2000’li yılların başlarından bu yana kapitalizm bir tarihsel sistem krizi içerisinde debeleniyor. Bu genel çerçeve içerisinde kapitalist işleyişten kaynaklanan periyodik krizler de hem onun tarafından şekillendirilerek hem de onu şekillendirerek devam ediyor. Birbirini giderek daha kısa aralıklarla takip eden, derinleşip ağırlaşan bu periyodik ekonomik krizler tüm dünyada etkili oldu ve emekçiler için yıkıcı sonuçlar üretti. 2008 krizi 2001 krizinden çok daha yaygın ve çok daha tahripkârdı. Bununla birlikte 2008 krizinin çok büyük çöküşlerle sonuçlanmaması için emperyalist ülkelerin uyguladığı mali tedbirler yüzünden 2020 krizi sonuçlarıyla öncekileri mumla arattı. Tüm dünyada işsizlik, yoksulluk, toplumsal eşitsizlikler giderek daha ağır bir hal aldı. Krizler, çevrenin olağanüstü tahribatından faşizm eğiliminin güçlenmesine kadar çok boyutlu etkileriyle sadece iktisadi sorunlarla sınırlı olmadıklarını da ortaya koydular. Kapitalizmin artık içinden çıkmasının mümkün olmadığı tarihsel bir krizi işaret ettiler.
Kapitalizmin küresel niteliğinin sonucu olarak değişik düzeylerde de olsa her yerde etkisini gösteren bu krizler, bazı ülkelerde çok daha sarsıcı sonuçlara yol açtı. Örneğin Arjantin, Türkiye gibi bazı ülkelerin kendine özgü koşulları nedeniyle, sözü edilen krizler emekçilerin daha şiddetli sıkıntılar yaşamalarına neden oldu, oluyor. Arjantin ile Türkiye aynı ekonomik kırılganlık kuşağında oldukları için ekonomi alanında meydana gelen etkiler ve bunların yarattığı sonuçlar benzerlikler taşıyor. Hızla değer kaybeden ulusal para birimleri, yükselen enflasyon ve artan dış ticaret açığı bu ülkelerin sözü edilen krizlerde şiddetli bir şekilde sarsılmasına neden oldu. Bu benzerlikler nedeniyle Arjantin’de yaşanan süreçlerde ortaya çıkan kimi sonuçlar, Türkiye’de yaşanan ve yaşanacak gelişmeler hakkında birtakım fikirler verebileceği için bunlara biraz yakından bakalım.
Arjantin’deki ve Türkiye’deki ekonomik tablo
Arjantin ekonomisi 2018’den itibaren yine derinleşen bir krizin içinde buldu kendini. Yıllık enflasyon katlanarak arttı ve bu yıl Nisan ayında yıllık enflasyon oranı 30 yıldır ilk kez yüzde 100’ü aşarak yüzde 109’a yükseldi. Bu oranla Arjantin dünyanın en yüksek enflasyon oranına sahip dördüncü ülkesi oldu. Türkiye ise hiçbir şekilde güvenilmeyen resmi rakamlara göre bile yüzde 50,5 oranıyla yedinci en yüksek enflasyona sahip ülke durumunda. Gerçek enflasyona bakıldığında ise Arjantin’le hemen hemen aynı düzeyde olduğunu görmek zor değildir. Nitekim aşağıdaki grafik[*] de Türkiye açısından resmi enflasyonu esas aldığı için gerçeği yansıtmasa da, iki ülkenin aynı yıllarda aynı davranışı göstermesi açısından bir anlam ifade etmektedir.
Krizler patlak verdiğinde tüm burjuva hükümetler faturayı emekçilere kesmeye çalışırlar ve temsil ettikleri sermaye kesimlerinin krizden daha da güçlenerek çıkması için çaba gösterirler. Burjuvazi yüksek enflasyonu toplumun tüm kesimlerini olumsuz etkileyen bir bela olarak göstermeye çalışsa da, esasen yüksek enflasyon görünmez bir elin ücretli emekçilerin cebinden gelirlerini çalması anlamına gelir. İşletmeler enflasyonu bir biçimde fiyatlarına yansıtırlar. Ama enflasyon farkı işçi ücretlerine çok gecikmiş olarak yansıtıldığından geriden gelen ücret artışları reel ücretlerin düşmesinin önüne geçemez. Bankalar ve dev tekeller enflasyon artışından neredeyse etkilenmez ve çoğu durumda kârlarını arttırabilirlerken, emekçiler enflasyon nedeniyle her gün daha da yoksullaşırlar. Örneğin Türkiye’de bankaların net kârlarının Nisan 2022’de bir önceki yılın aynı dönemine göre 8 katına çıkması, %707 gibi astronomik oranlarda gerçekleşmesi bunun apaçık kanıtıdır.
