“Çünkü ben milyonlarca sessiz insanın sesiyim! Ezilen ve rahat bir nefes alamayanların! Yaşamdan mahrum bırakılan, bir kurtuluş yolu bulamayan, bütün dünyaları bir hapishane, işkence yapılan bir zindan, bir mezar olanların! ... Her kimseler ve her neredeyseler, açgözlülüğün ezici çarklarına kapılmış olanların sesiyle konuşuyorum! Kurtarılmak için haykıran insanlığın sesiyle! Topraktan çıkarak dirilen, parmaklıkları kırarak hapisten kurtulan, cehalet ve zulmün zincirlerini kopartan, el yordamıyla ışığı arayan ölümsüz ruhun sesiyle!”
Yukarıdaki satırlar, Amerikalı yazar Upton Sinclair’in Şikago Mezbahaları romanından. Sosyalist bir konuşmacının, romanın kahramanı Jurgis’in ve binlerce işçinin yüreğinin derinliklerine işleyen konuşmasının bir bölümü… Şikago Mezbahaları dizginsiz sömürünün, kapitalist sistemin çarklarının nasıl döndüğünün, işçilerin yaşadığı sefaletin romanıdır. Yazar, 1900’lü yılların başında Amerika’da kapitalizmin işçilerin canı pahasına sömürülmesi üzerinden yükselişini, büyük umutlarla kıtaya göçenlerin yaşadıkları acıları ve yokluğu anlatır. “Özgürlükler ülkesi” Amerika’nın işçi ve emekçilere sefalet ve yıkımdan başka bir şey vermediğini yaşayarak gören ailelerden sadece biridir Jurgis’in ailesi. 1900’lerin başında daha iyi bir yaşam hayaliyle Litvanya’dan Amerika’ya göçen ailenin umutları Amerikalı patronların, et tröstlerinin, emlakçıların, bankaların sömürü çarklarında öğütülüp yok olmuştur. Ailesini birer birer kaybeden Jurgis, derin bir çıkışsızlık ve umutsuzluk girdabından uzun bir süre çıkamamış ve oradan oraya savrulmuştur. Ayakta kalma mücadelesinde gece gündüz demeden çalışmış, daha önce çalıştığı işyerinde işini kaybetmemek için grev kırıcı bile olmuştur. Rastgele girdiği konferans salonunda sosyalist konuşmacıyı dinlediği zaman Jurgis, güçlü bir fırtınaya yakalanmış gibi sarsılır, yaşamı gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçer. Konuşmacının ağzından çıkan her kelime yüreğinin orta yerine bir hançer gibi saplanır. Çünkü anlatılanlar onun ve salonda bulunan binlerce işçinin yaşamlarının toplamıdır.
1900’lerin Amerika’sından bugünün Türkiye’sine gelelim. Aradan yüz yıldan fazla zaman geçmiş de olsa Sinclair’in anlattığı işçilerin yaşam koşulları da, umutları ve hayalleri de bizlere yabancı değil. Bugün kapitalist sistemin emekçilere onulmaz acılar çektirdiği, onları iliklerine kadar sömürdüğü, posaları çıkana kadar çalıştırdığı bir yıkım tablosuyla karşı karşıyayız. Zaten uzun olan çalışma saatlerine rağmen ücretimizi biraz daha arttırabilmek için fazla mesailere kalıyoruz. Yine de geçinmek mümkün değil. Patronlar işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini maliyet olarak görüyorlar. Zorlu ve yorucu çalışma koşulları önlemlerin alınmamasıyla birleşince işçiler iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor.
Tüm dünyada işçiler, çağın imkânlarına ve toplumsal zenginliğe yakışmayacak ölçüde yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyor. Zenginlik bir avuç kapitalistin elinde toplanırken milyonlarca insan zor koşullarda yaşama savaşı veriyor. Dünya işçi sınıfı kapitalizme karşı çetin mücadeleler verdi. Sendikalaşma hakkı, işgününün kısaltılması, emeklilik vb. hep bu mücadeleler sayesinde kazanıldı. Ancak patronlar sınıfı da boş durmadı. Çeşitli yollarla işçileri mücadeleden alıkoyarak, örgütlülüğü gerileterek saldırılarına devam etti ve ediyor.
Romanın kahramanı Jurgis’in Amerika’da geçen hayatı acılarla, yoklukla, sefaletle doludur. O, başka türlü bir hayatın mümkün olduğunu bilmemektedir. Zorlu koşullara, kayıplara göğüs gererek yaşama tutunmaya çalışır. Fakat tesadüfen girdiği bir toplantıdan sonra sosyalist mücadeleyle tanışır. Bu tanışmanın onda yarattığı değişimi yazar şöyle tarif eder: “Sanki bütün sınırlamalardan kurtulmuş, alabildiğine özgür olmuştu. Dört yıldan beri Jurgis vahşi bir ormanın derinliklerinde şaşkın şaşkın dolaşırken birden kendisine uzanan bir el onu bu karanlıklardan çekip yüce bir dağın doruğuna oturtuvermişti. Her şeyi açık açık görebiliyordu buradan.” Bizler de bugün kapitalist sisteme ve onun yaşattığı acılara karşı, insan gibi yaşayabileceğimiz bir dünya mücadelesine omuz vermeliyiz. İşçi sınıfının sosyalist bir dünya kurma mücadelesi hem bugünü hem de yarını yaşanabilir kılabilecek tek anahtardır. Örgütlüğümüzü büyütüp mücadeleyi yükseltmemiz karanlıklardan aydınlığa çıkmanın tek yoludur.
link: Ankara’dan bir iş güvenliği uzmanı, Mezbahaya Dönen Yaşamlar!, 24 Temmuz 2023, https://marksist.net/node/8022
Filistin Sorunu Neden Çözülemiyor? /3
Felâketler Yaratmak, Felâketten Beslenmek!