Bu topraklarda 1700’lü yıllarda İstanbul’da küçük bir matbaada başlayan medyanın serüveni neredeyse iki yüzyıl boyunca kayda değer bir gelişme gösteremedi. 1940’lara gelindiğinde gazetelerin sayısı artmaya başladı, 1960’larda televizyon hayatımıza girdi. Özellikle 1980’li yıllarda medya o güne dek görülmemiş bir gelişme gösterdi. Günümüzde medya, yüzlerce televizyon kanalı, binlerce radyo, gazete, dergi gibi görsel ve işitsel araçlarla, hayatımızın hemen her alanına girmiş durumda. İnşaattan enerjiye, madencilikten finansa, otomotivden turizme pek çok alanda faaliyet gösteren Doğan, Doğuş, Demirören, Ciner, Albayrak, Turkuaz, İhlas ve Es gibi holdinglerin medya sektörüne girişiyle, medya patronlar sınıfının ellerinde yükselişe geçti.
Peki, patronlar pek çok sektörde faaliyet göstermekle yetinmeyip neden medya sektöründe yer almaya başladılar? Birincisi, patronların tek amacı daha fazla kâr elde etmektir. Medya sektörü de uluslararası boyutta büyük bir pazara sahiptir. Bunun yanında medya patronlarının büyüklükleri oranında, belediye ve şehircilik hizmetlerinden aldıkları ihaleler, liman yapımı ve işletmeciliği, madencilik ve enerji ihaleleri gibi olanaklardan yararlanmalarında “kolaylık” sağlanmaktadır. İkincisi, patronlar medya eliyle sınıf çelişkilerinin üstünü örtmekte, kendi fikirlerini işçilerin bilincinde egemen kılmakta, istedikleri yönde kamuoyu oluşturmaktadırlar. İşçilerin tüm yaşamını, televizyon, radyo, gazete, dergi ve internet eliyle kontrol altına almaktadırlar. Dizilerdeki şatafatlı, şaşalı yaşamlar gösterilerek, işçilerin kendi gerçeklikleriyle yüzleşmelerinin, sorgulamalarının önüne geçilmekte, hayaller dünyasında yaşamaları istenmektedir. Reklâmlarla halka her şeyin çabucak eskidiğini, eskiyi yeniyle değiştirmek gerektiğini, daha çok tüketmemizi, tüketebildiğimiz oranda mutlu olacağımızı aşılamaktadırlar. Gazetelerde büyük ve renkli puntolarla dikkat çekici fakat içeriğiyle çelişen haberlerle kafa karıştırmaktadırlar. Yani medya, patronların işçileri ustalıkla aldattığı ideolojik bir araçtır.
Medyanın patronlar sınıfının elinde olduğu yapılan araştırmalarla da ortaya konmuştur. Medya Sahipliği İzleme Projesi (MOM), Türkiye’deki en büyük 40 medya kuruluşunun sahiplik yapılarını incelemiştir. Araştırmaya göre, Türkiye’deki televizyon izleyicisinin yüzde 12,04’üne Turkuaz Medya (ATV, A Haber), yüzde 10,82’sine Doğan Medya (Kanal D, CNN Türk), yüzde 10,15’ine Doğuş Medya (NTV, Star TV, Kral TV) ve yüzde 11’ine devlet denetimindeki TRT sahip. Yazılı basın pazarı ise, yüzde 22 oranında Doğan Medya (Hürriyet, Posta, Fanatik), yüzde 15 oranında Turkuaz Medya (Sabah, Takvim, Yeni Asır, Fotomaç), yüzde 12 oranında Es Medya (Akşam, Güneş), yüzde 10 oranında Estetik Medya (Sözcü) arasında paylaşılmıştır. Yani, televizyonlarda izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz, radyolarda dinlediğimiz her şey patronların ellerindeki medyadan servis edilmektedir.
Yaşamını sürdürebilmek için çalışmaktan başka çaresi olmayan, üç kuruşa gününün neredeyse yarısını patronlar için zenginlik üretmekle tüketen işçilerin yaşamı, saymakla bitmeyen zorluklarla ve acılarla doludur. Lakin medya, sahibinin sesini milyonlarca işçinin acısı pahasına yükseltiyor. Acılarımızı görmüyor, işitmiyor, anlatmıyor. Örneğin, çalışma koşullarını, ücretlerini bir nebze olsun iyileştirmek için haklarını arayan grevci, direnişçi işçiler, milli güvenliği bozan, ortak çıkarlara zarar veren bozguncular olarak nitelendiriliyor. Ya da önce işsizliğin yükseldiğine dair haberler servis edilerek, ardından işçilerin eylem haberleri sunuluyor. Bu haberleri izleyen insanların algılarında “zaten işsizlik yüksek, bu insanlar iş bulmuş, beğenmiyorlar” düşüncesi yaratılmak isteniyor. İş cinayetleri haberlerinde, dalgınlık, dikkatsizlik gibi nedenlerle suçlanan her daim işçi oluyor. Soma gibi gizlenemeyecek boyutlarda iş kazaları meydana geldiğinde, iş kazalarının gerçek sorumlusunu açıklamak yerine, timsah gözyaşları dökerek milyonların acısı ve öfkesi paylaşılıyormuş gibi sahtekârca bir tutum alınıyor. Ama işçileri ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar elde edemeyecekleri hayata özendirmekten, kredi batağına saplanarak daha çok tüketmeye teşvik etmekten, yalılarda, köşklerde, çiftliklerde entrikalar içinde geçen hayatlara yönlendirmekten geri durmuyorlar.
Medya sektörünü bir avuç patron elinde tutuyor, fakat milyonlarca işçi patronların istediğini izliyor, dinliyor, okuyor. Bunda bir gariplik yok mu? Neden patronlar, televizyonlarla, gazetelerde yazılıp çizilenle uyuşmamızı istiyor? Hayatımızın gerçekliğine kafayı yorup, sorgulamayalım diye! Bu yüzden 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından, patronlar dilimizin dönmeyeceği meblağlarla medya sektörüne hızlı bir giriş yaptılar. İşçilerin örgütlülüğü, sendikaları, dernekleri faşist cuntacıların elleriyle yok edilirken, patronlar da medya pazarını aralarında bölüştüler. Birlik ve beraberliğe, dayanışmaya, mücadeleye dair ne varsa yok ettiler. İşte bu yüzden bugün bireysellik, bencillik, şatafatlı yaşamlar, sahte ışıltılarla bezenmiş hayatlar işleniyor tüm programlarda. Bu nedenle kendi basınımıza sahip çıkmak, diğer işçilere ulaşmasını sağlamak, güç vermek bugün çok daha büyük bir önem taşıyor. Çünkü bugün, işçilerden, ezilenlerden yana gazeteler, televizyonlar bir bir kapatılıyor. Gerçekleri öğrenmemizin tek yolu, sınıfımızın sesine kulak veren, tarafı işçi sınıfından yana olan internet sitelerini, dergileri, gazeteleri, kitapları, radyoları ve televizyonları takip etmekten geçmektedir. Unutmayalım ki, yalnızca örgütlü ve sınıf bilinçli işçiler burjuva medyanın karanlık sularında boğulmaz!
link: Gebze’den bir kadın işçi, Patronların İşçileri Aldatma Aracı: Medya, 18 Kasım 2016, https://marksist.net/node/5397
HDP ve DBP’ye Siyasi İmha Operasyonu Hız Kazandı
Kriz, Savaş ve Yükselen Faşizmin Bir Ürünü: Trump