Ücretli çalışanların bir bölümü sendikal mücadele sayesinde enflasyon farklarını ücretlerine yansıtsalar da bu durum tüm emekçiler için geçerli değildir. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Arjantin’de de çalışanların önemli bir kısmı kayıt dışı olarak istihdam edilmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu alım gücünün azalmasıdır. Asgari ücretin aylık 350 dolara denk geldiği Arjantin’de, Nisan ayında, dört kişilik bir ailenin sadece gıda masrafı 829 dolardı. Geçtiğimiz ay Arjantin’de de asgari ücret Türkiye’de yakın zamanda olduğu gibi %50’ye yakın oranda arttı fakat yüksek görünen bu zamma rağmen enflasyon nedeniyle ücretler hızla eridi, emekçilerin kayıplarını karşılamanın çok uzağında kaldı.
Ücretlerin gerilemesi işgücü maliyeti düşen sermaye için daha yüksek kârlar anlamına gelirken, emekçiler için yoksullaşmanın derinleşmesi ve genişlemesi anlamına gelir. Arjantin Ulusal İstatistik ve Nüfus Sayımı Enstitüsünün verilerine göre yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı 2017’de %26 iken şimdilerde %42’ye dayanmış durumda. 14 yaş altı çocuklar arasında bu oran yüzde 55 düzeylerinde.
Ekonomide gerçekleşen büyüme oranları bu nedenle otomatik olarak toplumdaki emekçilerin gelirlerinin büyümesi anlamına gelmez. Büyüme oranları, burjuvazi için sermayenin büyümesi demekken, emekçiler için yoksulluğun büyümesi anlamına da gelebilir. İşte Arjantin’de olduğu gibi Türkiye’deki durum da budur.
Arjantin’de yüksek seyreden enflasyon ve uygulanan mali politikalar yüzünden ulusal para biriminin değerini sürekli yitirmesi nedeniyle dövize talep de normal olarak artmaktadır. Bu durum döviz kıtlığı yaşanması noktasına gelmiştir. Hükümetin fiyat dondurma, sermaye kontrollerine yönelme ve çoklu döviz kuru gibi uygulamaları ulusal para birimi pesonun değerinin sürekli düşmesine neden olurken, karaborsadaki dolar değeriyle resmi kurdaki dolar değeri arasında iki kattan fazla bir farkın oluşmasına da yol açmıştır. Arjantin’de ekonominin %95’i bu paralel döviz kuruyla dönüyor. Tekstilden ev eşyasına, gıdadan teknolojik ürünlere kadar hemen her şey bu döviz kuruna karşılık gelen bedel ile ödeniyor. Cari dengedeki sorunlu durum aynı zamanda yeni iflasların ve bunun ardından gelecek istihdamdaki azalmanın da habercisidir.
Türkiye’nin yaşadığı cari denge sorunu Arjantin’deki durumdan çok daha büyük boyutlardadır. Merkez Bankası tarafından açıklanan ödemeler dengesi verilerine göre, cari açık Şubat ayında beklentileri aşarak 8,78 milyar dolar olmuştur. 12 aylık cari açık ise 55,4 milyar dolara ulaşarak son 10 yılın zirve seviyesine gelmiştir. Erdoğan rejiminin ihracata dayalı üretimi gerek büyüme gerekse istihdam için öne çıkardığı biliniyor. Ancak bu üretimin yapılabilmesi için çok yüksek oranlarda hammadde ve aramal ithalatı yapılması gerektiği için üretimin devamlılığı bakımından döviz bulunması ve dövizin fiyatı da hayati öneme sahiptir. Yaşanacak döviz şokları, üretimin aniden kesilmesi, fabrikaların durması ya da kapanması, işçilerin kitleler halinde işten atılması vb. anlamına gelebileceğinden, her iki ülke de yeni sarsıntılara açıktır.
Krizin bedelini kim ödeyecek?
Burjuvazi, kapitalist ekonominin yapısal nedenlerle kaçınılamayan krizlerinin bedelini her zaman işçi sınıfına ödetme hesabını yapar. Bu doğrultuda planladığı politikaları hayata geçirmek için dört bir koldan çalışır. Nitekim Arjantin’de de IMF programları yoluyla emekçilerin daha da yoksullaşmasına neden olan kemer sıkma politikaları devreye sokulmuştur. Arjantin, 2018’de IMF’den aldığı 57 milyar dolarlık kredi karşılığında emekçiler için ağır bir ekonomik programı uygulamaya başlamış, ne var ki bu da yeterli olmayınca bu yıl IMF ile 45 milyar dolarlık yeni bir anlaşma yapmak durumunda kalmıştır.
