzam enerjisini işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesini sağlayacak kanallara akıtmak üzere, gelişmelere yön verecek politikaları örgütlü biçimde hayata geçirmektir. Ki, bunun için devrimci öncünün devrime her bakımdan hazır olması gerekir.
Şubat Devrimine yol açacak ilk gösteriler ve grevler başladığında ne devrimciler ne de egemen sınıf bunların ulaşacağı düzeyi öngörebilmişti. Gelişmelerin niteliği de ancak yaşanırken anlaşılabilmişti. Bolşevik Partiye sızmış “Limonin” takma adlı ajan, 26 Şubatta, Çarlığın gizli polis örgütü Ohkrana’ya yazdığı raporda bu durumu net biçimde anlatıyordu: “Başlayan hareket, herhangi bir parti tarafından hazırlanmadan ve bir eylem planının ön görüşmesi yapılmadan alevlendi. Devrimci çevreler, ancak hareketin başarısını mümkün olan en geniş sınırlara kadar geliştirme arzusunun fark edilir hale geldiği ikinci günün sonuna doğru tepki vermeye başladı.”
Ancak koşulların emekçi kitleleri bu yöne doğru sürükleyeceği devrimciler tarafından pekâlâ öngörülebilir, beklenir gelişmelerdi. Bu durum da devrimcilerin omuzlarına devrimin önlerine çıkaracağı meselelere öncesinde hazırlanma görevini yüklüyordu. Emperyalizm çağında artık nesnel temelleri olgunlaşmış, bu nedenle güncel bir mesele olan işçi devrimine yarın olacakmış gibi hazırlanma bilincine sahip olmak bu yüzden devrimciler için önemli bir sorumluluktu. Ömürleri devrimin son kavgalarını görmeye yetmiyorsa da, yeni gelen devrimci kuşaklara bayrağı en yukarı taşınmış olarak devretmek de en erdemli görev.
Lenin bu bilince en yüksek düzeyde sahip bir devrimci önderdi. Bu yüzden ufukta görünmediği zaman dilimlerinde bile devrim için hazırlanmayı, dönemin görevlerini devrim hedefine bağlayacak biçimde yerine getirmeyi esas işi olarak görüyor ve bunun gereklerini hayata geçiriyordu. İsviçreli genç sosyalistlere seslenirken yakın zamanda gerçekleşecek bir devrim beklemediğini ifade etse de her bakımdan kendisi ve örgütü devrime hazırlanmıştı. Almanya üzerinden onları Petersburg’a[2] götürecek trene de devrimi menziline ulaştıracak müdahaleleri yapacak yetkinlikte bir örgütün lideri olarak binmişti. Bunun anlaşılması uzun sürmeyecekti.
Devrime hazır bir liderlik
Lenin ve yoldaşlarını mühürlü bir trenle yollara düşüren Şubat devrimiyle Çarlık yıkılmış ve toplumsal özgürlüğe doğru yürünecek yolların kapısı aralanmıştı. Burada 1902-1917 yılları arasında yaşanan mücadelelerin, ayaklanmaların ve 1905 devriminin deneyimleriyle beslenen, yengi ve yenilgilerden çok şey öğrenen öncü işçilerin ve onların işçi kitleleri üzerindeki etkileri bütün çıplaklığıyla kendini göstermişti.
