Bilindiği gibi Troyka’nın dayatmalarına karşı Yunanistan başbakanı Çipras referandum önermiş ve 5 Temmuzdaki referandumdan %62 civarında bir oyla Troyka dayatmalarının kabul edilmemesi sonucu çıkmıştı. AB’li emperyalistler bu sonuca rest çekerek koşullarını daha da ağırlaştırmışlardı. Referandumdaki net hayır oyuna rağmen Çipras’ın sanki evet yanıtı çıkmış gibi bu daha da ağırlaştırılan koşulları kabul etmesi büyük bir hayal kırıklığına ve öfkeye yol açmış durumda. Çipras ve Syriza’nın bu kararı bizler açısından hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Referandum kararını Syriza’nın “AB ve IMF’nin sömürücü, yağmacı amacını ve niyetini deşifre ederek sisteme karşı bir mücadeleye girdiğinin işaretini vermesi” olarak yorumlayanların aksine, bizler, bunu, demokrasicilik oyunuyla halkı aldatıp oyalama ve sorumluluktan kaçma olarak değerlendirmiştik: “Troyka’yla yeniden masaya oturulmayacağı, kemer sıkma politikalarına son verileceği, kamu istihdamının arttırılacağı, özelleştirmelerin durdurulacağı, ücretlerin ve emekli maaşlarının yükseltileceği vb. vaatleriyle iktidara gelip tam bir açmazla yüz yüze kalan Syriza, emekçilerin artan tepkileri karşısında, troykanın dayatmalarının kabul edilip edilmemesi konusunda 5 Temmuzda referanduma gitme kararı aldı. Syriza, «kaderini doğrudan ilgilendiren bu konuda halk kendi kararını kendisi versin» diyerek demokratik bir adım atmış gibi görünüyor. Oysa halk Syriza’yı bu konudaki vaatleri nedeniyle iktidara taşımış ve bu doğrultuda karar almakla yetkilendirmişti. Fakat o, referanduma sığınarak siyasi sorumluluktan kaçmaya çalışmaktadır.” (Zeynep Güneş, Syriza ve Yunanistan Dönüm Noktasında, 2/7/2015)
Çipras’ın 13 Temmuzda IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu’ndan oluşan Troyka’nın dayatmalarına boyun eğmesinden itibaren Syriza’da muhalif sesler daha yüksek çıkmaya başladı. Çipras, son Merkez Komitesi toplantısında partisinin çoğunluğunun desteğini almış gözükmesine rağmen yine de Eylül ayında olağanüstü kongreye gidilmesi kararını almak zorunda kaldı. Toplantıda Çipras bu şekilde yola devam edilemeyeceğini belirterek, demagojik yalanların arkasına sığınmayı da ihmal etmedi: “İkinci Dünya Savaşından sonra iktidara gelen ilk sol hükümet, ya sol milletvekilleri tarafından desteklenir ya da sol milletvekilleri tarafından düşürülür. Sözde değil gerçek anlamda birlik olmaya ihtiyacımız var.” Halbuki, sözkonusu dönemde Yunan halkı kendini “sol” olarak satan birçok hükümet görmüştü. Çipras’ın bunları “sol” saymazken kendi hükümet programının “sol” olduğunu söylemesinin elbette bir temeli yoktur.
Syriza Merkez Komitesindeki muhalefet, halkın istememesine rağmen Troyka’nın dayatmalarının kabul edilmesine karşı bir bildiri yayınlayarak, avrodan çıkmayı ve Meclisteki paket oylamasında hayır oyu kullanılmasını istemişti. Syrizalı vekillerin bir bölümü Meclisteki oylamada hayır oyu kullanmış, Troyka’nın dayattığı paket sağ partilerin desteğiyle Mecliste onaylanmıştı. Syriza’daki “Sol Platform” adlı muhalefet grubu, kendi kongresini toplama çağrısı yapmış ve bu kongreye Antarsya’yı da (Syriza’yı soldan eleştirip ona dahil olmayan bir sosyalist ittifak) davet etmişti. Bu gelişmeler, Syriza’da bir bölünme, hükümetin düşmesi ve arkasından erken seçim ihtimalini güçlendiriyor. Yeri gelmişken, Syriza’daki muhalefetin Yunanistan’a krizden çıkış yolu olarak avrodan ve AB’den çıkışı göstermesine de itibar edilmemesi gerektiğini belirtelim. Kapitalizmi hedef tahtasına oturtmadığı, büyük burjuvaziyi mülksüzleştirmeyi ve yabancı sermayeyi devletleştirmeyi gündeme getirmedikçe, bu yaklaşımlar sosyalist devrime değil milliyetçi yanılsamaların beslenmesine yarayacaktır.
