Avrupa Konseyi üyesi 46 ülkedeki cezaevi istatistiklerinin incelenmesine dayanan akademik bir rapor Lozan Üniversitesinin desteğiyle, “2023 Ceza İstatistikleri Raporu” başlığıyla yayınlandı. Raporda Türkiye’deki hapishanelerin feci durumuna dair birçok veri mevcut.[1]
Her şeyden önce Türkiye, 2023 Ocak sonu itibarıyla 350 bine yakın mahpusla, hapishanelerinde en çok tutuklu ve hükümlü barındıran ülke durumunda. Bu o denli yüksek bir sayıdır ki, kendisine en yakın sıradaki ikinci ülke olan Birleşik Krallık’ta toplam 91 bin tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Yani üç kat fazlalıkla açık ara birincilik kazanmıştır faşizmin “Yeni Türkiye”si!
Bu sayıları nüfusa oranladığımızda da farklı bir sonuç çıkmıyor. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler içinde 100 bin kişi başına düşen 408 kişilik hükümlü ve tutuklu sayısıyla en yüksek cezaevi nüfus oranına sahip ülke durumundadır. Bu sayı da Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin medyan ortalamasının 4 katı kadardır.
Rejimin niteliğini yansıtan önemli bir diğer gösterge de bu sayılardaki yıldan yıla yaşanan çarpıcı değişimdir. Bir önceki yıla göre “cezaevi nüfusu” %15’lik bir artış göstererek, büyük ülkeler arasında bu oranla da birinci sıradadır. AKP iktidarları döneminde bu artış çarpıcı boyutlar kazanmıştır. Öncesini bir tarafa bırakıp sırf 2010-2020 yılları arasındaki değişime bakacak olursak, TÜİK verilerine göre mahpus sayısının 128 binden 292 bine çıktığını, yani iki katından yüksek bir değere ulaştığını görürüz.[2] Avrupa’nın hiçbir ülkesi “Yeni Türkiye”nin bu muazzam artış oranlarının yanına bile yanaşamamaktadır! Alın size gurur verici bir başarı öyküsü!
Yok sayılan siyasi tutsaklar
100 bin kişi başına düşen 408 kişilik hükümlü ve tutuklu sayısıyla Türkiye’nin birinci ülke olduğunu söyledik. Bu kategoride Türkiye’yi takip eden ülkeler de dikkat çekicidir: Gürcistan, Azerbaycan, Moldova, Macaristan, Polonya… Görüldüğü gibi bunlar genellikle otoriter rejimlerin hüküm sürmesiyle öne çıkan ülkelerden bazıları. Fakat Türkiye buna rağmen en yakın takipçisini ikiye katlayarak listede başı çekiyor. Kuşkusuz bu durum, onun otoriterleşme düzeyinin en uç noktada somutlandığı ülke oluşuyla fazlasıyla uyumlu bir veridir.
Hapishanelerde tutulan siyasi tutsakların sayısı bu açıdan bir veridir kuşkusuz. Ne var ki, Türkiye’deki rejimin iddiasına göre hapishanelerde hiç siyasi hükümlü bulunmuyor. İktidara bakılırsa onlar teröristtirler, bölücüdürler, casusturlar, darbecidirler vb. Mahpuslara dair çeşitli istatistikler yayınlayan Adalet Bakanlığı, “terör suçluları”nın (yani siyasi mahpusların) yanı sıra, hasta mahpusların, hapishanelerde ölen mahpusların, engelli ya da bebekleriyle hapishanede kalan mahpusların vb. sayısını da asla yayınlamıyor. Bu yaklaşım nedeniyle sağlıklı sayılara ulaşmak mümkün olmasa da çeşitli araştırmaların yaklaşık olarak verdikleri sayılar yeterince çarpıcıdır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, siyasi suçlardan yatan tutuklu ve hükümlülerin oranının %10-20 arasında olduğunu söylüyor. Kürt hareketi ve sosyalist hareket devlet terörünün her daim geçerli olan hedefi durumundadır ve siyasi tutsakların büyük çoğunluğu bu siyasetlere mensupturlar. 2016’daki “darbe girişimi” sonrasında ise çok sayıda insan darbecilikle ve “FETÖ” mensubiyeti iddiasıyla tutuklandı ve hüküm giydi. İktidar sadece Gülen Cemaati mensuplarını değil, askeri ve sivil bürokrasi içerisindeki birçok muhalif unsuru da bu iddiayla hapse tıktı. Takip eden yıllarda yapılan tutuklamaların önemli bir bölümünün de siyasi suçlamalar (terör, darbe vb.) nedeniyle yapıldığı görülüyor. Kimi araştırmalar “darbe girişimi”ni takip eden üç yılda bu oranın %30’u aştığını ortaya koyuyor.
