Karayip Denizinde bir ada ülkesi olan Haiti’de bundan 11 yıl önce bir deprem meydana gelmişti. Ülkenin güneyinde meydana gelen 7 büyüklüğündeki bu depremde 200 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, 300 bin kişi yaralanmış ve 1,3 milyon kişi evsiz kalmıştı. Enkazlar arasında yalnız bırakılan emekçiler yıllarca depremin yaralarını sarmaya çalıştı. Ama bu depremin yaraları sarılamadan yine bir deprem gerçekleşti. 14 Ağustos 2021’de, 7,2 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. Tarih değişti, fakat “kader” değişmedi. 2200 kişiden fazla insan hayatını kaybetti. 10 bin kişi yaralandı. Yaklaşık 500 bin çocuğun barınma, temiz içme suyu ve gıdaya erişimi kesintiye uğradı. 11 milyonluk Haiti’de nüfusun yüzde 60’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Peki, devlet? Yaşanan felâket anında devlet orada da ortada yok! Dün de yoktu bugün de yok! 2010’daki depremin ardından Haiti’ye uluslararası yardımlar yağmıştı. O yardımlarla deprem mağduru insanlar için sağlıklı konutlar inşa etmek pekâlâ mümkünken egemenler o paraları ceplerine indirmişti. Şimdi yoksul işçi ve emekçilerin sırtından, yağma ve hırsızlıktan elde ettikleri zenginliğin tadını çıkarıyorlar. Yoksul, aç, deprem mağduru insanlarsa çadır demenin bile çok zor olduğu derme çatma çadırlarda kalıyorlar, kiliselere sığınıyorlar.
ABD’nin en kalabalık şehri olan New York ve New Jersey’de de geçtiğimiz günlerde büyük bir sel meydana geldi ve onlarca insan hayatını kaybetti. ABD’nin güneyinde 1 milyondan fazla insan elektriksiz kaldı, batısındaki ormanlar ise yanıyor. Orada da devlet ortada yok! Felâketleri yaşayanlara el uzatan, yardım eden yok. ABD Başkanı Joe Biden, yaşanan sel felâketi için “iklim krizinin burada olduğunun kanıtıdır” diyor. Oysa iklim zirvelerinde bir araya gelip “dünyamızı kurtarmalıyız” deyip sonra da Paris Anlaşmasından çekilenler, anlaşmaya geri dönmeyi tartışsalar da anlaşmanın gereklerini yerine getirmeyenler ABD’li egemenlerdi. Onlara göre hepimiz suçluyuz, küresel iklim değişikliğinin nedeni tüm insanlık! Kendi imzaladıkları anlaşmalar sermayelerinin büyümesi önünde engel teşkil ettiğinde buna uymayanlar dünyamızı cehenneme çevirmeye devam ediyor ve üstelik faturayı bize kesiyorlar!
Türkiye’de günlerce sönmeyen, söndürülemeyen yangınlar... Selle birlikte evleri, yaşam alanları yerle bir olan, yaraları sarılmayan emekçiler... Yediğinden, içtiğinden, uykusundan, çocuğundan kısarak bin türlü cefayla yaptıkları evlerini, yanan ormanlarını kurtarabilmek için tüm imkânsızlıklara rağmen canla başla çalıştılar. Pek çok yerde yangının önüne geçemeseler de büyümesini önlemeyi başardılar, selzedelere yardım ettiler. Peki, bu esnada devlet ne yapıyordu? Bakan, selin felâkete dönüşmesinin nedeninin HES olmadığını, asıl HES’in mağdur olduğunu söylüyordu. “Görevliler dışında kimse yangın bölgelerine girmeyecek” denerek bölge halkı ve yardıma giden emekçiler alandan çıkmaya zorlanıyordu. Yani diyordu ki devlet, “Yok öyle kendi aranızda organize olup yangın söndürmek, yardımlar toplamak, koordinasyonlar kurmak! Yok öyle bizim icraatlarımızı sorgulamak, kader dışında bir suçlu aramak!” Öyle ya devlet vardı, herkes onun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket edecekti, herkes onun dediğine doğru diyecekti!
