Bir grup genç olarak Şeyh Bedreddin’in mezarını görmeye gittik. Diğer mezar taşlarının arasında onun sade ve gösterişsiz mezarı bize birçok şey düşündürttü. Diğer yanda Sultan 2. Mahmut Türbesinde, büyük taşlı avizelerle süslü mezar odalarının girişinde “ecdada vefa” tabelaları konulmuştu. Bu söz de bize bir kez daha bizim ecdadımızın aslında kim olduğunu sorgulattı. Burada kastedilen “vefa” vergiler aracılığıyla köylüyü soyan, halkı karın tokluğuna çalıştıran, savaşlarda öldürten padişahlara mı, yoksa alın teri dökerek yaşamı var edenlere, alın terine sahip çıkıp zorbalara karşı mücadele edenlere mi olmalıydı? İşte bu soruların peşinden giderek tarihe kısa bir bakış atalım istedik.
Osmanlı’da Avrupa’daki gibi özel mülkiyet gelişmediğinden tüm Osmanlı tebaası ve yaşadığı topraklar padişahın ve ailesinin mülkü sayılmaktaydı. Halkın ağır vergiler altında bırakıldığı ve savaşlarda katledildiği bir zulüm imparatorluğuydu Osmanlı. Osmanlı’da savaş hiç bitmiyor, halk dini baskılara maruz kalıyor, halkın sırtından açlık ve yoksulluk hiç eksilmiyordu.
15. yüzyılda Osmanlı, Ankara savaşından ağır bir yenilgiyle çıkmış ve Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt Timur’a esir düşmüştü. Oluşan iktidar boşluğunda Çelebi kardeşler taht kavgasına girişmişti. Mehmed Çelebi Bursa’da, Musa Çelebi Edirne’de padişahlıklarını ilan etmişlerdi. Böylelikle Osmanlı’nın Fetret Devri başlamış oldu. Fetret Devrinde halk üzerindeki vergi yükü ve baskılar daha da artmış, halk resmen açlığa ve sefalete sürüklenmişti.
Şeyh Bedreddin Selçuklu’nun soylu ailelerinden birinde Kadı’nın oğlu olarak dünyaya gelir. Edirne’de başlar eğitimine. Tasavvuf, hadis, tefsir gibi bilimlerin yanı sıra astronomi ve matematikle de uğraşır. Konya, Bursa, Tebriz, Şam ve Kahire gibi çeşitli farklı etnik grupların ve inanç gruplarının yaşadığı şehirlerde eğitim görürken halkı ve yaşadığı sorunları yakından gözlemler. Mülkiyetsizlik ve kolektivist yaşam fikrinden etkilenir. Kolektivist yaşamı savunan halk hareketleri ve önderleriyle tanışma fırsatı bulur. Karaburun’da kendisi gibi eşitlikçi bir mutasavvıf olan Börklüce Mustafa ve Manisa civarında mülkiyetsizlik kavramını esas alan derviş topluluğu olan Torlaklar ve önderleri Torlak Kemal ile tanışır. Bu fikirler çevresinde birleşen Şeyh Bedreddin, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa ortak hareket etmeyi kararlaştırır ve Osmanlı egemenliğine karşı öfkeyle dolu olan halkı örgütlemeye girişirler. “Yârin yanağından gayrı, her yerde, her şeyde, hep beraber” diyen Şeyh Bedreddin ve yoldaşları kardeşçe paylaşılacak bir dünya düşünü kurarlar, eşitlik ve özgürlüğün hâkim olduğu bir dünya!
O sırada Mehmed Çelebi Bizans’ın desteğiyle kardeşi Musa Çelebi’yi yenmiş ve iktidarı eline almıştır. Mehmed Çelebi Edirne’de kazaskerlik görevini yapan Bedreddin’i tehlike olarak görüp İznik’e sürer. Ama Bedreddin mücadelesinden vazgeçmez ve bir şekilde Rumeli’ye geçmeyi başarır. Mehmed Çelebi, iyice otoriteyi eline aldıktan sonra İzmir ve Saruhan’daki ordularını Börklüce Mustafa’nın kurmaya çalıştığı düzeni yıkması için gönderir fakat başarılı olamaz. Asker sayısını 3 kata çıkararak tekrar Karaburun’a girmeyi dener ve sonunda Börklüce Mustafa’yı yenilgiye uğratır. Börklüce’nin yoldaşlarından savaşta sağ kalanları bir bir kılıçtan geçirir ve Börklüce’yi çarmıha gerip şehir şehir dolaştırarak halka korku salar. Mehmed Çelebi, Börklüce Mustafa’dan sonra Torlak Kemal’i hedef alır. Ordusunu Torlak Kemal’in üzerine gönderir. Fikirleri ve mücadeleleri uğruna canla başla savaşan Torlaklar Osmanlı ordusuna karşı yenilirler.
