İktidarın ekonomik krizi emekçilerin sırtına yıkan girişimlerinin arkası kesilmiyor. Tasarruf adı altında emekçilerin sosyal hakları kırpılırken şimdi de yeni vergi düzenlemesi hazırlanıyor. “Enflasyonda zirveyi gördük, bundan sonrası iniş” vb. açıklamaları tümüyle yalandır. Ortada bir yıkım tablosu olmasına rağmen, bu ülkede neredeyse 3 ücretliden 2’sinin talim ettiği asgari ücret düzeyinde bir artışa gidilmeyeceğini söylüyor iktidar.
Oysa geçen yılın sonunda yapılan zammın ardından geçen sürede, reel ücretler düşmeye, yoksulluk derinleşmeye devam etmiştir. Sahtekâr TÜİK’in açıkladığı son verilere göre bile, resmi enflasyon Mayıs ayı sonu itibarıyla yıllık %76’dır. İlk beş ayda ise resmi enflasyon %23’tür. Türk-İş ise son beş aylık enflasyonu %31 olarak açıklıyor. Gerçek enflasyonun bu düzeylerin çok daha üstünde olduğunu tüm emekçiler biliyor, yaşayarak görüyorlar. ENAG’ın verileri de bunu açıkça gösteriyor.
Türk-İş’in açıkladığı verilere göre Haziran başı itibarıyla dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 19 bin liraya, yoksulluk sınırı da 62 bin liraya dayanmış durumdadır; tek bir bekâr çalışan içinse yoksulluk sınırı 25 bin lira olmuştur. Asgari ücret, evli kişiler için, olması gerektiği gibi ortalama hane halkı büyüklüğü (3,14 kişi) üzerinden değil de tek bir çalışan için hesaplanıyor. Buna rağmen mevcut asgari ücret tek bir kişinin bile yoksulluk sınırını geçmesine yetmiyor. Aynı şekilde, ebeveynler ve büyük çocuklardan biri asgari ücretle çalıştığı durumda bile haneye giren toplam gelir, o hanede yaşayanların yoksulluk sınırını geçmesine yetmiyor. Bu verilere çalışanların çoğunluğunun asgari ücret düzeyinde ücretlendirildiğini eklersek, yoksulluğun boyutlarını görmüş oluruz. Emeklilerse çoktan, bıraktık yoksulluğu sefalete mahkûm edilmiş durumdadırlar.
Bu rakamları ortaya koymasına rağmen, Türk-İş bürokrasisinin yaptığı tek şey taleplerini açıklamak, kampanya adı altında da sendika binalarına pankart asmaktır. Türk-İş başkanı “sabit gelirlilere nefes aldıracak düzenlemeler” istiyor. Beklenti bu kadar aşağı çekilmiştir.
İktidar en başından itibaren asgari ücrete Temmuz ayında zam yapılmayacağını açıklıyor. Bunu söyleyen Hazine Bakanı Şimşek’in maaşı ise Temmuz ayında 49 bin lira artarak 17 asgari ücret düzeyine çıkacak! Benzer zam oranlarını diğer bakanlar, milletvekilleri ve vekillikten emekli olanlar da alacaklar. Dahası sadece onlar değil, Şimşek’in A takımında yer alan tüm bürokratlar da ballı maaşlarının yanı sıra üstelik de birden fazla büyük şirket ya da kuruluştan aldıkları “huzur hakkı”nın (yasa gereği iki aylık brüt asgari ücretten az olamıyor!) keyfini sürüyorlar. Onlara tasarruf tedbirleri işlemiyor, onlara yapılan zamlar enflasyonu arttırmıyor! Yalnızca iktidar değil ücretlere zam yapmayı düşünmeyen. Özel sektördeki şirketler de mümkün mertebe zam yapmaktan kaçınıyorlar. Patronlar dünyasında yapılan bir ankette, her üç şirketten sadece birinin ara zam yapmayı planladığı görülüyor.