Çipras’ın açıkladığı “önlemler” paketi emekçiler için çok daha karanlık günlere işaret ediyor. Pakette, artan emeklilik yaşından ücret kesintilerine, 10 puan arttırılan KDV’den borcu ödenmeyen evlerin haczedilmesine, iş yasalarının esnekleştirilmesi ve işten çıkarmalardan sınırsız özelleştirmelere kadar her şey mevcut. Bunlar, bir zamanlar solcu diye yutturulup Ecevit tarafından ithal edilen Kemal Derviş’in önlemlerini aratmıyor, daha da ağır bir fatura kesiliyor emekçilere. Ne de olsa Syriza’nın solculuğu ile Kemal Derviş’in solculuğu arasında kategorik bir farklılık yok. Tüm bu önlemlerin uygulanıp uygulanmadığı doğrudan Troyka tarafından denetlenecek, yani bir çeşit Düyun-u Umumiye kurulacak ki, bunları da 2000’in başlarındaki Türkiye’den hatırlıyoruz.
Peki bu tablodan hangi sonucu çıkarmalıyız? Kuşku yok ki, bu önlemler, Çipras’ın Yunan büyük burjuvazisine ve AB emperyalizmine apaçık teslim olduğu anlamına geliyor. Çipras, bu teslimiyeti, aksi taktirde faturanın çok daha ağır olacağı öcüsüyle emekçilere yutturmaya çalışıyor ama tablo açıktır: Syriza, halkın umutlarına “ihanet etmiş”tir. Bu ifadeyi tırnak içinde kullanmamızın nedeni onun ihanetini küçültmek değildir. Syriza gerçekte kendi küçük-burjuva sınıfsal misyonunu yerine getirmiştir, onun ihanet ettiği şey reformistlerin küçük-burjuva hayalleridir. Ondan başka türlüsünü beklemek zaten abesti. Syriza’nın seçim başarısının ardından gerek Yunanistan’da gerekse de Türkiye’de küçük-burjuva sol ile reformistler zafer çığlıklarıyla bayram kutlamaları yaparken biz bu gerçeği dile getirmiştik. Kimi sosyalistlerin “Syriza’nın hangi yola gireceğinin henüz belli olmadığı” şerhini koyarak katıldıkları bu bayram havasına karşı biz onun esas rolünün yükselen devrimci dalgayı bastırmak olduğunu belirtmiştik: “Düzen içi sol, en kritik zamanlarda burjuvazinin imdadına yetişerek, kitlelerde beklentiler oluşturup onların öfkesini dindirmenin bir aracı olmuştur. Düzen içi sol, burjuva sol ya da sosyal-demokrasi denilen şey, hiçbir yerde ve hiçbir zaman devrimci atılımların ilk adımı olmamış, tersine, devrimci atılımların önünün kesilerek pörsütülmesinde kullanılan bir emniyet sübabı görevi görmüştür.” (Oktay Baran, Syriza’ya Bağlanan Boş Umutlar, 2/2/2015)
O tarihlerde kaleme aldığımız yazının “abartılı beklentiler, yaklaşan hayal kırıklığı ve tehlikeler” alt başlığında söylediklerimiz, çok değil 5 ay sonra çıplak bir gerçeğe dönüşmüştür. Uzun bir aktarma yapacağımız için kusurumuza bakılmasın. Ama 6 ay önce Syriza’ya övgüler düzüp bugün sus pus olanlar ya da onu “şartlı destekleyip” ona devrimci akıl hocalığına soyunduğu halde bugün “biz zaten demiştik” diyenler o kadar çok ki bu hatırlatmaları yapmak kaçınılmaz oluyor:
“Bayram havası ve dizginsiz, ölçüsüz, hayalci bir iyimserlik. Bu tarz yorumlar arasında, «dünya ölçüsünde yankıları olan bir zafer», «halkın zaferi» gibi ifadeler neredeyse en ihtiyatlı değerlendirmeleri temsil ederken, Syriza’dan «halkın partisi» ya da «devrimci bir halk partisi» şeklinde bahsedenler ya da en azından onun böyle bir parti haline gelmesine bel bağlayanlar çoğunlukta. Düzen içi soldan reformist-sosyalist sola kadar geniş bir yelpaze, Syriza’ya ve onun genç lideri Çipras’a sevgi ve saygılarını iletirken, onu örnek almaktan, Türkiye’nin Syriza’sını yaratmaktan dem vuranların haddi hesabı yok. … Öyle gözüküyor ki, kendini sol olarak satan düzen içi siyasetçilerin yukarı kalkan sol yumrukları reformistlerin yüreklerinin yağının erimesine yetiveriyor. … Abartılardan uzak durmaya çalışır gözüken daha ihtiyatlı reformistler de var. Onlar, derinlikli görünen analizlerle bu tarz önderliklerin istemeyerek de olsa sosyalist adımlar atmak zorunda kalabileceğini düşünerek hayal kuruyorlar. Bu hayali kurgular eşliğinde sözkonusu önderliklerin ya devrim ya da düzen tercihiyle karşı karşıya kalacaklarını varsayıyor ve tercihlerini devrimden yana yapmalarını umuyorlar. … Burjuvazinin aklını olduğundan fazla küçümsemenin bedeli, yeni hayal kırıklıkları, moral