Son olarak Şeyh Bedreddin esir alınıp Serez çarşısında idam edilir. Bedreddin idam edilirken “hakikat bize insanları birleştirmeyi buyuruyor, mademki biz yenildik verin fetvamızı” der.[*] Bu sözleriyle Şeyh Bedreddin eşitlikçi komünal toplum düşüne olan inancını, haklılığı ve kararlılığını gösterir. Günümüzde Yunanistan sınırlarında bulunan Serez’e defnedilen Şeyh Bedreddin’in mezarı Yunanistan mübadelesi sırasında Serez’den gelenler tarafından Türkiye’ye getirilir ve uzun yıllar Topkapı Sarayı Müzesinde saklanır. 1961 yılında ise Sultan 2. Mahmut Türbesine, yani karşı olduğu düzenin sahiplerinin mezarlarının hemen yanına taşınır.
Egemenler ideolojilerini ayakta tutabilmek için okullarda tarihi yanlış aktarmaktan, çeşitli dizi ve filmlerle de egemenlerin tarihini parlatmaktan geri durmazlar. Ama tarih bize gösteriyor ki onların öve öve bitiremedikleri, sahiplendikleri ataları; taht uğruna kardeşlerini katledenler, halkı ağır vergilere mahkûm edip o vergilerle saraylarda zevkusefa içinde yaşayanlar, girdiği savaşlarda çocukları ailelerinden ayırarak esir alıp kendilerine kul köle edenlerdir. İşçi sınıfının ozanı Nâzım Hikmet, Şeyh Bedreddin Destanı eserinde onların ecdatlarının zalimliklerini şu dizeleriyle teşhir eder:
Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak
Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi.
Çelebi hünkâr idi amma
Âl Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.
Köylünün göz nuru zeamet
alın teri timar idi.
Bizim onların öve öve bitiremedikleri zalim atalarıyla hiçbir bağımız yoktur. Bizim ecdadımız geçmişten bu yana yaşamın her alanında üreten, üretip alın teri dökerek yaşamı var edenlerdir. Eşitlik ve özgürlüğün hâkim olduğu bir dünya için mücadele edip bu uğurda kanının son damlasına dek savaşanlardır. Tarih bize gösteriyor ki zulmün olduğu her yerde, zulme boyun eğmeyip karşı duranlar ve mücadele edenler de olmuştur. Bu mücadeleler çoğu kez kanla bastırılmış, topluma korku salınmıştır. Fakat ezilenlerin yüreklerindeki isyan ateşi ve mücadele ruhu bastırılamamış; mücadele deneyimleri dünlerden bugünlere, bugünlerden yarınlara hep taşınmıştır.
Şeyh Bedreddin ve yoldaşları halkların kardeşçe yaşayabileceği, birlikte üretip birlikte tüketeceği bir dünya için mücadele vermişlerdir. Osmanlı, Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarının idamlarını halka açık bir şekilde, yani halka sopa göstererek gerçekleştirmiş; bu yolla halkın cesaretini, umudunu, örgütlülükten gelen gücünü yıkmaya çalışmıştır. Onların isyanları zaruri şartların eksikliğinden dolayı hedefe ulaşmamış olsa da mücadeleleri tarihe büyük bir iz bırakmıştır. O tarih bizim, emekçilerin tarihimizdir. Bizler bugünün genç sosyalistleri biliyoruz ki, işçi sınıfının devrimci mücadelesi bir gün amacına ulaşacak ve Bedreddin ve yoldaşlarının sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi toplum düşünü devrimci işçi sınıfı gerçekliğe dönüştürecektir.
link: İstanbul’dan MT okuru bir grup genç, Kimin Ecdadına Vefa?, 7 Ağustos 2024, https://marksist.net/node/8329
“Ümitsiz Olmak İçin Tek Bir Sebep Mevcut Değildir!”
Öğretmenliğe Faşist Format ve Kıyım Kanunu