Eşsiz ormanları, ovaları, çeşit çeşit balıklarıyla bilinirdi Nijerya’nın köyleri. Nijer Deltasındaki köylerde yaşayan emekçiler tarımla, balıkçılıkla uğraşır, geçimlerini böyle sağlarlardı. 1960’lı yıllarda köylerle birlikte Nijerya’nın kaderi değişmeye başlar. Royal Dutch Shell şirketi köylere yakın bir bölgeden petrol çıkarmaya başlar. Boru hatlarıyla petrolün naklini yapar. Petrolü Nijerya’nın iç kesimlerinden alarak dünyanın dört bir yanına ihraç eder. Çevre de insanlar da bundan büyük zarar görür.
Çiftçilik ve balıkçılıkla geçinen bir köyün halkı 10 Ekim 2004’te sabah uyandıklarında yaşam kaynakları olan suyun kara bir şeyle kaplandığını görürler. Köylüler boru hattında sızıntı olduğundan şüphelenirler. Shell’in yetkililerine ulaşmak güçtür. Sızıntı yakındaki bir polis karakoluna bildirilir. Bir helikopterle keşif yapılır ve sızıntının kaynağının 45 santimlik bir delik olduğu fark edilir. Yetkililer geçici olarak talaşlarla tıkayıp bir kepçeyle üstünü kapatırlar. Fakat sızıntı devam eder. 23 bin litreden fazla petrol dökülür ve 40 dönümlük mangrov ormanı kül olur. Köyün can damarı olan arazi ve balık havuzları zehirlenir. Shell bu olayın sorumlusunun bölge halkı olduğunu, sabotajcıların işi olduğunu iddia eder. Oysa petrol sızıntısının sebebi boru hatlarında bakım yapılmamasıdır ve bu gerçek herkes tarafından bilinmektedir. Boru hatları onlarca yıl bakımsız bırakılmıştır.
Nijerya hükümeti sızıntının üzerinden ancak 2 yıl geçtikten sonra temizlik çalışmalarına başlar. Bu sürede bölge giderek yaşanmaz hale gelir. Köylüler o günleri “petrolü yiyorduk, içiyorduk, soluyorduk” diye anlatır. İlk sızıntıdan 6 yıl sonra Goi köyü, artık sakinlerini besleyemeyecek kadar kirlidir. Sonra diğer köyler de bu kervana katılır. Nijerya hükümeti köylülere evlerini terk etmelerini, bölgeyi kalıcı olarak tahliye etmelerini emreder. Köy artık yaşanmaz olarak kabul edilir. Bu köyler Shell’in bölgede petrol keşfetmesinden sonraki yarım yüzyılda sızıntılardan yaşanmaz hale gelen çok sayıda köyden sadece birkaçıdır. Kirlilik birçok emekçinin yaşam alanına, ekmeğine mal olur. Bunun karşısında emekçiler bölgede kitlesel eylemler, protesto gösterileri düzenler. Nijerya hükümeti yaşam hakkını savunan eylemcileri şiddetle bastırmaktan geri durmaz.
Şirket 2010’dan bu yana 1010 petrol sızıntısı olduğunu ve bölgeye 17,5 milyon litre petrol döküldüğünü kabul etti. Gezegenin en güzel yerlerinden biri bu şirketin marifetiyle gezegenin en kirli yerlerinden biri haline getirildi. Yaşam kaynakları olan toprak ve suyun zehirlendiği emekçiler zorla göç yollarına düşürüldüler. Bölge halkı, çeşitli sivil toplum kuruluşları, çevre ve insan hakları aktivistleri baskıya karşı yılmadan seslerini duyurmaya devam ettiler. Şirketler, devleti, avukatlarını, güçlerini, paralarını kullanarak emekçileri bastırmaya çalışıyor fakat tam anlamıyla başarılı olamıyordu. Yıllar süren mücadeleler sonucu mahkeme Ekim 2004’teki petrol sızıntısının neden olduğu zararlardan Shell’in yan kuruluşu olan SPDC’yi sorumlu buldu. Köye dökülen petrol ve yangından kaynaklı zararları ödemesine hükmedildi. 15 yıldan fazla süren bir başka mahkemede Shell, 1970’lerde meydana gelen petrol sızıntısını itiraf ederek tazminat ödemeyi kabul etti. Ama bölgeyi yaşanmaz hale getirenler bunu yapmaya devam ediyorlar.
