Suriye’de 12 yıldır devam eden savaşa bir de deprem felâketi eklendi. Maraş merkezli 6 Şubat depremi Suriye’nin kuzeyinde de büyük yıkıma neden oldu. Sarsıntı Şam, İdlib, Halep, Hama, Lazkiye, Tartus ve Rakka’yı şiddetli bir şekilde etkiledi. Binlerce bina yıkıldı. Altyapı ve yollar tahrip oldu. Dünya Sağlık Örgütünün açıkladığı rakamlara göre en az 8500 kişi hayatını kaybetti. Binlerce yaralı var. Savaş nedeniyle yerleşim yerlerinin tarumar olduğu, emekçilerin temel ihtiyaç maddelerine ulaşamadığı, hastanelerin ve tıbbi malzemelerin yetersiz olduğu ülkede depremden sonra emekçilerin yaşamı bir kez daha altüst oldu. Deprem öncesi zaten sorun olan kolera salgını daha büyük bir tehlike olma riski taşıyor. Suriye’de emekçiler depremin yarattığı yıkımın üzerine bir de hem arama kurtarma çalışmalarında hem de sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunlar yüzünden daha fazla can kaybı yaşadılar. ABD ve AB’nin uyguladığı yaptırımlar ve ülkenin savaş nedeniyle parçalanmış yapısı yardımın gecikmesine ve yetersiz kalmasına neden oldu. Emperyalist güçler, rejim güçleri ve radikal İslamcı örgütler deprem sonrası insan kurtarmaya ya da yaraları sarmaya değil güç savaşına odaklandılar.
Suriye’yi 11 yıldır cehenneme çeviren emperyalist savaşta yüz binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarcası yerinden yurdundan olup başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Türkiye Avrupa’ya şantaj yapmak için kullanışlı bir malzeme olarak gördüğü milyonlarca Suriyeli göçmene kapıları açtı. Fakat savaştan kaçan Suriyeli emekçileri burada bekleyen de sefalet, aşağılanma ve köle emeği olarak kullanılmak oldu.
ABD’nin uyguladığı yaptırımlar Suriyeli emekçileri çok daha ağır yaşam koşullarıyla yüz yüze getirdi. Bu yaptırımlar sonucunda ülkede gıda, ilaç, sağlık malzemesi, makine ve çeşitli teçhizat eksikliği had safhada. Savaşın binalar, yollar ve altyapıda yarattığı yıkım tamir edilemiyor. Tam da bu nedenle depremin sebep olduğu yıkım daha da büyük oldu. Yaptırımlar petrol ürünleriyle ilgili işlemlere de izin vermiyor. Deprem sonrası Türkiye’de yaşanan yakıt sıkıntısı Suriye’de daha katmerli yaşandı. ABD ve AB ülkeleri deprem sonrasında da tüm çağrılara rağmen “Esad yönetimini tanımak anlamına geleceği” gerekçesiyle yaptırımları kaldırmaya yanaşmadı, sonrasında ise göstermelik adımlar attı. Rusya ve Çin ise BM Güvenlik Konseyinde, yardımların IŞİD ve türevlerinin eline geçmesini engellemek amacıyla Türkiye-Suriye sınırında tek sınır kapısından başka sınır kapısının açılmasını veto etti. BM verilerine göre deprem öncesi 15 milyondan fazla Suriyeli yaşamını devam ettirmek için gerekli ihtiyaç maddelerinden yoksun ve yardıma muhtaçtı. 2,9 milyon Suriyeli depremden önce de açlık riskiyle karşı karşıyaydı. Hastanelerde ilaç ve tıbbi teçhizat yeterli olmadığı için büyük ameliyatlar yapılamıyordu. Emperyalist devletler Suriyeli depremzedelere yardım gitmemesinin sorumlusunun yaptırımlar değil depremi fırsata çevirmek isteyen Esad rejimi olduğunu söylüyorlar. Suriye’yi silah tekellerinin arenasına çeviren emperyalistler, Esad rejiminin savaş suçlarını bahane ederek, bölgeye silah sevkiyatı yapmaktaki heveskârlıklarını yardım malzemesi ulaştırmakta hiç taşımadıklarının üstünü örtmeye çalışıyorlar.
