1930’ların henüz başındayız… Almanya’da bulunan Hausser oyuncak fabrikasında yine sıradan bir gün… Vardiyalarını teslim alıp işe koyuldu işçiler. Fakat toplantı odasında hararetli bir tartışma yürüyor. Fabrikanın kurucusu olan Christian Hausser ile oğulları Otto ve Max yeni bir oyuncak serisi üzerine tartışıyorlar. Çok zaman geçmeden fabrikaya yeni geliştirilmiş plastik enjeksiyon makineleri alınıyor. Havaya yükselen kokular iyice kötüleşiyor. Hausser oyuncak fabrikasının üretim bandından yepyeni oyuncaklar çıkmaya başlıyor. Makineler durmaksızın çalışıyor, gece gündüz oyuncak üretiliyor. Üretim bantlarının tepesindeki balkonda durmuş purolarını içen Hauser kardeşlerin keyfi yerinde. Ürettikleri oyuncaklar satış rekorları kırıyor. Oyuncaklar, gelmekte olan büyük savaşın haberini veriyor. Oyuncaklar mı? Savaş mı? Oyuncak ve savaş kelimeleri nasıl yan yana gelebilir? Islak ve soğuk demirden çanlar kulakta patlayan ıslık gibi çalmaya devam ederken, eriyen plastiğin çıkardığı keskin koku yeni bir felâketin yıllar öncesinden haberini veriyor.
İkinci Dünya Savaşının başlamasına daha yıllar varken, 1934’ün başlarında, Hitler Almanya’sında savaş hazırlıkları Hausser oyuncak fabrikasında üretilen ve çocukların ellerine tutuşturulan oyuncak askerlerle işte böyle başlamıştı. Yıllar sonra başlayacak olan savaşta ölecek, yaralanacak ve öldürecek askerlerin birer kopyası olan bu plastik oyuncaklar üretim bantlarından birer birer ilerliyordu. Daha savaşın başlamasına yıllar varken yapılan bu hazırlık boşuna değildi. Kitlelerin zihninde savaşı normalleştirmek, milliyetçiliği doruklarına çıkartmak gerekiyordu. Alman faşizmi için güçlenmenin formülü buydu. Hedefi belliydi ağzından salyalar akan faşizm canavarının: bütün dünyaları oyun ve oyuncak olan bugünün çocuklarını yarının fedaileri haline getirmek.
Oyun ve oyuncaklar çocukların hayatında büyük bir yere sahiptir. Çocukların dünyaları, hayalleri büyük oranda oyun ve oyuncakla gelişir ve büyür, kişiliklerinin şekillenmesinde oynadıkları oyunların payı büyüktür. Oyun yoluyla çevrelerini keşfeder, öğrenir, merak eder, sevinir ve üzülürler… Psikolog Alfred Adler oyunların gelecek için hazırlık özelliği taşıdığını söylüyor ve şöyle örnekliyor: “Örneğin çocuğun oyun karşısındaki tutumunda, oynayacağı oyunun seçiminde ve ona verdiği önemde bu durumu gözlemleyebiliriz. Ayrıca, oyunda bir şey daha açığa vurur kendini; bu da, çocuğun çevreyle ilişkisinin ne durumda olduğu, insan soydaşları karşısında nasıl bir tutum takındığı, ilgili tutumun dostça mı, yoksa düşmanca mı nitelik taşıdığı, tahakküm eğiliminin söz konusu tutumda özellikle yer alıp almadığıdır. Bunun dışında oyun, çocuğun yaşam karşısındaki tavrını da ele verir, kısaca çocuk için alabildiğine önem taşır.” Oyun çağındaki bir çocuğun dünyası faşist bir zihniyet tarafından ele geçirildiği vakit sonraki yaşamı nasıl belirlenir? Zihin dünyası böyle dumura uğratılan bir çocuk nasıl bir kimlikle büyür?
Bunların farkında olan Hitler faşizmi çeşitli savaş sahnelerini, birbirini öldüren, süngü süngüye çarpışan yahut cephede tıraş olan, saçını yıkayan, akordeon çalan askerleri ve daha fazlasını bir bir oyuncağa dönüştürdü. Biz bu oyuncaklarla İstanbul Oyuncak Müzesinde karşılaştık. Vitrindeki bu oyuncakları görünce birbirimize baktık ve yutkunduk. Çocuklara bunu nasıl yapabilirler diye geçirdik içimizden. Uzun uzun durup vitrinin önünde tek tek baktık oyuncaklara. Gözümüzde oyuncak değildi onlar artık. Çocukların ellerine verilmiş birer silahtı hepsi; savaşmayı, ölmeyi, öldürmeyi ve itaat etmeyi emreden sinsi silahlar… Asker odası vitrininin tarifini yaparken şöyle başlıyor söze Müzenin Müdürü Sunay Akın: “Tarihçiler İkinci Dünya Savaşının 1 Eylül 1939 tarihinde Alman ordularının Polonya’ya girmesiyle başladığını söylerler. Oysa ki Hitler ilk önce bu oyuncaklarla çocukların düşlerini işgal etmiştir. Oyuncak askerlerle oynayan çocuklar, İkinci Dünya Savaşı başlayınca bu oyuncakların yerine geçmişler ve geriye gözyaşı, hüzün ve kırık oyuncaklar kalmıştır.”
