Türkiye ve Suriye halkları 6 Şubat gecesi Maraş merkezli depremlerle sarsıldılar. Depremin büyük bir felâkete dönüşen sonuçlarıyla karşı karşıya kaldılar. Türkiye’de depremin etkileri 11 ilde hissedildi ve 13 milyonun üzerinde insan felâketi yaşadı. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFAD’ın açıkladığı verilere göre depremlerde 50 bin 96 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 204 insan yaralandı. Suriye’de ise 10 binin üzerinde insan hayatını kaybetti, on binlerce insan yaralandı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hasar tespit çalışmalarına göre deprem bölgesindeki 520 bin bağımsız konuttan oluşan 164 bin 321 bina yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı. Resmi açıklamalar bile felâketin boyutunu ve çok yıkıcı sonuçlar yarattığını gösterirken, bağımsız akademisyenlerin, uzmanların ve meslek örgütlerinin yaptığı açıklamalar hayatını kaybeden insan sayısının ve yıkılması gereken yapıların açıklanandan çok daha fazla olduğu yönünde.
Kapitalist sistem emek sömürüsü ve doğanın talanı üzerine kuruludur. Tek adam rejiminin kapitalist açgözlülüğü zirveye taşıyan, kâr hırsını, rantı, yağma ve talanı merkeze koyan zihniyeti nedeniyle bugün bu felâketi yaşamaktayız. Milyarlarca yıldır yerkabuğunu oluşturan tektonik levhalar yer değiştiriyor, birbirlerine basınç uyguluyor ve bu nedenle depremler meydana geliyor. Yerbilimciler başta olmak üzere bilim insanları onyıllardır detaylı incelemeler ve bilimsel araştırmalar yapıyorlar. Depremsellik bakımından fay hareketlerini, fayların biriktirdiği enerjiyi, deprem yaratma olasılıklarını inceliyorlar. Hangi fayların kırılacağı, kaç büyüklüğünde deprem üreteceği, depremin yaklaşık zamanı tahmin edilebiliyor. Nitekim Türkiye’de namuslu bilim insanları ülkedeki faylar üzerine birçok araştırma yapmış, bilimsel makaleler yayınlamış, devlet kurumlarını, belediyeleri ve bölge insanını uyarmıştır. Hatta AFAD tarafından Kahramanmaraş’ta 2019 yılının Ekim ayında kentte meydana gelebilecek 7,5 büyüklüğündeki bir deprem için tatbikat bile yapılmıştır. Kurumun kendi sitesinde bununla ilgili bir rapor ve üstelik tatbikatın videosu bulunmaktadır.[*]
Fakat tüm bunlara rağmen, göz boyamaktan öteye geçmeyen tatbikatlar hariç depreme karşı hiçbir hazırlık yapılmamış, hiçbir önlem alınmamıştır. 1999 deprem felâketini yaşamış bir coğrafyada burjuva devlet kurumlarının hiçbir ders çıkartmadığı ve hiçbir önlem almadığı çok acı biçimde görülmüştür. Çünkü devleti yönetenler bilimi ve insanı merkeze koyan bir yaklaşım içerisinde değiller. Bu düzenin egemenlerinin tek motivasyonu insanların hayatları pahasına kasalarını ve banka hesaplarını doldurmaktır. 6 Şubat depremleriyle ortaya çıkan ağır bilanço, AKP iktidarı ve tek adam rejimi döneminin nasıl ranta ve talana dayalı yıllar olduğunun bir göstergesidir. Deprem ve yıkıcı etkileri göz göre göre gelmiştir.