Troçki şöyle anlatıyordu bu devrimin gerçekleşmesini sağlayan faktörlerden en önemlisini: “... genel kitle değil. 1905 Devriminden, Semyonovskiy Muhafız Alayının ezdiği Aralık 1905’teki Moskova ayaklanmasından geçen Petrograd ve tüm Rusya işçileri kitlesiydi gerekli olan: bu kitlenin içinde 1905 deneyimi üzerine düşünen, Liberal ve Menşeviklerin anayasacı yanılsamalarını eleştiren, devrim perspektiflerini özümleyen, ordu problemini sayısız kez inceleyen, bu çevrede olup biteni yakından gözleyen ve gözlemlerinden devrimci sonuçlar çıkartabilen ve bunları başkalarına da iletebilen işçilerin bulunması gerekiyordu. Son olarak, garnizonun içinde eskiden kazanılmış veya en azından devrimci propagandanın etkisi altına girmiş ileri fikirli askerlerin bulunması gerekiyordu. Her fabrikada, her şirkette, her askeri bölükte, her kahvede, ordu hastanelerinde, her istasyonda ve hatta terkedilmiş köylerde moleküler düzeyde bir devrim fikri ilerleme kaydediyordu. Her yerde kendisinden bilgi edinilen ve ağzından çıkacak söz beklenilen yorumcular bulunuyordu. Bunların çoğu işçiydi. Bu sıra başları genellikle kendi başlarına bırakılmışlardı, çeşitli yollardan kendilerine ulaşan devrimci genelleme kırıntılarıyla besleniyorlardı, liberal gazetelerin satır aralarını okuyarak kendilerine gerekli olanı kendi başlarına buluyorlardı. Sınıf içgüdüleri siyasi kriterle incelmişti ve tüm fikirlerini sonuna dek götüremeseler de, düşünceleri yine de aralıksız, inatla, her zaman aynı yönde ilerliyordu. Tecrübe, eleştiri, inisiyatif, özveri gibi unsurlar kitlelerin içine yayılıyor ve bilinçli bir süreç olarak devrimci hareketin içsel, ilk bakışta kavranılamayan, ama yine de belirleyici mekanizmasını oluşturuyordu.”[3]
Bunları anlattıktan sonra da, şimdi “Şubat devrimini kim yönetti” sorusuna net bir cevap verebiliriz diyerek çok önemli bir gerçeğin altını çiziyordu: “özellikle Lenin’in parti okulundan yetişmiş, bilinçli ve iyi pişmiş işçiler.”[4] İşçi devrimini başarıya ulaştıracak bir yol gösterici ve örgütleyici olarak bu niteliklere sahip bir devrimci partiyi yaratmak ve her koşulda ayakta tutmak Lenin’in en önem verdiği görevdi. En zor dönemlerde bile tavizsiz davranarak örgütünü hep sağlam tutmuştu. Emperyalist savaşın zorlu koşullarında dahi Bolşevik Parti kesintisiz biçimde işçi sınıfı içerisinde çalışmalarını yürütmüş, öncü işçilerin devrimci bilincini yükseltmiş, işçi sınıfının en mücadeleci unsurları içinde kök salmıştı. Aydınlar üzerinde etkileri daha fazla olan diğer sosyalist partilerin aksine Bolşevikler işçi temelli bir örgütlenmeye sahiplerdi. Bu işçilerin arasında geçmiş mücadelelerin deneyimine sahip olan kayda değer sayıda Bolşevik militan vardı ama asıl ağırlığı genç işçiler oluşturuyordu. Lenin de örgütünün bu bileşiminden son derece memnundu. Haklı olarak geleceği genç kadroların enerjik mücadelesinde görüyordu.
Partinin üyesi olan işçilerin kayda değer bir sürekliliği vardı. Bu durum da parti çalışmalarına istikrar kazandırıyordu. Şubat devriminin hemen öncesinde Ocak 1917’de Bolşevik Partinin tahmin edilen üye sayısı 23 bin 600 idi. Yönetici komiteler Çarlık rejiminin azgın saldırılarına sürekli olarak maruz kalıyor ve dağıtılıyordu. Ama dağılan komitelerin yerini çok kısa sürede yenileri alıyordu. Büyük baskı altındaki illegal çalışma koşullarına rağmen faaliyetinin sürekliliğini sağlamayı başaran örgüt bu nedenle sosyalist örgütlerin içerisinde tabanda en güçlü olanıydı. Bu yönleriyle hem devrimin önlerine koyduğu görevleri yerine getirmeye hem de devrim koşullarında hızla büyümeye, bu büyümeyi sağlıklı biçimde gerçekleştirmeye hazırdı. Nitekim devrimci yükseliş döneminde bu temeller üye sayısını Nisan ayında 79 bine, Temmuz ayında ise 240 bine taşıdı.