Avrupa Konseyi’nin 2023 verilerine dayanarak hazırladığı rapora göre ise hapistekilerin %7,6’sı “terör suçları”ndan hüküm giymiş durumdadır. Bu oran diğer tahminlere göre daha iyimser olsa bile, 30 bine yakın insanın siyasi tutsak olduğu anlamına geliyor. Bunlara son dönemde artan sayıda yenileri de eklenmiştir. İktidarını sürdürmeyi kolaylaştıracak birtakım değişiklikler için yumuşama söylemine sarılan iktidar, buna rağmen Kürtlere ve sosyalistlere dönük devlet terörünü tırmandırmaktan geri durmuyor. “Devlet yanına bırakmaz” denilerek, öncesinde olduğu gibi 1 Mayıs sonrasında da ciddi bir tutuklama saldırısına girişilmiş ve bu süreçte yüzlerce insan gözaltına alınıp tutuklanmıştır.
Torbacılar içerde, baronlar iktidarla kol kola
Uyuşturucu suçları konusunda da verilerin yeterince açık, şeffaf ve güvenilir olmadığını belirtelim. Adalet Bakanlığı istatistiklerinde suç dağılımına dair istatistiklerde, kişi birkaç suç işlemesi durumunda en ağır cezayı hangisinden aldıysa o kategoriye sokuluyor. Uyuşturucu suçlarının sayısız diğer suç kategorisiyle (öldürme, yaralama, kaçırma, silah taşıma, kaçakçılık vb.) kopmaz şekilde bağlı olduğu açıktır. Kimi akademik araştırmalar, narkotik suçlardan yatanların oranının 2010’da %18 civarındayken 2019’da %23’e dayandığını ortaya koyuyor. Devletin resmi verilerinde oran daha düşük gösterilse de, eğilimin artış yönünde olduğu ortadadır: Örneğin Adalet Bakanlığının verilerine göre 2013’te bu oran %16,7 iken, 2023’te %20,7 olmuştur. Yine uyuşturucuyla bağlantılı hükümlü sayısının 2013’te bir önceki yılın yaklaşık üç katına çıktığını ve sonra sürekli olarak arttığını görüyoruz. “Darbe girişimi”nden bir yıl önce 18.312 olan hükümlü sayısı, o tarihten itibaren durmaksızın tırmanmış ve 2019’da 31.692 kişiye ulaşmıştır.[3] Nitekim Avrupa Konseyinin raporundaki veriye göre, uyuşturucuyla bağlantılı suçlardan yatanlar %34,4 oranıyla tüm suç kategorilerinin önünde birinci sıradadırlar.[4]
Hangi veri gerçeğe daha yakın olursa olsun, her halükârda uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımının yaygınlaştığını ve uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığında büyük bir sıçrama yaşandığını görüyoruz. Üstelik gayet iyi bilindiği gibi bu suç asla devletten bağımsız değildir. Onun gözetiminin ve denetiminin mutlak anlamda dışında kalan bir narkotik ağ hiçbir zaman ve hiçbir ülkede söz konusu olmamıştır. Bu nedenle bu suçtan hüküm giyenlerin sayısı, devletin göz yummadıklarından oluşur, çok daha fazlasınaysa her zaman göz yumulmuştur. Bıraktık yakalanıp cezalandırılmayı, uyuşturucu transferlerinin çok azının açığa çıkartıldığı bilinen bir gerçektir. Zira bu transferlerin önemlice bir bölümü resmi kurumların bilgisi dâhilinde yapılmaktadır. Uyuşturucu operasyonlarının önemli bölümü de ya gerekli rüşvetler verilmediği için yapılan cezalandırmalardır ya rakip uyuşturucu oluşumların önünü açma amaçlıdırlar ya da kamuoyuna uyuşturucuyla mücadele edildiği yalanını yutturmak üzere sahnelenmiş şovlardır.