Kent yağması, imar afları, deprem vergileri
Türkiye’de geç kapitalistleşmenin sorunları ve devletçi, tepeden inmeci güdük demokrasi anlayışı kentlerin mimarisini ve sosyolojisini de belirlemiştir. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren nüfusun ve işgücü ihtiyacının artmasıyla birlikte kırdan kente göç hızlandı, yoksulluğun ve devletin politikalarının etkisiyle kentler çarpık biçimde yapılaştı. Yoksul mahallelerindeki yapılar, denetim ve kamu hizmetinin dışında bırakılıp kendi kaderlerine terk edilmiştir. Gecekondu tarzı yapılaşmaların önü açılmış, imar yasalarına uyulmamış ve bile isteye sağlıksız yapılaşmaya izin verilmiştir. Ardından imar afları çıkarılmıştır. 1948 ve 2001 yılları arasında 12 kez imar affı yasası çıkartılmıştır. AKP’li yıllarda 8 kez bu yola başvurulmuş, 6 Şubat depremi öncesindeyse rejimin küçük ortaklarından BBP bir yenisini komisyon onayına sunmuştur. Özellikle 2018 yılında çıkartılan “imar barışı” yasasında konut sahibinin beyanını esas alan bir düzenleme yapılmış, hiçbir denetim olmadan konutlara iskân ve ruhsat verilmiştir. İmar affı, imar mevzuatına veya ruhsatına aykırı şekilde yapılan kaçak yapılara izin veren bir mekanizma haline gelmiştir.
AKP iktidarı ve özellikle tek adam rejimi döneminde mega projeler vasıtasıyla büyük vurgunlar yapılmış, kamu kaynakları iktidar eliyle özel şirketlere aktarılmıştır. Tek adam rejimi ve etrafına kümelenmiş açgözlü sermaye grupları, özellikle büyük inşaat şirketleri büyük yağmada aslan payını alırken, alt tarafta ise bu yağmadan yerel yöneticiler ve küçük müteahhitler nemalanmıştır. 2020 yılında Dünya Bankasının açıkladığı verilere göre “5’li çete” diye anılan Türkiyeli şirketler dünyada kamudan en çok ihale alan ilk 10 şirket arasındadır. Son 5 yılda kamu ihalesi alan müteahhitlere baktığımızda ise ilk 5 sıradaki firmalara 161 milyar 306 milyon liralık ihale verildiği görülüyor.
Öte yandan, imar afları hem seçim dönemlerinde yoksul halktan oy toplama hem para kaynağı olarak görülmüş, ülke inşaat şirketleri, müteahhitler için dikensiz gül bahçesine dönüştürülmüştür. Nitekim 2018 yılında çıkartılan son imar affıyla depremin vurduğu illerdeki 294 bin kaçak yapıya iskân verildiği ortaya çıkmıştır. Tüm imar affı yasalarında kaç bina ve konuta iskân verildiği ise belli değildir. Bu da on binlerce konutun depremlerde neden tuzla buz olduğunun bir diğer açıklamasıdır. Ayrıca son çıkartılan yasada mal sahibinin beyanı esas alındığı için milyonlarca kiracının söz söyleme hakkı olmamıştır. Kira fiyatlarının ülkedeki ekonomik krizin etkisiyle fahiş bir şekilde artması da kiracıları ölümle sıtma arasında bir yere hapsetmiş ve adeta kendi tabutlarında yaşamaya mahkûm etmiştir.
Deprem gibi doğa olaylarını felâketlere dönüştüren, kapitalist sistemin kendisidir. Önlem almayan, yaşanan felâketlerden ders çıkarmayan, devleti şirketmiş gibi yönetmeye çalışan tek adam rejimi yaşanan yıkımın mimarı olmuştur. 1999 Gölcük depreminden sonra deprem vergisi adı altında yeni bir vergi çıkarılmıştı. Zamanla bu vergi Özel İletişim Vergisi adını almış, 2000-2022 yıllarını kapsayacak şekilde 23 yılda toplam 87 milyar 998 milyon lira toplanmıştır. Bu para toplanmaya başladığı yıllardan itibaren yapı stoklarının yenilenmesi için kullanılsaydı 1 milyonun üzerinde konut inşa edilebilirdi. Fakat toplanan vergilere ne olduğu sorularına karşılık eski bakan Mehmet Şimşek “duble yollara, demiryollarına, havayollarına” harcandığını söylemiştir. Bu sözler kamu kaynaklarının nerelere aktarıldığının itirafı olarak tarihe yazılmıştır. Üstüne üstlük depremle birlikte duble yollar yarılmış ve çökmüş, havaalanları kullanılmaz hale gelmiştir. Ayrıca aynı sorulara muhatap olan Erdoğan ise “harcanması gereken yere harcadık. Bundan sonra da bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok” demiştir. Böylelikle işçi ve emekçilerden adeta attıkları her adımda alınan vergilerin nereye harcandığının sorulmasının da önüne geçilmek istenmiştir. Bu sözler tek adam rejiminin “ben yaptım oldu” anlayışının ifadesidir.