Bolşevik Partinin bir başka önemli özelliği yıllar boyunca eğittiği kadrolarının çok yüksek düzeyde içselleştirdiği disiplindi. Bu disiplin, nice güçlüklerin yaşandığı deneyimlerin sonucunda siyasi liderliğin doğruluğuna dair kanaatin kuvvetle pekişmesiyle, sınıf temelli ve sınıfla çok güçlü bağlar kurularak yürütülen çalışmaların öğreticiliğiyle ve pek tabii ki yüksek devrimci bilinçle sağlanmıştı. Devrim sırasında hızla değişen koşullara karşı parti liderliğinin geliştirdiği taktiklerin hızlı değişimlerine uyum ancak böylesi bir disiplinle sağlanabilirdi.
Bolşevik Parti, devrime disiplinli bir örgüt yaratarak hazırlanmıştı. Nitekim Şubatla Ekim arasındaki süreçte partinin olağanüstü bir disiplinle gerçekleştirdiği geri çekilmeler ve atılımlar sayesinde işçi sınıfı iktidarı eline alabildi. Bolşeviklerin devrimi zafere ulaştıran öncü parti olmasını sağlayan, onun güçlü biçimde işçi sınıfı temeline sahip olması, bu nitelikteki kadrolarını yıllar içerisinde sürekli eğiterek yüksek düzeyde bir bilince ve disipline ulaştırması, mücadeleci genç işçileri her daim kendisine çekecek anlayışta olmasıydı.
Devrime hazır liderliğin doğru politikaları
Teorik ve politik konularda netliğe ulaşma ve bu netleşme sayesinde çıkardığı sonuçları sorunlara uygulama yeteneğini geliştirme Lenin’in örgütlenme konusuyla birlikte önem verdiği bir başka husustu. Uzun yıllar boyunca teorik sorunlarla büyük bir titizlikle ilgilenmiş, ayrım noktalarında ısrarlı tartışmalarla politik netleşme sağlamış ve ulaştığı sonuçlarla kadrolarını eğitmişti. Marksizmin yöntemini çok iyi kavramış bir önder olarak somut her yeni gelişmeyi geliştirdiği fikirlerin sınandığı bir zemin olarak görüyor, gerçeklere göre fikirlerini gerekirse değiştirmekten, mücadelenin kendisinden çıkan sonuçlarla daha ileri bir düzeyde yeniden formüle etmekten kaçınmıyordu. Gelişmeleri göz ardı edecek biçimde eski fikirlere saplanıp kalanları en acımasız biçimde eleştirmekten hiç bir zaman geri durmazdı. Örgütünü de bu düşünceleri ile sarsarak kendine getirmek için büyük bir enerjiyle çabalardı. Ona göre devrimci olan gerçeklerdi ve gerçeklerin gereği neyse derhal yerine getirilmeliydi. Lenin, mücadele içindeki işçilerin, partisinin ve onun liderliğinin sürekli kendisini eğitmesinin koşullarını yaratmak için büyük çabalar gösterdi ve bu olağanüstü çaba Rusya işçi sınıfını ve Bolşevik Partiyi devrime hazır hale getirdi.
1917 yılına yaklaşılan günlerde Lenin’in, Marx ve Engels’in işçi iktidarı hakkındaki metinlerini tekrar ve yoğun biçimde incelemesi, devrime hazır olma konusunda nasıl bir yaklaşım içerisinde olduğunu çarpıcı biçimde gösterir. Lenin’in bu çalışmalarından, “Uzaktan Mektuplar”, “Nisan Tezleri” ve “Devlet ve Devrim” gibi büyük öneme sahip, yol gösterici metinler çıkmıştı devrimci yükselişin içinde. Bu metinleri o dönemde Rusya’da işçi sınıfının mücadelesinin bir işçi iktidarını başarıya ulaştıracak nitelikte olduğunu kavrayamayan, eski Bolşevik fikirlere saplanıp kalmış yönetici kadroları dönüştürmek için kullanmıştı Lenin. Bu sayede de partisinin içindeki proleter devrim çizgisine uymayan eğilimi yenilgiye uğratmış, devrim de ancak böylece başarılı olma yoluna girmişti.