İlk günlerde yardımlar Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü sınır kapısından yapılabiliyordu fakat yollar tahrip olduğu için bu yardımlar da gecikmeli olarak ulaştı. Esad rejimi Türkiye sınırındaki iki kapının daha açılmasına izin verdiğinde tarih 13 Şubattı. Yani depremden bir hafta sonra. BM yetkilileri çeşitli siyasi hesaplarla Esad’ın onayını beklediler. Deprem sonrasında gelen tepkiler üzerine ABD yaptırımları 180 günlüğüne askıya aldığını duyurdu fakat bu da göstermelik bir hamleydi. Bundan sonra da yardım tırlarında ya da uçaklarında etkili bir artış olmadı. BM Esad rejiminin tutumunu bahane ederek yardımları geciktirdi ve Suriye’ye ilk BM yardım tırı depremden 4 gün sonra ulaşabildi. Bunlar da deprem öncesi gelecek olan ve deprem nedeniyle ulaşamayan tırlar olduğu için çok az tıbbi malzeme içeriyordu. Deprem sonrası gerekli çadır, tıbbi malzeme, ısıtıcı vb. yardım malzemeleri ise pek çok bölgeye ancak depremden sonraki ikinci haftada ulaşabildi. O da çok sınırlı sayıdaydı. Avrupa Birliği (AB) Komisyonunun, depremzedelere yardım taşıyan ilk uçağı ise depremden 17 gün sonra Şam’a ulaştı. Türkiye destekli İslamcı örgütlerin kontrolündeki bölgelere giden tırlar günlerce bekletildikten sonra depremzedelere ulaştırılabildi; o da ancak yardım malzemelerinin bir kısmı bu örgütlere rüşvet olarak verilerek mümkün olabildi. Rusya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır, Sudan, Tunus, Libya, Cezayir, Kazakistan, Ermenistan, Hindistan, Pakistan, Venezuela, Küba, Belarus ve Çin gibi ülkelerden gelen yardımlar rejim güçleri tarafından dağıtıldığı için muhaliflerin kontrolündeki kuzey Suriye’ye ulaşmıyor.
Bu deprem günlerinde insan aklının sınırlarını zorlayan öyle şeyler yaşandı ki, Türk ordusu depremden sonra dahi Kürt güçlerinin olduğu, Suriye ordusu ise İslamcı örgütlerin kontrolündeki bölgeleri bombalamaya devam etti. İsrail Suriye’ye füze atarken, İran milisleri Rakka-Deyrizor bölgelerindeki Koalisyon Kuvvetlerine roketli saldırıda bulundu. Depremin yarattığı güvenlik boşluklarından yararlanan IŞİD, Suriye’nin orta ve kuzey kesimlerinde eylemler gerçekleştiriyor. Bombalamalar ve saldırılar da yardımların gitmesini ya da deprem bölgelerindeki insanların yıkılmayan yerlerdeki akrabalarına ulaşmasını engelledi. Bu arada İdlib’in çoğunu kontrol eden cihatçı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), “Esad bu yardımlarla bizi kontrol etmek istiyor, Esad’ın yardımlarını istemiyoruz” diyerek Suriye devlet güçlerinden gelen sınırlı yardımları da engelledi. Esad rejimi ise ülkeye dışarıdan yapılacak yardımların kendi aracılığıyla yapılmasını dayattı. Bir damla temiz suya, enkaz altında kalan yavrusunu kurtarmak için alete ihtiyaç duyan, sağanak yağmur altında kalan yaşlısını, hastasını kurtarmaya çalışan emekçiler için bütün bunların zulümden başka bir anlama gelmediği açıktır. Rejimiyle, cihatçısıyla, emperyalist devletleriyle tüm kapitalist güçler deprem felâketi karşısında dahi siyasi çıkar hesabı yapmaktan geri durmamıştır. Bölgeden haber yapan bir muhabir, bir depremzedenin kendilerine yaklaşarak, “belki de Cinderes’te ne olduğunu bilmiyorlardır. Kimse bunu görüp de gelmemezlik edemez” dediğini aktarıyor. Emekçiler zor anlarında yardım eli bekliyor. Depremin sebep olduğu yıkım kapitalistlerin siyasi hesaplarının emekçilere nelere mal olduğunu daha net ortaya serdi.
Suriye’de yürüyen savaş ilk gününden itibaren Türkiyeli emekçilerin de tüm yaşamını etkiledi. Yükseltilen militarizm, savaş bütçesi, Kürt ve Suriyeli düşmanlığının artması dönüp emekçileri vurdu. Başta, Türkiyeli emekçiler buna karşı duramadığı için siyasi iktidar bu acıların üzerinde her defasında yeniden ve yeniden daha büyük acılar üreterek kanlı saltanatını inşa etti. Ve şimdi sınırın iki yanında aynı acılar yaşanıyor. Türkiye tarafında siyasi iktidarın rant ve iktidar hırsı, Suriye tarafında ise savaş ve emperyalist-kapitalist devletlerin siyasi çıkarları nedeniyle halklar acı çekiyor.