Türkiye bilhassa 2016’dan bu yana hızla uyuşturucu trafiğinin ana merkezlerinden biri haline gelmiştir. AKP’nin MHP ve askeri bürokrasiyle kurduğu koalisyonun önemli dayanaklarından biri de narko-mafyatik ağlardır. MİT, ordu ve Emniyet bürokrasisinin emekli şeflerinin denetimi ve yönetimi üzerinden bu kesimler rejimin payandalarından ve finansal kaynaklarından biri haline gelmiştir. Rejim narko-mafyatik yeraltı ekonomisini alabildiğine büyütmüştür. Bilhassa 2023’teki seçimler öncesinde, ekonomik açıdan yaşadığı sorunları küresel uyuşturucu ticareti ve kara para trafiğinden daha fazla pay alma yoluna giderek hafifletmeye çalışmıştır. Son yıllarda Rus mafyasından Latin Amerikalılara kadar birçok uyuşturucu baronunun başta İstanbul olmak üzere ülkenin büyük şehirlerinde ikamet etmeye başladıkları, çoğunun ülke vatandaşlığı da aldığı bir sır değildir.
Bu da gösteriyor ki, büyüyen kara paraya dayalı narko-mafyatik ağlara paralel olarak ülkenin uluslararası ağdaki rolü de genişlemiştir. Birçok uyuşturucunun ana güzergahı Mersin ve İzmir limanlarından geçer hale gelmiştir. Uluslararası koşullara ve baskıların ağırlığına göre bu yapılar zaman zaman bastırılıyormuş gibi bir görüntü sergilense de kurulan yapı işlemeye devam ediyor. Yapı güçlenip zenginleşirken toplum daha da derinden uyuşturucu batağına saplanıp çürüyor. Yoksulluk derinleştikçe çareyi satıcılıkta ya da kuryelikte arayanların da, bunlardan yakayı ele verenlerin de sayısı artıyor. Baronlar ve büyük beyler keyif sürüp iktidarın önde gelenleriyle poz verirken, ağlarına düşürüp batağa sürükledikleri sayısız gencin hayatları kararıyor. Bir başka deyişle hapishanelerde narkotik suçluların sayısı ve oranı durmaksızın artıyorsa, bunun hem doğrudan hem de izlediği siyasal ve iktisadi politikalar nedeniyle dolaylı sorumlularının başında iktidar gelmektedir.
Zindanlar yıkılmalıdır
Sadece mahpus sayısının büyüklüğü ya da artış hızının yüksekliğiyle değil, hapishanelerin genel durumunun kötülüğüyle de Türkiye diğer ülkelere fark atmış durumdadır. Mahkûmların gündelik ihtiyaçları en düşük miktar ve kaliteyle karşılanmakta, gerekli tıbbi hizmetler büyük ölçüde verilmemektedir. Hapishane yönetimlerinin ve görevlilerin keyfi davranış ve kararları ile estirdikleri terör havası ve zorbalık sıradanlaşmış durumdadır. İşkence de tekrar yaygınlaşmaya başlamıştır. Bilhassa siyasi tutsaklar açısından durum giderek daha da kötüleşmektedir. Tecrit, hücre uygulamaları alabildiğine yaygındır. Hasta tutsakların durumu her gün sosyalist basında gündeme getirilmesine rağmen iktidar bu konudaki çağrılara kulaklarını tıkamıştır. Nice katil cumhurbaşkanının kararıyla salıverilirken, sayısız ağır hasta siyasi tutsak bıraktık salıverilmeyi sağlık hizmetinden bile mahrum bırakılmaktadır.
