İklim krizinin neden olduğu aşırı yağışlar, yangın, kuraklık, seller ya da bir doğa olayı olan depremlerin sonuçları dünya emekçi sınıfları için çoklu sorunlara neden oluyor. Dünyanın geniş bir coğrafyası geçtiğimiz yaz aylarını aşırı sıcak hava dalgasının neden olduğu sorunlarla boğuşarak geçirdi. Dünya Meteoroloji Örgütünün yaptığı açıklamaya göre 2023’ün Temmuz ayının ilk 3 haftası bugüne kadarki en sıcak 3 hafta oldu.
Dünya şu anda sanayi öncesi döneme göre 1,1 derece daha sıcak ve bu sıcaklık değeri bu yıl Asya’da kritik eşik olarak tarif edilen 2 dereceye ulaştı. Küresel ısınmanın tek nedeni olmasa bile başlıca sebebi, sanayide kullanılan başta kömür olmak üzere fosil yakıtların atmosferdeki sera gazlarının oranını arttırması ve bu nedenle güneşten gelen ışınların yeryüzünde sıkışması. “Son 150 yılda yerküre 1 derece ısındı, bu ısınmanın üçte ikiden fazlası ise son 50 yılda meydana geldi. Kulağa 1 derece oldukça az gelebilir fakat istatistiklere göre dünya eskiden 150 bin yılda 1 derece ısınıyordu! Ayrıca çok daha yıkıcı olayların habercisi olan yaşadığımız felâketler, büyük ölçüde yerkürenin 1 derece ısınması sonucu meydana geldi. Bilim insanları kritik eşiğin 2 derece olduğunu ve çok değil, 2030 yılına gelindiğinde yerkürenin 1,5 dereceden fazla ısınmış olacağını ısrarla vurguluyor.”[*] Emperyalistler her yıl yapılan uluslararası toplantılarda bir araya gelip, rapor üstüne rapor yayınlayıp küresel ısınmaya ve iklim krizine engel olacak çözümler ortaya koyduklarını iddia ediyorlar. Ama toplantılar bitince zaten dostlar alışverişte görsün misali verilen sözler unutuluyor.
Küresel ısınma ve işçi sağlığını tehdit eden çalışma koşulları
İnsanların hayatlarını rahat bir şekilde sürdürebilmesi için yaşadıkları ortamın sıcaklığının 17 ile 31 derece arasında olması gerekiyor. Aşırı sıcaklar sıcak çarpması, ısı senkopu, ısı krampları gibi sıcakla doğrudan ilişkili bir dizi hastalığa neden olduğu gibi kronik hastalıkları da tetikliyor. Bu nedenle sağlık uzmanları kronik hastalığı olanların ve yaşlıların aşırı sıcaklarda dışarı çıkmaması çağrısı yapıyor. Fakat işçilerin, emekçilerin ve aldığı maaş geçinmesine yetmeyen emeklilerin çalışmadan evde oturmak gibi bir lüksleri yok. İnşaat, lojistik, tarım benzeri işkollarında çalışan işçiler aşırı sıcak havadan doğrudan etkilenirken, kapalı alanlarda yeterli iklimlendirme yapılmadığı için çalışma ortamları da cehenneme dönüyor.
Aşırı sıcak havalarda çalışma ortamı ve saatleri işçilerin bundan etkilenmeyeceği şekilde düzenlenebilir. Çalışma saatleri günün daha serin saatlerine kaydırılabilir, kıyafetler buna göre ayarlanabilir, beslenme su kaybı dikkate alınarak düzenlenebilir vb. Fakat hem işçinin sağlığı patronların umurunda değil hem de işçi için yapılan her şey maliyet olarak görüldüğünden bunlar uygulanmıyor. Meteorolojiden gelen uyarıların da çalışanlar açısından bir işlevi olmuyor. Çünkü yasalar buna göre düzenlenmediği için, çalışanlar hava sıcaklığı ne olursa olsun işin yolunu tutmak zorunda kalıyor. Ama İtalya’da işçilerin verdiği mücadele bu yıl anlamlı bir sonuç verdi. İşçiler sıcaklık 35 derecenin üstüne çıktığında çalışmama hakkı elde ettiler.