Gerek sendikalar gerekse de sosyalist hareket, asgari ücretin arttırılması, emekli maaşlarının asgari ücretin üzerine çıkartılması, vergide adaletin sağlanması gibi yakıcı önem taşıyan, güncel ve kısmi iyileştirmeleri içeren bir dizi talebi dillendiriyorlar. Düzen içi muhalefet partileri de emekçilerin desteğini kazanabilmek için bu talepleri savunan bir görüntü çizmeye çalışıyorlar. CHP’nin şefleri Erdoğan’la gülümseyen pozlar verirken, CHP’nin gölge ekonomi bakanı, Erdoğan’ın önerisi üzerine Mehmet Şimşek’le görüşüp asgari ücrette artış ve emekli maaşlarına zam yapılmasını rica ediyor! Şurası net ki, bırakın işini yapsın dedikleri Mehmet Şimşek’le aynı ekonomi politikasını savunanların, bu talepleri dillendirmeleri hiç de inandırıcı değildir. Bu talepler iktidara rica ederek değil, sınıf mücadelesini yükselterek kazanılabilir ancak. CHP’nin önüne geçmeye çalıştığı yol da budur.
Yüksek faiz politikası vurgunu büyütüyor, yoksullaşmayı derinleştiriyor
Gerek içeride gerekse de dışarıda finans kapitale verilen sözler vardır. Bunlardan biri de yüksek faiz politikasının bir süre daha sürdürülmesi ve buna döviz kurlarının baskılanmasının eşlik edecek olmasıdır. Mehmet Şimşek’in “adeta döviz yağıyor” şeklinde betimlediği durumun arkasında bu vurgun düzeni yatıyor. Yabancı sermaye sıcak para olarak yurtiçine girip Türk lirasına çevriliyor ve ardından yüksek faiz getirisi elde ettiği birkaç aylık bir zaman dilimini takiben tekrar dövize çevrilip yurtdışına çıkarılıyor. Mevcut faiz oranları düşünüldüğünde üç aylık bir süre içerisinde döviz bazında %15’e varan garantilenmiş getiri elde etmek mümkün ki, şu an dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kazanç fırsatı bulunmuyor. Bu vurgun fırsatından sadece yabancılar da yararlanmıyor; yerli büyük sermaye de düşük faizle yurtdışından borçlanıp getirdiği döviz için aynı işlemle yağmaya katılabiliyor, kazandığı faiz dışarıya ödeyeceği faizi fazlasıyla karşılıyor nasıl olsa. İktidar açısından, gelen dövizlerle kur sabitlenmiş oluyor ya, emekçiler yüksek faiz altında daha da yoksullaşıyormuş, ürettikleri zenginlik yurtdışına kaçırılıyormuş ne gam!
Emekçilerin uzun zamandan beri borçlanarak günü kurtardıkları, ancak birkaç farklı bankadan aldıkları kredi kartları sayesinde en temel ihtiyaçlarını karşılayabildikleri biliniyor. Yükselen borç dağlarına rağmen kendi kaderine terk edilen birçok emekçi ailesi bunu göze almaktan başka bir yol bulamıyor. Hal böyleyken, güya enflasyonu düşürmek için faizleri arttırmak, kredili alışverişlere sınırlama getirmek gibi uygulamalar emekçileri daha da büyük sıkıntılara sokuyor. Üstelik aylık %5’i bulan faizler yetmezmiş gibi kredilerden ek olarak %30 civarında da vergi alınıyor. Borca sarılan emekçiler açısından bu yolun da bir sonu mevcuttur; bu yılın ilk dört ayında borcunu ödeyemeyen kişi sayısında üçte bir oranında bir artış yaşanmış olması bu gerçeği gösteriyor.
