Kapitalizmin ne menem bir sistem olduğunu son yıllarda ülkece yaşadığımız her olayda görüyoruz. Gerçekleşen doğa olayları bile bu sistemde insanlık için bir felâkete dönüşüyor. İnsan için kalp atışı ve nabız ne anlama geliyorsa deprem de dünyamız için bu anlama geliyor. Depremlerin neredeyse yüz yıldan fazladır bilimsel olarak nerelerde ne kadar büyüklükte olacağı biliniyor. Bilim insanları depremlere neden olacak fay hatlarının adeta röntgenini çekmiş durumda. Mesela Maraş depremi için yıllardır uyarılarda bulunuyorlardı. Ama yetkili kurumlar bu gerçeği bildikleri halde hiçbir ciddi çalışma yürütmediler. Türkiye’de her 10 yılda bir sonucu yıkıcı ve ölümcül olan birçok deprem yaşandı. Bu depremler dahi sorumluların önlem almasını, hazırlık yapmasını sağlamadı. Sadece depremler değil aşırı yağışlarda oluşan sellerde ya da orman yangınlarında da onlarca canımızı kaybedebiliyoruz.
Bir doğa olayı felakete dönüştüğünde, felaketi yaşayan toplumlar bir daha yaşanmasın diye çeşitli önlemler alırlar. İnsanlık tarihten bugüne deneyimlerini aktararak gelişmiştir. Sellerin doğuracağı etkileri azaltmak için binlerce yıl önce setler yapıldı. Evler doğa olayları dikkate alınarak yapılırdı. Doğa bu dersleri büyük bedeller ödeterek insanlara öğretti. Ama kapitalist kâr anlayışı doğa olaylarını felakete dönüştürüyor dünyanın dört bir köşesinde. Türkiye’de ise faşist rejim altında iyice arsızlaşan inşaat kapitalistleri ve müteahhitler için bu acı deneyimlerin hiçbir önemi olmuyor. Bunlar ne deneyim ne kural ne da yasa takıyorlar. Onların hesaba kattıkları tek şey kârlarıdır.
Bugün “yıkılan kentleri yeniden ayağa kaldıracağız” diyenlerin, bizden bir yıl mühlet isteyenlerin hiçbir şeyi usulüne uygun yapmayacakları ortadadır. Çünkü bugüne kadar yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. İktidar depremin ilk gününden itibaren devletin bütün imkânlarını seferber etmeliyken bunu yapmadı. Deprem bölgesinde günlerce hiç girilmeyen yerler oldu. İnsanlar kaderleri ile baş başa bırakıldı. İktidarın çapsızlığı, depreme hazırlıksızlığı, plansızlığı on binlerce insanımızın canına mal oldu. Ama iktidar ilk günden beri devletin bütün imkânlarını kullanarak sorunları çözdüğü algısı oluşturma peşindeydi. Yıllardır propagandasını yaptığı o “Büyük Türkiye” algısını diri tutmanın derdindeydi. İnsanlar enkaz altında can çekişirken dahi onlar hâlâ şov peşindeydiler. İktidar kuyruğu dik tutmanın derdindeydi. “Nerede devlet?” diyenlere sopa göstermekten başka hiçbir şey yapamıyordu.
AKP, yıllar içinde devletin bütün kurumlarının içini boşaltı. AFAD’ı, Kızılay’ı liyakatsiz kadrolarla doldurdu. Devletin bütün kurumlarını sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirdi. Kamuya ait bütün hayati alanları açgözlü kapitalistlerin insafına bıraktı. İktidarın yıllardır uyguladığı bu politikanın en somut örneklerinden birisi de Kızılay’ın çadır satma skandalıdır. Kızılay sözde kâr amacı gütmeyen bir yardım kuruluşu olarak hizmet yapmaktaydı. Depremin ilk günlerinde insanlar buz gibi havalarda başlarını sokacak bir çadır ararken sözde kâr amacı gütmeyen hayır kurumu Kızılay bile çadır satmanın derdindeydi. Depremzedelerin neler yaşadığını zerrece umursamadılar. Sorumlusu oldukları bu felakette bile sermayelerini büyütmenin derdindeydiler.
Depremin yarattığı etkiyi daha üzerlerinden atamayan Urfa ve Adıyaman gibi illerimizde sağanak yağışlar sellere neden oldu. Selden dolayı alt geçitlerde insanlar boğularak can verdi. Urfa’da Abide Köprülü Kavşağında 9 kişi can verdi. Bu kavşak üç ay önce Cumhurbaşkanı tarafından törenle açılmıştı. Köprülü kavşağı yapan müteahhit geçen yıl da dünyanın en büyük 250 müteahhitti arasına girdiği için Erdoğan’dan ödül almıştı. Onca insanın boğularak can vermesinin sorumlusu kapitalist sistem ve onun iktidardaki temsilcileridir.
Teknolojinin bugün geldiği düzeyde insanlık muazzam bir ilerleme kat edebilir. Ama siyasi iktidar “Büyük Türkiye”nin kanıtı olarak köprüleri, yolları, havaalanlarını, hastaneleri, tünelleri görmemizi istiyor. İktidarın gelişme olarak gösterdiği yapıların hepsi kısa vadede yüksek kâr getiren projelerdir. İktidarın övünç kaynağı olan bu projelerin de deprem ve sellerde ne hale geldiğini gördük. İktidar, yaptıkları en iyi işin inşaat olduğunu söylüyor ve yıllardır bunu bir propaganda aracı olarak kullanmaktan geri durmuyordu. Ülkeyi müteahhitler ülkesine çevirerek bütün zenginlikleri bir avuç insana peşkeş çektiler. Doğayı katlederek canlı yaşamı yok ettiler. HES projeleri ile nehirleri kuruttular. Kamu ihalelerini adrese teslim bir şekilde Karun kadar zengin ettikleri yandaş müteahhitlere verdiler. Hazine garantili projelerle halkın geleceğini ipotek altına aldılar.
Kârdan ve sermayeyi ihya etmekten başka bir şey düşünmeyen bu sistemin yıkılması ve sistemin en gaddar savunucusu olan bu faşist iktidarın değişmesi gerekiyor. Tek adamla simgeleşmiş bu ceberut yapıyı değiştirmek için Türkiye’deki düzen karşıtı toplumsal muhalefeti büyütmemiz gerekiyor. Değişimin anahtarı ellerimizdedir. Değişimin biz işçi ve emekçilerden yana olması için her alanda örgütlülüğümüzü arttırmalıyız. İktidarları ve sistemi sarsacak olan örgütlü gücümüzdür.
link: Ankara’dan bir metal işçisi, Değişimin Anahtarı Ellerimizdedir, 8 Mayıs 2023, https://marksist.net/node/7977
Akkuyu’da Nükleer Çadır Tiyatrosu
Faşist Rejimin Cambridge Analytica Taktikleri