İktidardakiler suçu iklim krizine atmakla yetinmediler, kaderimizin ne olduğunu da söylediler. Erdoğan’a göre doğa olaylarının felâkete dönüşmesi bizim kaderimizdi: “Deprem, sel ve toprak kayması bulunduğu iklim ve coğrafi yapısı sebebiyle ülkemizin kaderidir. Enkaz kaldırma ve hasar tespiti çalışmalarını hızla yapıyor ve vatandaşlarımızın zararlarını karşılayıp yıkılan yerleri yeniden inşa ediyoruz. Karadeniz bölgemiz de bu tür afetlerle karşılaşmıştır.” Bir daha sel olabilir, “olsun TOKİ hazır nasılsa. Biz yine inşa ederiz. Biz bu alanda iyiyiz, inşaat bizim işimiz” denilir. Madende iş cinayeti olur, “bu işin fıtratında ölüm var” denilir ve konu kapatılır. Fıtrat veya ülkenin kaderiyse bu durum, demek ki bize de kabul etmek, iktidardakilere tam destek vermek düşer. Aksi halde terörist, vatan haini olmak işten bile değildir.
Türkiye’de egemenler, “millet için varız”, “milletimize hizmet ediyoruz”, “sosyal devleti hayata geçirdik” yalanlarını sık sık tekrarlıyorlar. Ama belli ki orman yangınlarını önlemeyi, söndürmeyi hizmetten saymıyorlar. Sadece zenginliklerini büyütmeye odaklanıyorlar. Her felâketin ardından utanmadan IBAN numarası veriyorlar. Emekçiler felâketler karşısında haklı olarak “devlet nerede?” diye soruyorlar. “Onca vergi ödediğimiz, onca yardımlar toplayan, zor zamanlarda yanımızda durmayan, yangınlara müdahale etmeyen, edemeyen devlet ne için var?” diyorlar.
Özellikle 1980’den itibaren tüm dünyada neoliberal saldırı politikalarına hız verildi. İşçi sınıfının elde ettiği kazanımlar budanmaya başladı. Kamu hizmetlerine ayrılan kaynaklar iyice kısıldı, sağlık, eğitim, ulaşım, enerji gibi hizmetler tek derdi kâr elde etmek olan özel şirketlere devredildi, iyice pahalı hale getirildi. Kamu hizmetlerinde personel sayısı iyice azaltıldı, hizmetlerin kalitesi düşürüldü. Devlet bu anlamıyla fazlasıyla küçültüldü, adeta buharlaştırıldı. Ama devletin halk üzerinde baskı kurmaya yarayan bütün unsurları güçlendirildi. Daha fazla hapishane açıldı, daha çok polis istihdam edildi, daha çok kelepçe, TOMA, cop, silah alındı… Devlet şiddeti ve baskısı arttırıldı. Bu anlamıyla devlet aslında emekçilerin sırtında daha büyük bir yük haline geldi. Bugün devletin sırtımızda olduğunu ödediğimiz vergilerle görüyoruz. Eğitim, sağlık alanında “katkı” adı altında ödediğimiz paralarla görüyoruz. Orman yangını söndürmeye ayrılması gereken kaynakların saraylara ayrılmasıyla görüyoruz. Sendikalaşma mücadelesi verdiğimizde, greve çıktığımızda, satamayıp tarlada çürüyen ürünümüze tepki gösterdiğimizde, ağacımız kesilmesin, bölgemize termik santral açılmasın dediğimizde, sesimizi duyurmak için yaptığımız eylemlerde yediğimiz copla görüyoruz. Yani devletin nerede olduğu aslında apaçık belli!
Yaşadıkları felâketlerin ardından yoksul emekçiler, felâketle mücadele ekipleri kurdular, yardımlaşma ağları ördüler. Devletin engellemelerine rağmen felâketlerin boyutlarını bir nebze osun küçültmeyi başardılar. Pandemi, sel, heyelan, yangın gibi doğa olayları karşısında zamanında müdahaleler yapması gerekirken bunu yapmayan ve doğa olaylarının felâkete dönüşmesine neden olan, kendi imkân ve inisiyatifleriyle müdahale edenleri engelleyen devlet biz emekçilerin derdine derman olamaz; ancak yükümüzü arttırır. Bu nedenle işçi ve emekçilerin dayanışma ağları kurması, birlikte hareket etmesi ve yaşadıkları sorunlara birlikte çözümler araması gerekiyor. Tıpkı ozanın dediği gibi; dert bizde, derman ellerimizdedir.
link: Kocaeli’den MT okuru bir işçi , “Devlet Nerede?”, 14 Eylül 2021, https://marksist.net/node/7457
Türkiye’de Demokrasi: 20 Milyar Lirayla Ne Yapıldı?