Keyfi uygulama ve zorbalık o hale gelmiş durumda ki, cezasını doldurup serbest kalma hakkına kavuşmasına rağmen kimi siyasi tutsaklar, sırf diğerlerine gözdağı olsun diye salıverilmiyorlar. Uyduruk gerekçelerle son anda tahliyeleri erteleniyor, sonra erteleme yineleniyor. Yani tümüyle keyfi biçimde zindanda tutulmaya devam ediliyorlar. Bu uygulamanın çarpıcı örneklerinden biri geçtiğimiz haftalarda Bolu F Tipi Cezaevinde yaşandı. Kalp krizi geçirmesine ve böbrek hastalığına yakalanmasına rağmen zindanda tutulmaya devam edilen Sedat Atsız’ın, 30 yıllık yatarını tamamlaması bile serbest bırakılmasına yetmedi. 1 Mart günü serbest kalması gerekirken, sırf pişmanlık dayatmasını kabul etmediği için tahliyesi 3 ay ertelendi. Ardından 5 Haziranda tahliyesi ikinci kez 3 ay ertelendi. İnsan Hakları Derneğinin (İHD) hazırladığı raporlar, benzer sayısız hak ihlaliyle, keyfi cezalandırmalarla, işkence kayıtlarıyla dolu. Yıllardır İHD ve demokratik kitle örgütlerinin üyelerinin hapishanelere girip inceleme yapmaları engellendiğinden gerçek verilere ulaşmak mümkün değildir. Yine de gelen başvurularla kayda geçirilen ihlallerin türü ve sayısı gerçekliği görmek için yeterlidir.
Son olarak belirtmek gerekiyor ki, yaklaşık 350 bin mahpusa ulaşan hapishanelerde yatacak yer bile bulunamıyor, birçok yerde mahpuslar nöbetleşe uyuyor. Zira iktidarın resmi verilerine göre toplam 403 “ceza infaz” kurumunun arttırılmış kapasitesi 295 bin kişidir. Normal koşullarda bıraktık bu sayıyı geçmemesini, onun en fazla üçte ikisi kadar mahpusun kalması gerektiği söyleniyor. Faşist rejim ise bu sorunu “çözmek” için yeni zindanlar inşa etmenin peşindedir. 2022’de 22 hapishane, 2023’de 19 hapishane açan iktidar, bu yıl da 12 yeni hapishane inşa edeceğiyle övünüyor! Çürümüş iktidar, topluma bir gelecek hayali sunamadığı gibi, onu hapsetme üzerine kurulu bir gelecek öngörüyor!
[1] https://t24.com.tr/haber/turkiye-en-cok-tutuklu-ve-hukumlunun-bulundugu-avrupa-ulkesi-en-yakin-ulkeyle-arasinda-neredeyse-4-kat-fark-var,1168244
[4] Avrupa Konseyi’nin raporuna göre cezaevindeki 348.287 kişinin %34,4’ü uyuşturucu, %28,3’ü hırsızlık, %16,7’si şiddet suçları, %12,4’ü cinayet veya cinayet girişimi, %8’i tecavüz veya diğer cinsel suçlar ve %7,6’si ise “terör suçları”ndan mahkûm edilmiştir.
link: Oktay Baran, Hapishaneler İktidarın Aynasıdır, 21 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8290
“İt Kağnı Gölgesinde Yürür, Kendi Gölgesi Sanırmış”
Bilincimizdeki Ayna Nöronlar ve Görünmez Zincirlerimiz