Türkiye’de depremin ardından yıkıntılar altında kalanları kurtarması, sokakta kalan halka temel yaşam malzemeleri ulaştırması gereken siyasi iktidar bunları bir kenara bıraktı ve felâketteki birinci derecen rolünün üstünü örtmek, dikkatleri başka alana çekmek için el altından ırkçılığa, Suriyeli göçmen düşmanlığına sarıldı. Sosyal medyada yayılan uydurma videolar aracılığıyla “Suriyeliler yağma yapıyor” yalanıyla şok ve öfke içinde olan halkı galeyana getirmeye çalıştı. Temel amacı, gelecek tepkileri bastırmak için oluşturmak istedikleri baskıcı ortamın temelini döşeyecek OHAL’i meşrulaştırmaktı. Bütün bu kara propaganda sonucu saldırıya uğrayan Suriyeli göçmenlerin ve Suriyeli zannedilerek saldırıya uğrayan Türkiyeli emekçilerin gerçekte depremzede oldukları ve yıkıntılar arasında yakınlarının çıkarılmasını bekledikleri, insan kurtarmak için çalıştıkları kısa sürede ortaya çıktı. Fakat bu gerçekler anlaşılana kadar 1 kişi jandarma işkencesi sonucu ölmüş, onlarcası da saldırıya uğramıştı. Bizzat siyasi iktidarın yol vermesiyle ve Ümit Özdağ gibi faşistlerin köpürtmesiyle yükseltilen bu ırkçı hava ilerleyen günlerde de bütünüyle sonlanmadı. Deprem öncesinde Türkiyeli emekçilerle aynı fabrikalarda, şantiyelerde, tarlalarda çalışan Suriyeli emekçiler, kundaktaki bebekleriyle Türkiyeli depremzedelerden de daha zor bir durumda kaldılar. Çadıra, gıdaya, sağlık hizmetlerine, hijyene ulaşımın zaten yok denecek kadar az olduğu koşullarda daha da büyük bir yoksunluğa itildiler. Horlandılar, aşağılandılar, çadır bulabilecek kadar şanslı olanlar bir süre sonra polis zoruyla çadırlardan çıkarılıp çoluk çocuk sokağa atıldılar. Suriyeli oldukları anlaşılacak korkusuyla günlerce sessiz kaldılar, adeta kuytulara sığındılar. Bütün bu yaşananlardan sonra binlerce insan savaşın bombalarından kaçarak geldiği ve şimdi de depremle yerle bir olan Suriye’ye geri dönmek zorunda kaldı.
6 Şubat depremi sınırın her iki yakasındaki halkları aynı şekilde vurdu. Her iki tarafta da emekçiler günlerce yıkıntılar altında kalan yakınlarının imdat çığlıklarını duydular, çıplak elleriyle onları kurtarmaya çalıştılar. Kim hangi millettendir, neye inanır diye bakmadan herkes birbirinin yardımına koşmaya çalıştı. Yıkım çok büyük ama imkânlar çok kısıtlıydı. Yıkıntılar altından artık canlı insan çıkmayacağı anlaşıldıktan sonra ise soğukla, yağmurla, sağlık ve hijyen sorunlarıyla mücadele başladı. Yine yalnızdı insanlar. Ve hâlâ yalnızlar. Türkiye’de insanların sarılabildiği emekçi dayanışması da savaşın sürdüğü Suriye’de çok sınırlı.
Deprem bir kez daha ve bu sefer acıları çok daha ve artık katlanılmaz hale getirerek göstermiştir ki kapitalizm insanlığa felâketten başka bir şey sunamaz. Bu düzen her gün yarattığı felâketlerle insanları ölüme ve acıya boğuyor. Emperyalist savaşa ve kapitalizme karşı enternasyonal mücadeleyi büyütmenin emekçiler için yaşamsal önemde olduğu bir kez daha görülüyor. Dünya emekçi sınıfları her defasında daha beterini yaşıyor. Öte yandan deprem kapitalizmin felâket üretmekte sınır tanımadığını gösterdiği gibi dünya emekçilerinin sınır tanımadan nasıl da birbirinin yardımına koştuğunu da gösterdi. Nerdeyse bütün ülkelerin emekçileri deprem bölgelerindeki emekçilerin yaralarını sarmak için seferber oldular. İşçi sınıfının enternasyonalist dayanışma güdüsü, kapitalizmin ulusal sınırlarla, körüklediği düşmanlıklarla bölüp parçaladığı bu dünyada bile pek çok engelin üstesinden gelerek insanlık için umut ışığı saçıyor. Doğa olaylarının felâkete dönüşmediği, alınan önlemlerle depremlerin yarattığı yıkımın tüm halklar için minimuma indirilebileceği ve yaraların en kısa sürede sarılabileceği bir dünya mümkün. O dünyayı kapitalizm denen insanlık dışı düzeni yıkan işçi sınıfı kuracak.
link: Meral İnci, Suriye Halklarını Savaştan Sonra Bir de Deprem Vurdu, 14 Mart 2023, https://marksist.net/node/7935
Statlar ve Siyaset
Yunanistan’da Katliam Gibi Tren Kazası ve Dinmeyen Öfke