Krizin yükü emekçilerde, tekeller kâr rekorları kırıyor
Krizin doğurduğu, iktidarın izlediği emek düşmanı politikalarla daha da ağırlaştırdığı yoksullaşma dalgası tüm yıkıcılığıyla devam ediyor. Buna rağmen iktidar sözümona enflasyonla mücadele adına gerçekte tüm yükü emekçilerin sırtına bindiriyor. Tasarruf tedbiri diye açıklanan önlemlere geçmişte bizzat Mehmet Şimşek “bunlar çerez parası etmez” demişti. Halkı bu şekilde aldatıp, biz yapıyoruz siz de fedakârlık yapın diyorlar. Halbuki bürokrasi lüks harcamalardan ciddi bir kesintiye gitmemiştir, sermayeye aktarılan kaynak ve teşviklerde en ufak bir indirim yoktur, kapitalistler de yüksek enflasyonu bahane ederek fahiş zam politikasını sürdürmektedirler. Oysa neo-liberal çizginin dışında kalan Keynesçi ya da sosyal-demokrat birçok iktisatçı bile önemli enflasyonist faktörlerden birine işaret ediyorlar: Büyük şirketlerin tekelci pozisyonlarından kaynaklanan avantajları kullanarak Covid-19 ve savaş bahanesiyle yapmaya başladıkları ve ardından da sürdürdükleri fahiş zamlar. Bu fahiş zamlar aynı zamanda büyük tekellerin istisnai kâr artışları yaşamasını sağlamıştır. Örneğin, geçtiğimiz yıl önceki yıla göre, Sabancı Holdingin kârları %300, Koç Holdingin %395, Eczacıbaşı Holdingin %242, Anadolu Holdingin %1200 oranında artmıştı! Aynı dönemde Türkiye’nin en büyük 500 firması da ortalamada kârlarını ikiye katlamışlardı. Bu olgu aynıyla dünyada da geçerlidir.
Emekliye ve çalışanlara sıra geldiğinde “kaynak yok, enflasyonu da arttırır” yalanıyla zam yapmayı reddeden iktidar, tekellerin vurgun yapmasına göz yummanın da ötesinde onları vurguna teşvik ediyor. Oysa gerçekte kaynak sorunu yoktur; emeğin yarattığı zenginlik kaynağın ta kendisidir, ama ona kapitalistler el koymaktadır. Sistemin temeli emeğin kapitalistlerce sömürülmesine dayanıyor. Bıraktık dev tekellerin mülkiyetine el konulmasını, sırf yukarıda aktardığımız muazzam kârlara el konulsa ya da bunlar ağır bir vergilendirilmeye tabi tutulsa bile, emeklisiyle çalışanıyla emekçilerin yaşam standartlarında önemli bir iyileşme sağlamak mümkün olacaktır. Gerek Türkiye’de gerekse dünyada birçok sosyal-demokrat iktisatçının da çözüm olarak sunduğu bu yol, tüm uluslararası zirvelerde konuşulup önerilmesine rağmen hiçbir burjuva iktidar buna yanaşmıyor. Sağcısıyla solcu geçineniyle tüm burjuva iktidarlar dev tekellerin memuru durumundadırlar. Onların çıkarlarına dokunacak hiçbir ciddi adım atmıyor, bu işleyişi sarsacak hiçbir önlemi almıyorlar. Kapitalist sistem o denli tıkanmış durumda ki, küçük bir reform bile yapabilecek durumda değildir.
Vergiler emekçilerin sırtına yıkılırken, sermayeye teşvik, muafiyet ve af
Büyük şirketlerin, faizcilerin, rantiyenin tatlı kârlarına dokunamayan iktidar, emekçi halkı soymak için acaba daha neye nasıl bir vergi ya da harç getiririm arayışındadır. İktidarın hazırladığı vergi paketi taslağında, lokantada çalışan garsonların aldığı bahşişe bile vergi konulurken, zenginlerin, rantiyecilerin, borsa spekülatörlerinin vergilendirilmesine dönük hiçbir adım atılmıyor.
Bütçe açığını azaltmak için teknokratların hazırlayıp taslağa soktukları kimi vergiler bizzat Erdoğan tarafından veto edilerek taslaktan çıkarılmıştır. Erdoğan’ın vetosunu yiyen vergiler arasında, harcamaları gelirlerinden %20 fazla olup da bu durumu açıklayamayanlardan alınacak “servet vergisi”, borsa işlemlerinden edinilen kazanca uygulanacak vergi, birden fazla evi olanlardan alınacak ek vergi gibi kalemler mevcuttur.