bozuklukları ve tasfiyecilik olmaktadır. … Gerçek şu ki, Syriza, umut da değildir, emekçi kitlelerin en acil sorunlarına bir çözüm de sunamaz. O, emekçi kitlelerin umutlarıyla oynamanın, emekçi kitlelere hayaller pompalayıp onları düzene bağlamanın adıdır. Yarınki büyük hayal kırıklıklarının bugünkü sorumlusudur. Ve bu durum, Yunanistan’da çok tehlikeli olabilecek gelişmelere işaret etmektedir. … Yabancı sermaye güçlerine kafa tutacağı iddiasıyla iktidara gelen bir düzen içi sol partinin büyük hayal kırıklıkları yaratması, AB’ye karşı demagojik bir söylem tutturan faşist güçlerin elini güçlendirecektir.” (Oktay Baran, agm)
Acaba bugün yaşananlardan sonra, bu tarz yaklaşım sergileyenler gerekli dersleri çıkartacaklar mıdır? Umarız öyle olur, ama pek sanmıyoruz. Zira, aslında reformizm anlamına gelen bu yaklaşım tarzını içselleştirmiş olanlar, reformist ya da kapitalizmin ıslahçısı olan bir partinin her seçim başarısında, zafer korosuna katılmaktan kendilerini alamamışlardır ve alamazlar. Akıntıya karşı yüzmek, gerçekler ne kadar acı olursa olsun onları dile getirmek, tehlikelere işaret etmek, “çoğunluğun” oluşturduğu korodan ayrı düşmeyi göze almak ancak sınıf devrimcilerinin harcında olan özelliklerdir.
Syriza, Podemos ya da benzerleri … Mesele şu ki, kapitalist toplumda iki temel sınıf arasında, burjuvazi ve işçi sınıfı arasında bir orta yol bulmak mümkün değildir. Hele ki kapitalizmin tarihsel bir krizden geçtiği böylesi bir dönemde, kitleler köklü bir değişim talebiyle ayağa kalkmışken, onları sistem içi bir çözüm olduğuna inandırmaya çalışmak, her iki sınıfı da memnun edecek bir orta yol, bir uzlaşma olasılığından bahsetmek, teorik ya da politik bir yanlışlık değil, örtük bir biçimde bile olsa burjuvaziden yana olmak anlamına geliyor.
Syriza, sosyalist çizgideki bir işçi-emekçi partisi değil küçük-burjuva reform partisidir. Onun attığı kimi sol gözüken adımlarla buna ters yönde attığı adımlar arasındaki çelişkinin kaynağında, onun küçük-burjuva sınıf temeli yatmaktadır. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasında giderek şiddetlenen sınıf kavgasındaki orta yolcu tutumu da bu sınıfsal zeminden kaynaklanmaktadır. Büyük burjuvaziden yediği basınç katlanılmaz oldukça aklına emekçiler gelmekte, onlara yönelip onlardan destek talep etmektedir (referandum kararının bir yanı da buydu). Emekçilerin talepleri kapitalist sistem dışına çıkma yönünde kuvvetlendikçe, bu sefer de duyduğu korkuyla büyük burjuvaziye yaklaşmaktadır. Her halükârda Syriza, bu konumuyla Yunanistan’daki devrimci dinamikleri geliştirme doğrultusunda değil, tam tersine pörsütme doğrultusunda bir rol oynamaktadır. Onun büyük burjuvaziden ve işçi sınıfından basınç yedikçe hangi yöne gideceğini tüm bu yaşananlardan sonra bile hâlâ belirsiz olarak gören değerlendirmeler tümüyle yanlıştır. Syriza, kapitalist sistem köşeye sıkıştıkça küçük-burjuva bir parti olarak büyük burjuvazinin kucağına daha fazla oturacaktır. Syriza’nın devrimci bir dönüşüm geçirmesi, devrimci rotaya çekilmesi bir ham hayalden ibarettir. Olabilecek tek şey, pek çok tarihsel örneğin de gösterdiği gibi, devrimci bir dalganın güç kazanması ve devrimci bir önderliğin ortaya çıkması durumunda Syriza içindeki devrimci unsurların koparak Syriza’yı terk etmeleridir. Mevcut koşullarda, iktisadi krizin daha da derinleşmesi, siyasi krizin tekrar patlak vermesi, Syriza’nın bölünüp iktidardan düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Burjuvazi, Syriza’yı bir süre daha iktidarda tutarak acı reçeteyi Yunan emekçilerine onun aracılığıyla yutturmayı mı deneyecek, yoksa ondan da umudunu kesip aşırı sağın önünü mü açacak? Kapitalist düzenin bu “kırk katır mı kırk satır mı” oyununun bozulması, Yunan işçi sınıfının ve ona önderlik etme iddiasındaki devrimci grupların sergileyecekleri tutuma bağlıdır.
link: Oktay Baran, Syriza’nın Şaşırtmayan Teslimiyeti, 4 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4359
Cumartesi Annelerinden Savaşa Hayır Çığlığı
Hiroşima ve Nagazaki’yi Anarken