İşçi sınıfı bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte kendi bağrından sanatını ve sanatçısını da çıkarmıştır. Bu büyük sınıfın destansı mücadeleleri, başkaldırıları, geri çekilmeleri veya uğramış olduğu haksızlıklar şairlere, yazarlara, film yönetmenlerine ilham kaynağı olmuştur. İnsanlığın sömürü ve baskıdan kurtuluşunu arzulayan her bir birey işçi sınıfının saflarında ve mücadelenin ön sıralarında kendine yer bulabilmiş, insanların insan gibi yaşayacağı bir dünyanın inşasına tuğla taşımıştır. Sınıf mücadelesi ciltler dolusu kitaba, yüzlerce filme ve şiire konu olmuş ve bu da nice devrimci yürekte filiz verip sınıf düşmanlarına karşı tarihsel mücadeleye katkı sağlamıştır.
İşçi sınıfının sanatı, bir bardak su gibi devrimci yürekleri ferahlatır. İşte bu sebeptendir ki her dönemin siyasi iktidarı sınıfımızın sanatına, sanatçısına her fırsatta düşmanca yaklaşır. İşçi sınıfını ve ezilen halkları mücadeleye çağıran, gençliğin içine umut tohumları serpen sanatçılar hep iktidarların gazabına uğramış, kara propagandalarına maruz kalmış, iftira ve saldırılara göğüs germiştir. Her şeye rağmen sınıfın sanatını ve sanatçısını susturmaya güçleri yetmemiştir egemenlerin, yetmeyecektir.
Bu toprakların değerlerinden olan Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif ve daha niceleri burjuvazinin oklarını üzerlerine çekmişlerdir. Çünkü onlar burjuvazinin kokuşmuş sömürü düzeninin değil, işçi sınıfının sanatçısı olmayı tercih etmişlerdir. Burjuvazi işçi sınıfını kölelik koşullarına mahkûm etmek isterken, onlar, “ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” işçilerin, işçi sınıfının ve nihayet insanlığın bir gün galip geleceğinden umutlarını hiç kesmemişlerdir.
İşte bu sanatçılardan biri Yılmaz Güney’dir, nam-ı diğer “Çirkin Kral”. Türk sinemasının dünyaya açılmasında önemli bir yeri olan, eserleriyle yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül alan Güney; 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde senarist olarak yer aldı. Çok sayıda kitap yazarak kısacık hayatına çok şey sığdırdı. Ama onu Yılmaz Güney yapan, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen, ezilenlerin yanında yerini alması, beyaz perdede ve kitaplarında ezilenlerin hayatını işlemesi oldu. Yılmaz Güney de tıpkı sınıfımızın diğer sanatçıları gibi ömrünün çoğunu cezaevlerinde ve sürgünde geçirdi. Geriye pek çok eser bırakan “Çirkin Kral”, 1984’de bu topraklardan çok uzakta, Paris’te yaşama veda etti.
Yılmaz Güney ve diğerleri aramızdan ayrılmasına rağmen, sınıf düşmanlarının zehirli dillerinden yine kin ve nefret dökülüyor. Yılmaz Güney’in yanında ancak figüran olabilecekler, akıllarınca ağır ithamlarla onu gözden düşürmeye çalışıyorlar. Mafya bozuntularının, silah tekellerinin, faşist diktatörlerin yanında kuyruk sallayanlar, Kürt ve sosyalist sanatçılara tüm çirkin yüzleriyle saldırıyorlar.
Burjuvazi ve onun çanak yalayıcıları ikiyüzlüdür. Her türlü kirli ilişkilerini, yağma düzenlerinin işleyişini, insanlık suçlarını sumen altı ederken sıra sınıfımıza geldiği zaman sütten çıkmış ak kaşık kesilirler, ama yemezler. Örgütlü işçi sınıfı her koşulda devrimci değerlerine sahip çıkmaya devam edecek ve daha nice devrimci değerin doğumuna vesile olacaktır.
link: İstanbul/Esenyurt’tan bir metal işçisi, İşçi Sınıfı Sanatıyla ve Sanatçısıyla Vardır, 22 Eylül 2023, https://marksist.net/node/8066
Milliyetçilik Halkların Düşmanıdır
Gerçek Demokrasi Ancak İşçi Sınıfının Eseri Olabilir