Lenin her ne kadar uzun yıllar boyunca Rusya’dan uzakta, sürgünde bir yaşam sürmüş olsa da devrim hedefine kilitlenmiş bir lider olarak işçi sınıfının içinde bulunduğu ruh halini, mevcut koşulların tetiklemesiyle onlarda oluşan devrimci eğilimin gücünü herkesten iyi tahlil ediyordu. İşçi kitleleriyle birlikte düşünme ve onların düşüncelerini hissetme yeteneği çok gelişmişti. Önemli siyasal dönüm noktalarında bu özelliği sayesinde oluşturduğu politikalar hep doğrulandı.
Lenin, devrimci işçi sınıfının politik hattını oluşturan fikirleri titizlikle geliştiriyordu. Ama en doğru fikirlerin bile tek başına hiçbir gücünün olmadığını daha başından bu yana çok iyi biliyordu. Bu fikirler örgütlü bir gücün fikirleri haline gelmezlerse dönüştürücü hiçbir yararları yoktu. Bu anlayışından hareketle sıkı bir örgütlenme faaliyetinden ve örgütlü unsurları eğitecek araçları yaratma mücadelesinden hiç taviz vermemişti. Nitekim örgütün yayın organının yüksek düzeyi ve etkin kullanımı Lenin’in örgütlenme anlayışının en temel unsurlarından biriydi. Bu nedenle partinin yayın organları parti komitelerine ve kadrolarına yol gösterme konusunda son derece işlevli oldular ve devrimci yükselişin sıcak günlerinde muazzam yararlar sağladılar.
Petersburg yolundan işçi iktidarının yoluna
Lenin ve onun kişiliğinden ayrı düşünülemeyecek, onunla bütünleşmiş Bolşevik örgütü bütün bu yönleriyle devrime hazırdı. Lenin’in Petersburg’a dönüş yolculuğunun öncesinde ve sonrasında yaşananlar ve Petersburg’a iner inmez ortaya koyduğu tutumlar bile onun kararlılığını ve devrime yol göstermeye hazır olduğunu açık biçimde gösteriyordu.
Lenin, devriminin haberini aldığı andan itibaren teyakkuza geçmiş ve Rusya’ya dönüş için yollar aramaya başlamıştı. Ne var ki dönüş için bir yol bulmak hiç de kolay olmayacaktı. Rusya’nın emperyalist savaştaki pozisyonunun devam etmesi için uğraşan İngiltere ve Fransa hükümetleri ve Rusya’daki geçici hükümet, savaşa karşı çıkan enternasyonalist sosyalistlerin Rusya’ya dönüşünü engellemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Rusya’nın savaşı sonlandırmayıp “savunmacı” pozisyonda kalması gerektiğini söyleyen milliyetçi sosyalistler ise İngiliz zırhlı gemileri ile Rusya’ya dönebiliyorlardı. Bunları Kadet’in önde gelen liderlerinden geçici hükümetin dışişleri bakanı olan Milyukov örgütlüyordu. Aynı Milyukov Rusya konsolosluklarına telgraf çekerek enternasyonalist sosyalistlerin dönüşlerinin engellenmesini istiyordu.