Tek adam rejiminin insan canını hiçe sayan zihniyeti nedeniyle kritik gün ve saatler arama kurtarma çalışmaları yapılmadan geçirildi, enkaz altında kalan insanların binlercesi donarak öldü. Çadır, tuvalet, içme suyu sorunu haftalarca giderilemedi. Cenazeler otopsi yapılmadan, kefensiz şekilde toplu mezarlara gömüldü. Enkazlar yaşam alanlarına, tarlalara döküldü. Cenazeler çıkarılmamışken enkaz kaldırma çalışmaları başladı. Konut, inşaat ihaleleri açıldı. Rejimin propagandacılarının servis ettiği “asrın felâketi” yalanı daha sonra sosyal medyadan kaldırılacak bir “belgesel”e konu edildi. Rejim medyası mikrofonlarını depremzedelerin acılı feryatlarından kaçırdı, depremzedelere sırtını döndü, yayın sırasında seslerini kesti. AFAD arama kurtarma çalışmalarında sona gelinen enkazlara kameralarla gelip şov yaptı. Marketlerden bebek bezi, bisküvi alan insanlar, Suriyeliler yağmacılıkla suçlandı, dövüldü, işkence gördü. Enkaz altındakilerle haberleşmek, yardım ulaştırmak için kullanılan sosyal medya iktidara tepkinin artmasını engellemek üzere kısıtlandı. Tek adam rejimi yaşanan felâket karşısında hiçbir suçu üzerine almamış, hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranmış, göstermelik olarak birkaç müteahhit şovlarla gözaltına alınmıştır.
Tüm bunlar gösteriyor ki yaşanan felâketler sistemin egemenlerinin dediği gibi kader değildir. Kapitalist açgözlülüğün sonucudur. Kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyan sermaye sahipleri işçi ve emekçileri ölüme terk ediyorlar. Bundan dolayı deprem ve yıkıcı etkilerine karşı alınması gereken önlemler büyük bir mücadele konusudur.
Çürümüş rejimin AFAD ve Kızılay’ı
Tek adam rejimi döneminde tüm devlet kurumları iktidarın kadrolarıyla dolduruldu. Rejim tüm devlet kademelerinde, mahalledeki bekçiye kadar her alanda kendi yandaşlarını istihdam etti. Liyakatten uzak akraba ve yandaşlar, damatlar, okul arkadaşları kritik görevlere getirildi. Görevi afetlere hazırlık ve müdahale olan AFAD ve Kızılay gibi kurumlar da bu anlayıştan nasibini aldı. Deprem bu kurumların içinin nasıl boşaltıldığını, beceriksiz kadrolarla doldurulduğunu, esas görevi yerine kâr amaçlı ticarethaneye çevrildiğini gösterdi. Tek adam rejiminin çürümüşlüğünü gösterdi.
AKUT’u tasfiye edip sivil inisiyatifi bastırmak üzere 2009’da AFAD kuruldu ve kısa zamanda makam, mevki ve terfi alma kurumuna dönüştürüldü. Kurum afetlerle mücadele yürütecek uzmanlık ve kapasiteleri olmayan kadrolarla dolduruldu. Yaşanan felâketlere “kader planı” diyen tek adam rejimi kuruma ilahiyat fakültesi mezunu kadroları doldurdu. İl müdürleri düzeyinde kadroların özgeçmişleri incelendiğinde çoğunluğunun imam hatip lisesi mezunu olduğu, bunların pek çoğunun uzun yıllar diyanet, müftülük, bakanlıklar veya iktidara yakın dini vakıflarda görev aldıkları görülüyor. Kurum içerisinde daha üst makamları işgal eden kadroların nitelikleri incelendiğinde ise tam bir liyakatsizlik tablosu ile karşılaşıyoruz. AFAD’ın kuruluş amacı, “Afet öncesi hazırlık ve zarar azaltma, afet esnasında yapılacak müdahale ve afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının yönetim ve koordinasyonunu gerçekleştirmek” olarak belirtiliyor. AFAD kadrolarının bu görevleri yerine getirmek için uzmanlıkları, buna uygun anlayışları ve niyetleri yoktur. Tam da tek adam rejiminin ruhuna uygun biçimde şekillenmiş, bu kurumları arpalık ve makam aracı olarak gören, umursamaz kadroların depremin yıkıcı etkisinin katlanarak artmasında büyük bir payı vardır.
