Merhaba sevgili işçi kardeşlerim. Mektubumun başlığındaki pek derin anlam ifade eden sözleri ben ilk kez çocukluğumda dedem ve ninemden duymuştum. Çocuk aklımla bu sözleri bizim Yeriş isimli pek yaman köpeğimiz için söylediklerini sanmıştım uzun bir zaman. Ancak biraz büyüdükten sonra bu sözle köpeğimizi değil haddini, boyunun ölçüsünü bilmeyen ve sahip olduğu her şeyi aile büyüklerine borçlu olduğunu inkâr eden amcamı kastettiklerinin ayırdına varmıştım.
Gözünüzün önüne getirebilmeniz için ninem ve dedemin nasıl insanlar olduklarını tarif etmem lazım. Dedemin boylu poslu, yapılı, güçlü kuvvetli, yakışıklı, iradeli ve bütün özelliklerine yaraşır biçimde çalışkan birisi olduğunu tanıyan herkes anlatır. Ninem ise kadın ölçülerine göre orta boylu, güzelliği dillere destan, on parmağında yirmi marifet olan bir kadındı. Örneğin kadınların yolda kocalarının peşinden beş adım geriden gittiği dönemde, ninem erkeklerin meclisinde başköşeye buyur edilen bir kadındı. Çoğu erkeğin üstesinden gelemediği işlerin üstesinden gelirdi. Bundan ötürü de namı civar köylere yayılmıştı. Dedem ve ninem çalışkan, dost canlısı, kendilerinden evvel başkalarını düşünen ve paylaşımcı insanlardı. “İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış” lafını ilk onlardan duysam da sonraları Aziz Nesin’in meşhur “Zübük” adlı eserinin girişinde de gördüm bu sözü.
İşte amcamı yetiştiren, büyüten ve iyi, içinde bulunduğu topluluğa faydalı bir insan olması için uğraşan dedem ve ninem böyle insanlardı. Amcam ise onların tüm çabalarını ve verdikleri desteği, onların yüzü suyu hürmetine diğer köylülerin kendisine değer verdiğini unutarak, her şeyi kendisinin yaptığını, tüm marifetin kendisinde olduğunu sanırdı. Hatta bir süre sonra, kendisini var eden dedemi ve ninemi bile unutarak, kendisini onların ve diğer köylülerin bile üstünde görerek ukala, ne oldum delisi biri haline gelmişti. Sadece anasını babasını değil kimseyi beğenmez, kendini herkesten üstün görürdü. Amcama sorarsanız kendisi köyün en yiğit, en akıllı, en marifetli, en üstün insanıydı. Hatta civar köylerde bile onun gibisi bulunmazdı. Bu yüzden de bir süre sonra sevilmeyen, herkesin itici bulduğu, kimsenin görüşmek istemediği biri olmuştu.
Amcam, askerliğini yapıp dönünce, yani eli iş tutmaya başlayınca kendine olan mesnetsiz güveni daha da artmıştı. Artık bu köyün kendisini kesmediğini, kendisinin daha büyük işlerin adamı olduğunu düşündüğü için köyden ayrılıp şehre gitmişti. Orada çok büyük işler yapacak, çok para kazanacak, büyük adam olacaktı. Ama tahmin edersiniz ki işler pek de umduğu gibi gitmedi. İstanbul denen cangıl onu öyle bir yuttu ve hayat öyle darbeler vurdu ki ailecek çok zor durumlara düştüler, perişan oldular.