Uçakla gitmekten, sahte bir İsveç pasaportuyla, sağır dilsiz taklidi yaparak yola koyulmaya kadar binbir yolu düşünüp bunların olmayacağına kanaat getiren Lenin ıstırap içindeydi. Stockholm’deki bir yoldaşa gönderdiği mektupta, “Bilemezsin, böyle bir anda eli kolu bağlı oturmak ne büyük işkence!” diyordu. 17 Martta, Rusya’ya dönüş sorununu tartışmak üzere sürgün sosyalistler arasında yapılan bir toplantıda Menşeviklerin lideri Martov, “Alman hükümetiyle anlaşalım, Alman ve Avusturyalı tutsaklara karşılık, Almanya’dan geçmemize izin versinler” diye bir tasarı ortaya atınca Lenin bu öneriyi hemen benimsedi. Ancak Rusya’nın hâlihazırda savaşmakta olduğu bir ülke ile yapılacak işbirliği, Alman ajanı olarak nitelendirilme riskine fazlasıyla sahipti. Ayrıca geçici hükümetin dışişleri bakanlığının, Almanya üzerinden gelenleri tutuklamaya imkân veren bir kararı bulunuyordu. Bu yola başvurmak muazzam bir siyasi cesaret, kararlılık ve özgüven gerektiriyordu ki, Lenin bunların hepsine sahipti.
Nitekim ilerleyen günlerde geçici hükümet tam da bu söylemle, onu Alman ajanı olmakla suçlayarak hakkında tutuklama kararı çıkaracak ve Lenin Finlandiya’da saklanmak zorunda kalacaktı. Lenin en baştan itibaren sonrasında yaşanabileceklerin farkındaydı. Zürih’ten ayrılmadan kısa bir süre önce Krupskaya’ya “kuşkusuz Rusya’da yurtseverler çığlıklar atacaklar, ama buna hazırlıklı olmak zorundayız” diye yazmıştı. Ya İsviçre’de kalınacak, ya da Almanya üzerinden Rusya’ya geçilecekti. Başka hiçbir yol yoktu.
Martov ve diğer sosyalistler bu fikirden geri adım atarlarken Lenin kararını hızla verdi ve 18 Martta kendisiyle birlikte gelmek isteyen yoldaşlarına ilişkiye geçme çağrısı yaptı. “Her ne pahasına olursa olsun, hatta bizi cehennem bekliyor olsa bile gitmek zorundayız” diyordu. Öneriyi getirmesine rağmen Lenin’le birlikte “mühürlü tren”le Almanya üzerinden Rusya’ya gitmeye cesaret gösteremeyen Martov ise bunu ancak bir ay sonra 5 Mayısta hayata geçirebildi. Aralarında Lunaçarski’nin de bulunduğu 257 kişi ile Rusya’ya aynı yolla döndüler. Lenin’in bu kararlılığı, risk alma konusundaki cesareti ve en çirkef kara propagandaya bile göğüs germe konusunda kendine ve örgütüne duyduğu özgüven devrime rehberlik etmeye de ne denli hazır olduğunu gösteriyordu.
İşte bu atmosfer içerisinde yola çıkan Lenin ve Bolşevikler, Almanya üzerinden İsveç’e, oradan Finlandiya’ya ve nihayetinde Petersburg’a ulaşmalarını sağlayan 8 günlük zorlu bir yolculuk yaptılar. Lenin Rusya’ya vardıklarında tutuklanacaklarını düşünüyor ve yolculuk sırasında savunma konuşmaları hazırlıyordu. Finlandiya’ya vardıklarında ellerine yayın kurulunun başında Kamanev ve Stalin’in bulunduğu Pravda’nın son sayıları geçti ve onları okudular. Pravda’da, Alman ordusu imparatoruna bağlı kaldığı sürece, Rus askerinin de “yerinde sıkı durup kurşuna kurşunla, topa topla karşılık vermesi gerektiğini” anlatan yazıları görünce Lenin, Rusya’da, önce örgütünün önde gelen kadrolarına karşı sıkı bir mücadele vermesi gerektiğinin ayırdına iyice vardı. Finlandiya’dan Petersburg’a giderken trene binip kendisi ile görüşen askerleri dinledi ve onlara savaşa derhal son vermeye dair görüşlerini anlattı. Petersburg’a varmadan önce Beloostrov’da, aralarında Kamenev’le Stalin’in de bulunduğu bir Bolşevik heyeti trene bindi. Lenin, yıllardır görmediği Kamenev’i görür görmez, “Pravda’da neler yazıyorsunuz siz yahu? Birkaç sayı geçti elimize az önce, epey veriştirdik size!” diye sertçe çıkıştı.
