25 Şubat Çarşamba günü R. Tayyip Erdoğan, gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenleri ile kahvaltılı bir basın toplantısı düzenledi. Erdoğan toplantıda, müzakerelere zarar verdiği gerekçesiyle, yazılı ve görsel medyanın Kıbrıs'a ilişkin haberleri kendi içinde "sansür" etmelerinin daha iyi olacağını vurguladı. Toplantıdan önceki gece de bir televizyon programında Erdoğan, Denktaş'ın "olur olmaz demeç vermemesi" gerektiğini söyledi.
Türkiye'de basın özgürlüğünün olmadığını bilmeyen yok. Boyalı medyada zaten gerçek haber görmek neredeyse imkânsız. Peki ne oldu da burjuvazi kendi basının bile susmasını istedi? Erdoğan'ın söylediklerine bakarsanız medyaya sansür koymak gibi bir derdi yok. O sadece genel yayın yönetmenlerine "siz kendi içinizde sansür uygulayınız" diye ricada bulunuyor. Ve uyarıyor; Kıbrıs'ta çözüm olmazsa, ada AB'ye alınacak ve Türkiye işgalci devlet statüsüne geçecek. Bu hassas süreçte, sermayemizin çıkarlarına vurulmuş daha büyük bir darbe düşünülemez!
Türkiye burjuvazisinin Kıbrıs konusunda ikiye bölündüğü bir gerçek. Kimi kesim Annan Planı doğrultusunda çözüm için ısrar ederken, kimi kesim de Annan Planına karşı çıkarak, şimdiki durumun devamından yana. Burjuva kesimlerin kendi içindeki çelişkilerin medyaya çeşitli şekillerde yansıyacağı eşyanın tabiatı gereğidir. Bu süreçte burjuva basında çelişkili ve yalan haberlerin veya kimi gerçeklerin ortaya çıkması olası.
Kıbrıs görüşmelerinin gösterdiği önemli gerçeklerden biri, burjuvazinin, tüm kitleleri ilgilendiren kararları kapalı kapılar ardında aldığıdır. Plan hakkındaki görüşmeler, öneriler ve tartışmalar kamuoyuna bilgi sızdırılmadan gerçekleştirilmektedir. Plana halkların katılımına gerek duyulmamıştır. Bu gerçek burjuvazinin iş yasaları hazırlama sürecinde de sık sık yaşandı. Askeri kurumlar ve Başbakanlık, Kürtlere yönelik anti-demokratik uygulamalar için medyayı sık sık susturmuş, onlarca gazeteci tutuklanmış ve öldürülmüş, pek çok gazetenin dağıtımı yasaklanmış, pek çoğu kapatılmış ve kamuoyuna ancak resmi ağızdan hazırlanmış haberler ve raporlar yansıtılmıştır. Burjuvazi aldığı kararları asla kitlelere danışmaz. Çünkü onların kararlarıyla geniş kitlelerin kararları asla bir değildir.
Annan Plan iki devletin sermaye sınıfı için kabul edilebilir bir aşamaya geldiğinde, referanduma sunulacak. Referandum yani halk oylaması, burjuvazinin kendini aklama, suçuna halkı ortak etme, politik kararlarını geniş kitlelere yayma ve benimsetmekten başka bir anlama gelmiyor.
Milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları işçi ve emekçilerin temsilcileri değillerdir. Onların topu sermaye sınıfının sözcüleridir. Bu, dünyanın bütün parlamentoları için geçerlidir. Burjuvazinin kurumları şeffaf değildir, olamaz da. Burjuva sınıfı fabrikalarındaki kârı açıklamadığı gibi, kapı arakasında yürüttüğü politik anlaşmaları da açıklamaz. Arşivlerindeki bütün dosyalarda biz işçi ve emekçilerin hayatlarını ilgilendiren nice anlaşma mevcuttur.
İşçi sınıfı, burjuvazinin gizli politikalarını, çıkar oyunlarını ve kirli siyasetini ortaya çıkaracak yegâne devrimci sınıftır. İşçi sınıfı için bu yolda en önemli tehlike başka sınıfların politikalarını benimseme, onların temsilcilerini seçme ve onların planlarına evet demekten kaynaklanır. Dünyanın bütün işçileri için burjuvazinin planları, sömürü ve haksızlık içermektedir.
Yaşadığımız çağın bütün sorunlarının kaynağı kapitalizmdir. Çağımızda bütün sorunlar ulusal sınırları aşmakta, birer dünya sorunu haline gelmektedir. Ulusal sorunlar, krizler, savaşlar ve çevre sorunları dahil, sorunların gerçek çözümüne ancak işçi sınıfının devrimci mücadeleleri sonucu ulaşılabilir. Çözümü sağlamak içinse, dünya işçilerini örgütleyecek devrimci bir partiye ihtiyacımız var. İşçi sınıfının sendikalarda, fabrikalarda örgütlenmek, birleşmek ve mücadele etmekten başka bir seçeneği yok. İşçi sınıfını mücadelesi sorunların gerçek çözümü için atılacak tek gerçekçi çözüm yoludur.
link: bir MT okuru, Sermayenin temsilcisi niçin sansür istiyor?, 28 Şubat 2004, https://marksist.net/node/1230
Bir pazarlama işçisinden
Marksizm ve Gençlik