Sendikalar “vergide adalet” diyerek kampanya yaparken, bu taleplere kulağını tıkayan iktidar, büyük sermayeye akla ziyan vergi indirimleri uygulamaya, muafiyet getirmeye devam ediyor, hatta bazı tekellerin vergi borcunu sıfırlıyor. Bu yıl şu ana kadar bu şekilde sermayeden alınmayan vergi tutarı 1,8 trilyon liraya ulaşmış durumdadır. Dahası hangi şirketlerin ne kadarlık vergi borcunun silindiği, hangisine ne kadarlık muafiyet vb. getirildiği bilgileri de adeta devlet sırrıymış gibi saklanıyor. Bu noktada sözkonusu kıyakların yalnızca “yandaş” denilen sermaye gruplarına yapılmadığını, diğer büyük tekel gruplarının da bu tür kıyaklardan fazlasıyla yararlandığını belirtmek gerekir.
Asgari değil insanca bir yaşam istiyoruz!
Tüm diğer yoksullaşma verilerini bir tarafa bırakıp, sadece TÜİK’in son beş aylık resmi enflasyon verisine baksak bile, Temmuzda hem asgari ücrete hem de onunla bağlantılı olarak tüm ücretlere zam yapılması gerektiği apaçık ortadadır. Ne var ki, bir o kadar açık olan diğer bir gerçeklik de, göstermelik zamlarla sorunun çözülemeyecek oluşudur. Zira gerek ülke ekonomisinin yapısal sorunları, gerek büyük şirketlerin fırsatçılığı ve yaptıkları fahiş zamlar, gerekse de hükümetin izlediği iktisadi ve mali politikalar sürdüğü müddetçe enflasyonda ciddi bir düşüş olması mümkün değildir. Dolayısıyla tek seferlik yapılan zamların ferahlatıcı etkisi çok kısa süreli ve geçici olacaktır.
Daha önce de vurguladığımız gibi, emekçiler açısından temel sorun, reel ücretlerdeki düşüştür. Emekçilerin, ne pahasına olursa olsun, hangi bedele mal olursa olsun enflasyonun düşürülmesi diye bir önceliği olamaz. Öncelik reel ücretlerin korunması ve mümkün olduğunca artış sağlanmasıdır. Zira enflasyonu önceleyen bir bakış açısı, tam da kapitalistlerin ve onların iktidarının izlediği politikaya onay verme sonucunu doğuruyor. Enflasyonun sebebinin tüketim talebinin yüksekliği olduğu, bunun kaynaklarından birinin de yüksek ücretler olduğu şeklindeki bilimsel kılıflı iddialar baştan aşağıya yalandır. Yalnızca bu ülkede değil, tüm dünyada burjuvazi emekçilerin yaşam standartlarını aşağıya çeken politikaları meşrulaştırmak için bu yalanın arkasına sığınıyor. IMF, Dünya Bankası, Merkez Bankaları, ekonomi bakanlıkları, TV’lerdeki yorum programları, üniversite kürsüleri vb. hep bir ağızdan aynı yalanı tekrarlayıp duruyorlar. İşçilerin bu yalanı kabullenip kendi arzularıyla emeğe saldırı programlarına rıza göstermesi hedefleniyor. Aynı zamanda büyük tekellerin ücret artışlarını bahane ederek fahiş zamlar yapmaları da normal bir şey olarak yutturulmaya çalışılıyor. Dolayısıyla enflasyonu indirme vaadiyle emekçilere dayatılan “fedakârlık”ların hiçbiri kabul edilmemelidir. Asgari değil insanca bir yaşam isteyen tüm işçiler bu doğrultuda mücadele etmelidirler. İnsanca bir yaşam da ancak kapitalizmin yıkılmasıyla mümkün olabilir.
link: Oktay Baran, Sefalet Dayatmasına Karşı Mücadeleye!, 28 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8308
İşçiler Öfkesini Asıl Kime Göstermeli?
Sana Ne, Seni İlgilendirmez!