Afet durumunda ihtiyaç sahiplerine yardım etmesi beklenen Kızılay uzun yıllardır halktan, işçi ve emekçilerden bağışlar, yardımlar topluyor. Yıllarca toplanan yardımların ihtiyaç sahipleri yerine iktidar sahiplerine aktarıldığı nice skandalla ve son olarak deprem nedeniyle ortaya çıktı. Maraş merkezli depremlerde hayatta kalan insanlar soğuk kış günlerinde yakınlarını kurtarabilmek için enkaz başlarında beklemek zorunda kaldılar. Enkaz altındakiler için arama kurtarma ekipleri gelmediği gibi enkazdan sağ kurtulanlar için de yardım eli uzatmadı devlet. İnsanlar “nerede bu AFAD, nerede bu Kızılay, nerede bu devlet?” feryatları arasında acılarıyla ve depremin yıkıcı etkileriyle baş başa bırakıldılar. 2018 yılında holdingleşen Kızılay’ın depremin üçüncü gününde AHBAP, Türkiye Eczacılar Birliği gibi kurumlara çadır sattığı ortaya çıkmıştır. Bu da “nerede bu Kızılay?” sorusunun cevabı olmuştur! Kızılay, sadece AHBAP derneğine sattığı 2050 çadırdan 46 milyon lira kazanç elde etmiştir. Kızılay yetkilileri ayrıca konserve, yiyecek ve içecek de satmıştır. Ayni yardım olarak gönderilen kıyafetleri de depolarında bekletmiş ve yabancı firmalara ihaleyle satmıştır. AFAD gibi Kızılay da liyakatsiz kadrolarla doldurulmuş ve eşe dosta peşkeş çekilmiştir. “Huzur hakkı” adı altında astronomik ücretler alan bu kadroların, afetlere hazırlanmak şöyle dursun afetler karşısında “krizi nasıl fırsata çevirir ve nemalanırız” diye ağızlarının suyu akmaktadır.
Tek adam rejimi asrın felâketidir!
Türkiye ekonomisi deprem öncesinde yokuş aşağı gitmekteydi. Toplumda değişim arzusu yükselirken tek adam rejimi kendini tek seçenek olarak dayatmaya devam ediyordu. Depremle birlikte sadece binalar değil tek adam rejiminin “Büyük Türkiye”si de çöktü. Tek adam rejimi 21. yüzyılda teknolojideki ve bilimdeki ilerlemelere rağmen, doğa olaylarının felâkete dönüşmesine neden oldu, felâketler karşısında emekçi halkı çaresiz bıraktı. Ortaya çıkardığı çelişki ve sorunlarla birlikte deprem toplumda bir kırılma yarattı. Emekçilerin tek adam rejimine öfkesi iyice arttı, yoğunlaştı. Erdoğan’ın ve başında bulunduğu rejimin, iktidarı kaybetme korkusu büyüdü. Bu nedenle, yıllar boyunca işledikleri suçların, günahların, yağma ve talanın hesabının sorulması korkusuyla her türlü kötülüğe başvuruyorlar.
Tam da bu nedenle tüm gücümüzle rejimin yalanlarını ve kötülüklerini teşhir etmeliyiz. Depremle birlikte toplumda ortaya çıkan dayanışma duygusunu büyütmek için çalışmalıyız. Toplumsal duyarlılığı ve sınıf bilincini ilerletmek için çaba göstermeliyiz. Toplumda ortaya çıkan öfkeyi aktif biçimde tek adam rejimine yöneltmeli, örgütlülüğü güçlendirmeli ve bu rejimi yerle yeksan etmeliyiz!
[*] AFAD tarafından gerçekleştirilen Kahramanmaraş 2019 Ulusal TAMP Tatbikatı Raporu. https://kahramanmaras.afad.gov.tr/...
link: Metin Güral, Tek Adam Rejimi Talan ve Yıkım Demektir!, 13 Nisan 2023, https://marksist.net/node/7959
1985 Meksika Depremi: Anlatılan Bizim de Hikâyemizdir!
Son “Bankacılık Krizi”: Bu Daha Lelesi!