16 Nisan gecesi nihayet Petersburg’daki Finlandiya Garına ulaştıklarında, Bolşevik Partinin Petersburg komitesinin organizasyonu ile birkaç bin işçi ve asker onları coşkuyla karşıladı. Öylesine önemli bir tarihsel olaydı ki bu karşılama, Lenin’in yaptığı konuşmanın ardından gardan ayrılırken pek çok şeyin değişeceğini orada bulunanların çoğu hissetmiş ya da anlamıştı. Lenin’i karşılamaya gelenlerin arasında Petersburg Sovyeti Yürütme Komitesinin Menşevik başkanı Çheidze de vardı. O anı Suhanov hatıralarında şöyle anlatıyordu:
“Başında melon bir şapka, yüzü donuk, elinde muhteşem bir buket çiçek, Lenin emperyal salona girdi, ya da daha doğrusu koşarak girdi. Salonun ortasında Çheidze’nin önünde sanki beklenmedik bir engele rastlamış gibi durdu. Ve burada Çheidze o hüzünlü halini hiç bozmadan, ruhunu ve lafzını açık etmekle yetinmeyip bir de ahlâk dersi verir edayla şu «hoşgeldin konuşması»nı yaptı: ‘Yoldaş Lenin, Petrograd Sovyeti ve tüm Devrim adına Rusya’ya gelişinizi selamlarız... Ama biz devrimci demokrasinin temel görevinin şu an için devrimimizi hem içerden hem de dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya karşı savunmak olduğunu düşünüyoruz... Sizin de bu amaçları izleyeceğinizi umarız.’ Ve Çheidze sustu. Bu beklenmedik çıkış karşısında apışıp kaldım... Ama Lenin muhakkak ki bu tür durumlar karşısında nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Tutumu çevresinde olup biten hiçbir şeyi umursamayan birinin tutumuydu. O yana, bu yana bakıyor, yüzleri inceliyor, buketini (cüssesiyle hiç de uyumlu değildi) düzelterek «emperyal» salonun tavanını süzüyor ve sonra da Yürütme Komitesi heyetinin bulunduğu tarafa dönerek şöyle «cevap» veriyordu: ‘Değerli yoldaşlar, askerler, denizciler ve işçiler sizin şahsınızda Rus devrimini selamlamaktan, sizi dünya proleter ordusunun öncüsü olarak selamlamaktan mutluyum ... Yoldaşımız Karl Liebknect’in çağrısı üzerine, halkların silahlarını sömürücü kapitalistlere çevirecekleri saat hiç de uzak değil... Tarafınızdan yapılan Rus devrimi yeni bir çağ başlatmıştır. Yaşasın dünya sosyalist devrimi! ...’”[5]
Lenin’i karşılayan askerler onu coşkuyla alıp zırhlı bir araca bindirdiler. Aracın önü yol boyu defalarca işçilerce kesildi ve Lenin Gardaki konuşmasının benzerini her seferinde tekrarladı. Bolşevik Partinin karargâhına varıldıktan sonra yapılan toplantıda Petersburglu parti kadrolarına aynı içeriği iki saat boyunca etkili biçimde anlatan Lenin “Bizim parlamenter bir cumhuriyete, bir burjuva demokrasisine ihtiyacımız yok; işçi, asker ve tarım işçisi vekilleri sovyetlerinin dışında hiçbir hükümete ihtiyacımız yok!” diyordu. İşçi devrimine her hücresiyle hazır Bolşevik lider Petersburg’a ayağını basar basmaz gidişata damgasını basıyor, Petersburg’un en mücadeleci işçilerinin politik arzularını söze döküyordu. İktidarı burjuvaziye bırakmak istemeyen işçi önderleri, Lenin Rusya’ya dönene kadar partiyi yöneten kadroların yarattığı kafa karışıklığından kurtuluyor, hedefe kilitlenmelerini sağlayan sözleri söyleyen liderlerinin arkasına geçiyorlardı. Bu irade zamanla partinin kafası karışık tüm yöneticilerini de hizaya sokacak, işçi iktidarı için topyekûn biçimde savaşacak güçlü bir önderliğin oluşmasını sağlayacaktı.