Amcamın hikâyesi bana çok sevimli hayvanlar olan mirketleri ve onlardan biri olan Kolo’nun hikâyesini hatırlatıyor. Mirket ailesini ve Kolo’yu bir belgeselde izlemiştim. Mirketler bütün yavrularına aynı emeği, aynı eğitimi verirler. Hiyerarşik olarak bütün kardeşler kendilerinden küçük kardeşlerinden sorumludurlar. Anne-babalarının sözlerini harfiyen, eksiksiz yerine getirirler. Anne-baba avlanmaya uzaklara gittiğinde bütün yavrular kuyruklarının üstünde dimdik durarak nöbet tutarlar. Gelin görün ki Kolo isimli ortacı mirket laf dinlemez, söz anlamaz, bir kedi yavrusu kadar olmasına karşın, “ben bir değil, beş aslanı yere sererim” havasındadır. Ve maalesef ana-babasının sözünden ve izinden çıktığı, kendisini olduğundan daha büyük gördüğü için neticede bir kartalın pençeleri arasında yem olmaya gider. Tıpkı amcam gibi…
Evet dostlar, bazı insanlar böyledir maalesef. Kendisini neyin var ettiğini unutur, tüm marifeti kendisinde zanneder, öküze özenen kurbağa misali şişindikçe şişinir ve sonunda da çatlar. Bu kişiler, başarıya ulaştıklarında yardım aldıklarını unutur ve sadece kendi marifetleriymiş gibi övünürler. Kendi güçlerini abartır ve başkalarının katkısını göz ardı ederler. Ne kadar çok vardır bu insanlardan etrafımızda! Bu tür insanların hikâyesini anlatan romanlar, hikâyeler de pek çoktur. Jack London’un Martin Eden adlı eserinden tutalım da Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah adlı meşhur romanına kadar pek çok romancı bu kişilikleri işler eserlerinde. Stendhal’ın başkarakteri Julien Sorel, kariyer uğruna her şeyi yapmayı göze alan, çalışkan ve yetenekli ama aynı zamanda da ikiyüzlü, kariyerist, bencil ve acımasız biridir. Roman onun önce yükselişini ve sonra da trajik düşüşünü anlatır.
Evet sevgili işçi kardeşlerim, biz biz olalım, kendimizi böyle acınası durumlara düşürmeyelim. Bu sistem hepimize bencilliği, bireyciliği, kariyerizmi, hırslı olmayı, yükselmek için her şeyi yapmayı göze almayı, vefasızlığı, benmerkezciliği aşılıyor, dayatıyor. Oysa insan olmak bunun tam aksi olmayı gerektirir. Bu sistemde tek başımıza hiçbir şeyiz, ancak bir kolektifin içinde kendimizi var edebilir, yeteneklerimizin ortaya çıkmasını sağlayabilir, topluluğun ve toplumun çıkarlarını öne alarak insanlaşabilir, insan olarak kalabiliriz. Şahsen beni sınıf mücadelesine kazandıran eski ustamı hiç unutmam. Ustamın bana verdiği emekleri aradan kırk yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen hiç aklımdan çıkarmadım. Daha sonraki yıllarda ise bugün görsem selamımı esirgeyeceğim insanların dahi bana kum tanesi kadar emekleri varsa bu emeği de hiçbir zaman unutmadım. O insanlar o günlerde bana emek vermişlerdi. O verilmiş olan emeği inkâr edersem kendi mayamdan şüphe ederim. Yıllar sonra ise yine bir vesileyle, bir tesadüfler silsilesi sonucunda gerçek sınıf devrimcileriyle tanışma şansına sahip oldum. Bu insanlar yılların deneyimine ve birikimine sahip insanlardı. Temas ettikleri her işçiye nasıl bir emek verdiklerinin tanıklarından sadece biriyim. Doğru bir ifadeyle tepeden tırnağa bilgiyle, birikimle dopdolu olmalarına karşın bir anlığına bile “bakın ben bu kadar birikimliyim, tepemden bilgi fışkırıyor” gibi gülünç olmamışlardır. Tam tersine dalları meyveyle yüklü ağaç gibi mütevazı davranmışlardır. Biz de öyle olalım, olmaya çalışalım. Unutmayalım, vefa sadece İstanbul’da bir semtin adı değildir, gün gelir herkese lazım olur…
link: İzmir’den emekli bir işçi, “İt Kağnı Gölgesinde Yürür, Kendi Gölgesi Sanırmış”, 21 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8289
AP Seçimleri: Faşist Tehdit Büyüyor
Hapishaneler İktidarın Aynasıdır