Şirket isimleri değişir, coğrafya, kıta değişir fakat sermayedarların tıyneti değişmez. Afrika kıtasından Avrupa’ya, Asya’ya doğru gidelim. Yaşadığımız ülkede de sermayedarlar doğayı dizginsizce sömürmeye, daha fazla kâr uğruna yaşam alanlarını yaşanmaz hale getirmeye devam ediyor. Artvin’in bir ilçesi Arhavi’de can damarı olan derenin önüne set çekilip HES kurulur. Kepçeler, kamyonlar, dozerler, dur durak bilmeden adeta bölgeyi yıkmak için birbirleriyle yarışırlar. Köylüler o güne kadar balık tutar, hayvanlarını otlatır, böylece geçimlerini sağlarlardı. Kurulan HES’ler derenin yönünü değiştirdiği için o bölgedeki canlılığı sona erdirir. Taş ocakları dereye çamur atar, dere çamura bulanır. Dinamitlerin etkisiyle yeraltı suları dibe çöker, köyde zamanla susuzluk başlar. Köylüler ilk başlarda “derelerimiz şenlenecek diye düşünürdük” derler. Ardından şöyle devam ederler: “Bu şekilde olacağını tahmin edemezdik. Biz onları seçimle Ankara’ya gönderdik. Onlar düşünür, bilir. Onlar bizi korur diye düşünürdük. Ama öyle değilmiş.”
İkizdere Vadisinde Cengiz İnşaat tarafından önce HES’ler inşa edilir. Ardından taş ocakları yapılmaya başlanır. Rize İdare Mahkemesinin kararı doğrultusunda İşkencedere Vadisinde bilirkişi heyeti keşif yapar. İnşaatların bölgede kalıcı hasar bırakacağını, çayda verimi düşüreceğini, su dengesinin bozulacağını, dere yataklarının tahrip edileceğini söyler. Fakat Cengiz İnşaat devletin polisini jandarmasını da arkasına alarak emekçi halkı yıldırmak, korkutmak için elinden geleni yapar. Köylüler, “Cengiz olacak zengin gitsin başka bir yerden alsın taşı. Niye burayı mahvediyor. Bizi öldürerek burayı yapmasınlar” diyerek tepkilerini gösterirler. Köylüler dostlarıyla birlikte aylarca protesto eylemleri düzenlerler. Fakat Cengiz yaşam alanlarını yok etmekte kararlıdır. Nitekim yapar da.
Geçtiğimiz aylarda Hakkâri merkeze bağlı Kavaklı Köyü Armutlu mezrasında bir maden şirketi maden ocağı için iş makineleriyle kazı yapmak istemişti. Açılmak istenen maden ocağına karşı çıkmaya çalışan köylüler darp edilip aynı aileden beş kişi gözaltına alındı. Araziler “kamulaştırma” adı altında gasp edildi. Köylü tapulu arazisine giremedi. Bu bölgede onlarca maden ocağı çalışıyor. Kentte bir doğa harikası olan Zap Vadisi boyunca onlarca taş ocağı ve beton santrali yapılmış. Zap Vadisinde maden, taş ocakları, beton santralleri, kum tesisleri ve çöplük yerine rafting, yamaç paraşütü ve dağcılık gibi turizme yönelik faaliyetler yürütülmesi beklenirdi. Ancak bırakın bunu, her geçen gün santral ve ocak sayısı artıyor. Hakkâri merkeze bağlı Kavaklı köyünün vadisi olan Hare vadisinde açılmak istenen maden ocağı bölgedeki akarsuyun hemen kenarında olduğundan içme ve sulama suyunun tamamını zehirleyecek durumda.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 61 ilde 344 maden sahası için ihale açtığını duyurmuştu. İhale edilecek alanlar arasında Antalya’dan Van’a ülkenin birçok kentinde güzelim bölgeler yer almış ve ihalelerin kapalı teklif ve açık artırma usulü ile yapılacağı açıklanmıştı. Van’ın simge yerlerinden biri olan Kanispi (Beyazsu) üzerinde birçok balık tesisi var. Kurulan HES’ler geri dönülemez zararlar vermeye devam ediyor.