Petersburg’a ulaştığı Nisan ayından Rus işçi sınıfının iktidarı tümüyle eline aldığı Kasım ayına kadar Lenin stratejik ve taktik dehasını ortaya koydu ve her adımda giderek daha fazla işçi, asker ve yoksul köylüyü “Tüm İktidar Sovyetlere” şiarıyla mücadelenin içine çekerek onlarla birlikte zafere yürüdü. Bunu ancak devrime her bakımdan hazır bir önderlik başarabilirdi. Lenin ve onunla bütünleşmiş Bolşevik örgüt yıllar boyunca yürüttükleri mücadelelerle bu hazırlığı layıkıyla yapmışlardı. Sonuca da bu hazırlıkla ulaştılar. Kendilerinden sonra gelen devrimcilere de devrime nasıl hazırlanılması gerektiğini gösteren hazine değerinde bir deneyim bıraktılar. Devrimin sonrasında da işçi iktidarını inşa etme savaşımı ve enternasyonalist komünist mücadeleyi güçlendiren atılımları ile etkili bir geleneğin oluşmasını sağladılar.
20. yüzyıl başında Avrupa’daki güçlü işçi partileri, Marx ve Engels’in sosyalizme doğru atılacak adımların olmazsa olmaz başlangıç noktası olarak gördükleri işçi devrimini uzak bir geleceğin meselesi olarak görmeye başlamışlar, parlamenter budalalıkların esiri haline gelmişlerdi. Bu eğilime kapılmayan devrimciler ise bu partilerde etkisizleşmişti. Ne yazık ki bağımsız sınıf politikası yürütecek devrimci örgütlenmeleri yaratmak için de kayda değer adımlar atamamışlardı. Emperyalist paylaşım savaşının yarattığı etkilerle bir dizi ülkede devrimci durumlar yaşandığındaysa haliyle bunlara gerekli hazırlıklardan yoksun biçimde yakalanmışlardı. Oysa Lenin, Marx’ın ve Engels’in görüşlerine tam bir bağlılıkla politik fikirlerini oluşturduğu için devrimin güncelliğinin farkında olarak hazırlıklarını sürdürmüş, devrimci durumda işçi sınıfına kılavuzluk edecek net görüşleri ve örgütlenmeyi oluşturmuştu. Bu ikisinin arasındaki fark devrimlerin sonlarını dramatik biçimde belirledi. Pek çok ülkede devrimler yenilgiye uğrarken Rusya’da tarihin ilk muzaffer işçi devrimi Bolşevikler önderliğinde gerçekleşti.