Savaş temalı oyuncakların yanı sıra sarı saçlı, mavi gözlü bebek oyuncaklar da üretildi o yıllarda. Kafatasçı zihniyetin propaganda makineleri çalışıyordu. Çocukları Hitler selamı ile tanıştırmak için gülümseyen ve esnek/oynar sağ kolu olan Hitler heykelciği bile üretildi. Hatta Nazi Partisi sembolü olan gamalı haç şeklinde kek kalıpları da üretiliyordu. Müzedeki bir vitrinde Hitler’in askerleri selamladığı bir geçit törenini gördük. Her ayrıntı tek tek oyuncaklara işlenmişti. Adeta yaratılmak istenen ortam bir ön izleme olarak oyuncaklarda şekil bulmuştu. Vitrinin arkasında o dönemde çekilmiş ve Hitler selamı veren çocuklar da bulunuyordu. Oyuncaklar adeta can bulmuştu küçük bedenlerde. Faşizmin izleri her yerdeydi. Mutfaktan salona, oturma odasından banyoya, yatak odasına ve hatta tuvalete bile girmişti faşizm propagandası. Savaş ve onun yarattığı yıkıcı kavramlar artık normalleşmişti zihinlerde.
1939 yılının Eylülüne geldiğimizde bombaların patladığı, insanların öldüğü, şehirlerin yerle bir edildiği İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Yıllardır savaş temalı oyuncaklarla oynayan dünün çocuklarından şimdi bu oyuncak askerlerin yerine geçmeleri ve cepheye gitmeleri isteniyordu. Hepsi heyecan içindeydi. Oyunun ve oyuncağın yarattığı illüzyonun içinde olan 20’lerindeki gençler danslarla, şarkılarla, büyük bir heyecanla savaşa gidiyordu. “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” filmini izleyenler hatırlayacaklardır o gençlerin nasıl da istekli bir şekilde savaşa gittiğini... Fakat bu istek ve heyecan savaşın izlerinin derinleştiği anda silinip gidecek, oyun ve oyuncakla kurdukları dünyaları adeta başlarına yıkılacaktı. Yüzleri pırıl pırıl ve gergin, saçları parlak, duruşları dik olan o gençler savaşın gerçek yüzüyle tanıştıktan kısa bir süre sonra yıkılıp, adeta yaşlanırlar. Savaşın, oynadıkları oyuncaklar olmadığını fark ederler. Fakat bu farkındalık öyle basit bir şey değildir. Bir insanın tüm dünyasının yıkılmasının farkındalığıdır ve bu insanın ruhsal olarak tam anlamıyla ölmesi demektir. Binlerce genç ruhsal olarak ölüdür artık. Faşist Hitler’e ise bedenleri lazımdır ve onu da savaşta kurşunların önüne siper etmiştir. İkinci Dünya Savaşının bilançosu son derece ağırdı; 7 milyondan fazlası Alman olmak üzere 70 milyondan fazla insan öldü ve bu savaş insanlık tarihine bir hançer gibi saplandı. Bu ağır bilançodan sonra üretilen oyuncak askerlere hiç talep yoktu artık. Savaşın yıkımını gören insanlar değil oyuncakları görmek, savaşın adını dahi duymak istemiyorlardı.
Bugün sürmekte olan Üçüncü Dünya Savaşı biçimsel olarak öncekilerinden farklı olmakla beraber aynı diğerleri gibi insanlığa büyük acılar yaşatıyor. Tıpkı diğerleri gibi çocukları ve gençleri kendi siperlerine çekmek için canhıraş çalışıyor. Yaşanan acılar dünden bugüne bitmiş değil, egemenlerin kirli yöntemleri de öyle! Tıpkı bugün de emekçilerin, gençlerin ve çocukların zihni milliyetçilikle zehirleniyor, sakat bırakılıyor. Bizler dünü de bugünü de zihnimize mıhlayıp yarının güzel günlerini kurmaya girişen devrimci Marksist gençleriz. Biliyoruz ki insanlığın yaşadığı bu acılar devrimci mücadeleyle bir gün mutlaka sona erecek, bu sistemi örgütlü işçi sınıfı yıkacak ve yeni bir yaşamın kapılarını aralayacak. İşte o zaman çocuklarımız ayaklarına diken batma korkusu olmaksızın koşacak yeşil kırlarda, çıplak ayaklarıyla.
link: İstanbul’dan bir grup genç, Oyuncaklar Her Zaman Masum Değildir!, 29 Mart 2023, https://marksist.net/node/7944
Unutmak Yok! Affetmek Yok! Helalleşmek Yok!
Yeşil Sol Parti Seçim Bildirgesini Açıkladı