Erzincan’ın İliç ilçesine bağlı Çöpler Köyündeki Çöpler Altın Madeni 2010’dan beri faaliyette. Kanada ve Çalık Holding ortaklığındaki Anagold altın madeninde 3 bin kişi çalışıyor. Yıllardır siyanür ve sülfürik asit yayan madenin bölgede ekolojik yıkıma neden olduğu belirtiliyor. Altın madeninde oluşturulan atık göletinde biriken kanserojen ve öldürücü kimyasallar buharlaşarak doğanın üzerine ölüm olarak yağıyor. 197 futbol sahası büyüklüğündeki barajda biriken zehirli sular taşmasın diye, “evaporatör” denilen bir aletle atmosfere buhar salınıyor. Alanda yaşanan heyelan sonucu siyanür Fırat Nehrine sızdı. ÇED raporu bölgeye ciddi zararlar verdiği yönünde detaylar içeriyor. Aktivist ve aynı zamanda Çöpler sakini olan Sedat Cezayiroğlu’nun bölgeyle ilgili söyledikleri dikkat çekici:
“Bu heyelan sonucu zemin altındaki yırtılmalar sonucu yüzlerce ton saf siyanür toprağa karıştı. Hemen yakınında Fırat Nehrinin Karasu kolu akıyor. Buraya yakınlığı en fazla 300 metre. Bu nehir Erzurum’da doğuyor ve Elazığ’da Murat nehri ile birleşerek Fırat ismini alıyor. Türkiye’nin can damarı olan Keban ve Atatürk Barajları da bu nehirden besleniyor. Buraya günlerce siyanür aktı. Aynı zamanda GAP’ı besliyor. Şanlıurfa ve Harran’daki tarım bu suyla yapılıyor. Orada üretilen gıda ürünleri maalesef siyanüre maruz kaldı. Aynı zamanda Irak ve Basra’ya akıyor bu nehir. Uluslararası bir sonucu olan bir suç işleniyor burada.”
Türkiye Barolar Birliği de sahanın ekosisteme verdiği zararlara dair şunları söylüyor: “Bu projede de zenginleştirme için siyanür, sülfürik ve nitrik asit kullanılmaktadır. Proje sahası Türkiye’nin en büyük su toplama havzasına sahip Fırat Nehrine sadece birkaç yüz metre uzaklıkta, Munzur dağları ekosistemi içerisindedir. Munzur ve Fırat Havzasında zengin ve pek çoğu endemik bitki, hayvan varlığı olduğu bilimsel araştırmalarda ortaya konulmuştur. Hatta bitki çeşitliliği bazı Avrupa ülkelerindeki çeşitliliğe eşdeğer veya çok daha fazladır.”
Bölge, coğrafya, ülke değişiyor fakat sermayenin dizginsizce sömürüsü, doğaya, yaşam alanlarına azgınca saldırısı değişmiyor. Çünkü kapitalist üretim mantığı dünyanın her yerinde aynıdır. İnsanlar kimi bölgelerde yaşam alanları için mücadele ediyor. Devletler, polisi devreye sokuyor, açılan davaları onyıllara yayıyorlar. Kimi yerlerde göz boyamak için teamüllere uyduklarını gösteriyorlar fakat talan kaldığı yerden devam ediyor. Adeta, “anlatılan senin hikâyendir” der gibi emekçilerin hayatını zehirlemeye devam ediyorlar. Doğaya zarar veren, onu yaşanmaz hale getiren, coğrafya, din, dil, ırk ayırt etmeden emekçileri zorla yurdundan eden, göç yollarına süren bu sisteme karşı emekçilerin ortak sınıf kimliğiyle mücadele etmek dışında başka yolu yoktur. Ya hep birlikte kurtulacağız, ya da hep birlikte.
link: Gebze’den bir MT okuru, Nijerya’dan Türkiye’ye Sermaye Sınıfının Tıyneti, 3 Ağustos 2022, https://marksist.net/node/7718
İranlı Kadınlar Özgürlük İstiyor!
El-Salvador’da Dünden Bugüne Sömürünün ve Zulmün Zincirleri