Çeşitli alanlardaki devlet desteklerinin kaldırılması gibi zaten zor koşullar altında olan emekçileri daha da zorlayacak koşulları dayatan bu anlaşmaya Arjantinli emekçilerin tepkisi gecikmemiştir. Sorumlusu olmadıkları krizin bedelini ödemeyi, yoksullaştırma politikalarını kabul etmeyeceklerini 18 Mayısta başkent Buenos Aires’te yaptıkları büyük bir gösteriyle ortaya koymuşlardır. Artan hayat pahalılığına, işsizliğe, düşük ücretlere ve güvencesizliğe karşı on binlerce işçinin bir araya geldiği bu gösteride IMF politikaları ve hükümet protesto edilmiş, “Anlaşmayı bitir, IMF ile birlikte defolun” yazılı pankartlar taşınmıştır.
İşçi sınıfının kendisine ödetilmek istenen bedele karşı sokakları doldurması ve tepkisini ortaya koyması önemli bir adımdır. Saldırılara karşı mücadele etmek isteyenler için yol göstericidir. Sokakta gücünü devamlı olarak göstermedikçe burjuvazinin çıkarları doğrultusunda dayatılan programlara karşı bir direnç sergilemek mümkün değildir. Zaten Arjantin işçi sınıfı krizin bedelinin emekçilere ödetilmeye çalışılmasına karşı 2001 yılından bu yana önemli mücadele örnekleri sergileyen bir geleneğe sahiptir. 2001 yılındaki ekonomik kriz aynı zamanda siyasi depremlere de yol açmış, bu kriz sonucunda işçi sınıfı ayağa kalkmış, iktidarı devirmiş, aylarca süren devrimci durumun ardından 2003 yılında sol Peronist bir hükümet iktidara gelmiş ve 2015 yılına kadar da ülkeyi yönetmişti. Bütün bu süreçlerin ardından yeniden IMF’nin kucağına düşen Arjantin’de, açık ki, işçi sınıfı da 2001 krizinden sonra yükselttiği mücadelenin dersleri ile yolunu bulmaya çalışmalıdır.
Arjantin’le pek çok konuda paralellik sergileyen Türkiye’nin de ister IMF’yle olsun ister IMF’siz, aynı yolun yolcusu olma ihtimali güçlüdür. Nitekim yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” derken kastettiği şey tam da bu politikalardır. Krize çözüm olarak sunulan kapitalist ekonomi politikalarının işçilere sunduğu ve sunacağı şey dünyanın iki ucu olmalarına rağmen Arjantin’de de Türkiye’de de aynıdır. Türkiye burjuvazisi de, benzer programlarla yaşanılan krizin bedelini işçi sınıfına yıkmak için çaba gösterecektir. Seçim sonrasına ertelenen adımların sarsıntılara yol açma potansiyeli vardır. Merkez Bankasının 18 Mayısta aldığı kredi kartlarından nakit avans çekme yasağı kararını ertesi gün apar topar kaldırmak zorunda kalması yaşanacaklara dair belirtiler vermektedir. Piyasada nakit sıkıntısı baş gösterirken dolardaki yükseliş devam etmektedir ve Merkez Bankasının döviz rezervleri eksi değerlere düşmüştür. Yılın yarısına gelmeden bütçe aşılmış, hazine tamtakır hale gelmiştir. Enflasyonun dizginlenebileceği ise şüphelidir.
Önümüzde çelişkilerin alabildiğine şiddetleneceği bir dönem uzanıyor. Fakat salt bu koşulların varlığından dolayı işçi sınıfı lehine bir ilerlemenin sağlanamayacağı da açıktır. Türkiye işçi sınıfının ekonomik ve politik mücadele örgütleri son derece zayıftır. Bu örgütlülük her iki alanda da güçlenmedikçe işçi sınıfı lehine hiçbir gerçek kazanım sağlanamayacağı açıktır. İşte bu nedenle işçi sınıfının ihtiyacı olan ve güçlendirilmesi gereken şey budur. Arjantin’de de, Türkiye’de de.
link: Selim Fuat, Arjantin Türkiye’ye Ne Anlatıyor?, 9 Haziran 2023, https://marksist.net/node/7992
Ekvador’da “Demokrasi” Hamlesi!
Bitmeyen Zulüm: Çocuk Emeği Sömürüsü