Egemenler tarafından sürekli bir köşede bekletilen Suriyeli göçmen nefreti tekrar köpürtülmeye başladı. Önce Kayseri, arkasından Antep, Kilis, Adana, Antalya, Eskişehir, Hatay… Suriyelilere ait işyerleri basıldı, yağmalandı, göçmenlerin evlerine girildi ve darp edildiler. İşten evine dönerken önü kesilen Suriyeliler, suç dosyası kabarık lümpen tiplerin öncülüğünde kalabalık gruplar tarafından linç edilmek istendi. 17 yaşında bir çocuk işçi, evine dönerken bıçaklanarak katledildi. Öte yandan az da olsa olumlu örnekler de yaşandı. Antep’te Suriyeli işçilerin de içinde olduğu bir işçi servisinin önünü kesen grup, göçmen işçileri araçtan indirmek isterken yerli işçiler tarafından engellendi. Ancak bu gibi örneklerin medyada haber değeri bulmaması, egemenlerin estirmek istediği milliyetçilik rüzgârının somut bir örneğini gözler önüne seriyor.
AKP iktidarındaki Türkiye, başından itibaren Suriye’de yürüyen emperyalist savaşın taraflarından biri. Sermaye sınıfının çıkarlarını gözeterek Suriye’yi nüfuz alanı haline getirme çabası, sınır ötesi askeri harekâtlar, bölgedeki cihatçı çetelerle kurulan işbirlikleri, Batılı emperyalist güçlerle yapılan göçmen pazarlıkları… Bugünlere böyle gelindi. Öte yandan Suriye halklarının kanı ve canı üzerinden yürütülen bu savaş politikalarına karşı duran, eleştiren, halklar arasında barışı savunan sosyalistlerin, demokratların sesi boğuldu. Sendikaların, işçi örgütlerinin eylemlerine polisle, tomayla, gazla karşılık verildi. Her zaman olduğu gibi, barışı savunanlar vatan haini ilan edildi.
Emperyalist heveslerini kısa zamanda hayata geçireceğini düşünen iktidar, kontrolsüz göçün getireceği toplumsal ve ekonomik sorunlara dair hiçbir önlem almadı. Tersine Avrupa ülkeleriyle yürüttüğü pazarlıklarla, göçmenleri Türkiye’de tutma garantisi vererek ekonomik ve politik çıkarlar sağladı. Dönemin Başbakanı Davutoğlu, AB-Türkiye arasında Suriyeli göçmenler üzerinden yapılan görüşmelerde “Kayseri pazarlığı” yaptıklarını söylüyordu utanmadan. Sermaye örgütleri, tek tek patronlar, rejimin tüm bürokratları, peşi sıra Saray medyası ve aveneler hep bir ağızdan göçmen emekçileri ucuz işgücü ilan ettiler, bunu savunmakta bir beis görmediler. Utanmadan göçmenlerin “ülke ekonomisine katkısını”, aslen ise patronlara sağladığı kârlılığı savundular.
Rejim kutuplaştırıcı dille, suni gündemler yaratarak işçi ve emekçileri birbirine düşman hale getirebiliyor. Baskı ve yasaklarla, zorbalıkla emekçilerin ekonomik ve demokratik hak mücadelesini engelliyor. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu koşullarda yaşanan ekonomik yıkımın ve diğer toplumsal sorunların yarattığı öfke göçmenlere yöneliyor. Oysa asıl olması gereken öfkemizi sorunlarımızın kaynağına yani sermaye sınıfına ve onun temsilcisi olan siyasi iktidara yöneltmemizdir. Yaşadığımız sorunlar dünya işçi sınıfının ortak sorunlarıdır, kapitalist sömürü sisteminin yarattığı sorunlardır. Patronlar ve yönetenler sınıfsal çıkarları için yerli-yabancı işçi ayırt etmeden hayatımızı altüst ediyor. Bizlerin de suni ayrımlardan kurtulup mücadelemizi göçmen işçilerle de ortaklaştırmamız gerekiyor.
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik ve Mücadelesi.
Yaşasın Enternasyonal Dayanışma!
link: İstanbul/Esenyurt’tan bir emekçi, İşçiler Öfkesini Asıl Kime Göstermeli?, 9 Temmuz 2024, https://marksist.net/node/8307
Irkçı Histeri Dalgası ve Rejimin Yıkıcı Suriye Politikası
Sefalet Dayatmasına Karşı Mücadeleye!