Elif Çağlı’nın belirttiği gibi, devrimci dönemler işçi sınıfının devrimci partisinin öncülüğünü büsbütün zorunlu kılmaktadır: “Ne var ki daha önceden bu doğrultuda bir hazırlık çalışması yürütülmemişse, ihtiyaç duyulan örgütlülüklerin toplumsal yaşamdaki ani değişim dönemeçlerinde bir anda yaratılamayacağı açıktır. İşte bu noktada, ancak belirli bir koşulda çözümlenebilecek bir problem yer alıyor. Şöyle ki, toplumda devrimin çok uzak bir ihtimal olarak algılandığı dönemlerde genelde reformizm ve buna uygun örgütlenme anlayışları ağır basıyor. Böylesi dönemlerde devrimci parti savunusu solun geniş kesimlerine abartılı ve sekter bir yaklaşım olarak görünüyor. Nitekim kapitalizmin tarihi boyunca bu durum çeşitli kereler yaşandı. Ve bu nedenle de toplumsal yaşamın süratle altüst olduğu devrimci dönemlere genelde hazırlıksız yakalanıldı. Fakat yalnızca bir durumda, işçi sınıfının Leninist parti anlayışı çerçevesinde örgütlendiği Ekim Devrimi örneğinde, devrimci durumdan muzaffer bir işçi devrimiyle çıkış mümkün olabildi.”[6]
Tarihin akışını değiştiren Ekim Devriminin 105. yıldönümünde, dünya yine dramatik siyasi dönüşümlerin eşiğindedir. Kapitalizmin tarihsel krizi önemli dönüşümlere zemin hazırlamıştır. Tarih işçi sınıfını bir kez daha büyük mücadelelere çağırmaktadır. İşçi sınıfı devrimcileri bu nedenle tıpkı zamanında Lenin ve Bolşeviklerin yaptığı gibi yaklaşan devrimin son kavgalarına hazır olmaları gerektiğinin bilincinde olmalıdır. İşçi iktidarı hedefiyle yol yürüyen işçi sınıfı devrimcileri için rehber açık ki Bolşeviklerin ve Lenin’in tarihsel mirasıdır. Bu miras bugün sahipsiz değildir. Bolşevik geleneğe bağlanan devrimciler sabırla, özenle çalışarak hazırlıklarını sürdürmekte, amaca doğru yol almaktadır. Elif Çağlı’nın işaret ettiği gibi bu mücadeleyi sürdürenlerin politik hattının mayası da Bolşeviklerden mirastır:
“Lenin ve Krupskaya’nın sıklıkla vurguladıkları üzere, bir Bolşevik düşünce berraklığına, gerçeği görme yetisine ve kendini boş hayallere, sol lafazanlığa kaptırmama gibi sağlam özelliklere sahip olmalıdır. Devrimci kişiliği bu gibi özellikler temelinde gelişen Lenin’in devrimci iradesi ve devrimci kararlılığı, dün olduğu üzere bugün de tüm sınıf devrimcilerine örnektir. Genelde Asyatik geçmişin derin etkileri nedeniyle kişilerin yaşamında plansızlığın, savrukluğun, tembelliğin ağır bastığı Rusya gibi bir ülkede, Lenin, Krupskaya, Sverdlov vb. gibi Bolşevik öncüler yalnızca dönemlerine değil geleceğe de örnek teşkil eden yeni ve aydınlık bir yol açmışlardır. İşlerin örgütlenme ve yürütülme tarzında Rusya’nın Asyatik geçmişiyle benzer izler taşıyan Türkiye’de de, sınıf devrimcilerinin açılan bu yoldan yürümeleri mücadelenin olmazsa olmazıdır. İşte bu gelenek, Marksist Tutum çizgisinin de mayasını ve gelişiminin özünü oluşturuyor.”[7]
[1] Lenin, 1917 Şubat Devrimi Yazıları, c.1, Agora Yay., Haziran 2012, s.1-2
[2] Tarihsel adı Petersburg olan kentin o tarihteki resmi adı Petrograd’tı. Emperyalist savaş başladığında Rus hükümeti Almanca çağrışımı olan “burg” kelimesinin yerine yerli ve milli bir kelime olan “grad”ı kullanma kararı alarak kentin adını Petrograd yapmıştı. Bolşevik Partinin kentteki komitesi, tüm belgelerinde, savaşa ve hükümete karşı olan tutumu nedeniyle adını Petersburg komitesi olarak kullanmakta ısrar etmişti. Bu nedenle biz de kentin adını Petersburg olarak kullandık.
[3] Troçki, Rus Devriminin Tarihi, c.1, Yazın Yay., s.161
[4] Troçki, age, s.162
[5] akt. Troçki, age, s.299
[6] Elif Çağlı, Örgütsel Sorunda Doğru Tutum, marksist.com
[7] Elif Çağlı, Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar, marksist.com
link: Selim Fuat, Ekim Devriminin 105. Yıldönümünde…, 7 Kasım 2022, https://marksist.net/node/7792
Üniversitelerde “YÖK Düzeni” Sürüyor!
Savaşın Bir Diğer Yüzü: “Amele Taburu”