Tarım işçileri sıcak altında çalışmanın yanı sıra kuraklık nedeniyle daha düşük gelirle de mücadele ediyorlar. ILO verilerine göre 2021 itibarıyla dünyadaki toplam istihdam 3,2 milyar. Tarım sektörü bu istihdamın 870 milyonunu oluşturuyor. Yani dünyada çalışan nüfusun dörtte birinden fazlası iklim krizinden çok yönlü etkileniyor. Sıcak hava bir yandan çalışmayı zorlaştırırken diğer yandan tarımsal üretimi yani asıl olarak üreten ve tüketen milyarlarca yoksulu etkiliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2023 İklim Değişikliği Sentez Raporunda, son 50 yıl içinde küresel olarak tarımsal üretimde büyümenin yavaşladığı görülüyor. Geçtiğimiz 100 yıl içinde ise deniz seviyesinin yükselişi, sıcaklığın hızla artışı nedeniyle kıyı ve sulak alanların yüzde 50’sine yakını yok oldu. Bu durum gıda fiyatlarının artmasına, sağlıklı gıdaya erişimin zorlaşmasına neden oluyor. Zenginler için gıdaya ayrılan paranın bir önemi yok. Gıdaya ne kadar harcarlarsa harcasınlar bu onlar için anlamlı bir maliyet kalemi değil. Ama yoksullar gelirlerinin büyük kısmını gıdaya ayırıyorlar.
İklim krizi hem göçe neden oluyor hem de göçmenleri vuruyor
Yunanistan bu yıl yine orman yangınlarıyla mücadele etti. 21 ve 22 Ağustosta Yunanistan’ın kuzeyindeki Evros (Meriç) bölgesinde çıkan orman yangınlarında 19 mülteci hayatını kaybetti. Çünkü kaçak olarak Türkiye’den Avrupa’ya geçmeye çalışan göçmenler bu bölgeyi kullanıyor ve yakalanmamak, zorla geri gönderilmemek ve şiddete uğramamak için burada saklanıyorlar. Bütün bunlara rağmen Yunanistan’daki faşist güruh tıpkı geçen yıl Türkiye’deki yangınlarda olduğu gibi yangınların sorumlusu olarak göçmenleri göstermekten, bu yolla milliyetçiliği köpürtmekten geri durmadı. Fakat ne mutlu ki Yunan işçilerin bir kısmı bu propagandayı boşa çıkaran ve mültecilere sahip çıkan gösteriler yaptılar.
İklim krizi aynı zamanda göçleri de tetikliyor. Aşırı yağış, kuraklık, bitki örtüsünün erozyona uğraması, haşerelerin çoğalması, seller nedeniyle emekçiler artık ekmek paralarını kazanamadıkları, belki başlarını sokacakları evlerinin kalmadığı memleketlerini bırakıp başka diyarlara göçüyor ve bu nedenle göç eden insan sayısı her geçen yıl artıyor. BM’nin İç Göçleri İzleme Merkezinin (IDMC) 2023’te yayımlanan son raporuna göre göç edenlerin yarısından fazlası felâketler nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı. Felâketlerin yüzde 99’a yakını hava olaylarına bağlı gerçekleşti. Mesela Türkiye’de Konya havzasında, Beyşehir, Meke ve Tuz gibi büyük göllerin çoğu son 30 yılda yarıya yakın küçüldü. Tuz Gölü gibi bazı göllerin kuruması, göl tabanındaki toksik maddeleri açığa çıkarabiliyor. Bu da etrafındaki bölgeleri yaşanmaz hale getiriyor. Haliyle bu bölgede yaşayan insanlar başka yerlere göçmek zorunda kalıyor. Aynı sorun ABD’den Avrupa’ya, Asya’ya dünyanın bütün sulak alanlarında yaşanıyor. Her yıl dünya üzerinde zaten az olan yaşanabilir alanlar daha da daralıyor.
Egemenlerin felâketler karşısındaki riyakârlığı her yerde aynı
Emperyalist savaşlar emekçilere ölüm ve zulümden başka bir şey getirmiyor. Savaşın olduğu bölgelerde bir de afetler yaşandığında emekçiler için sonuçların vahameti katlanarak artıyor. 2011 yılında Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra emperyalist güçler arasındaki kapışmanın uzantısı olarak fiilen bölünen ve birbiriyle çatışan iki hükümet tarafından yönetilen Libya’da Eylül ayında Daniel Kasırgası Bingazi, El-Bayda, El-Marj, Sousse ve Derne şehirlerini vurdu. Derne kentinde meydana gelen sel, altyapının ve köprülerin çatışmalar sırasında zarar görmesi ve ülkenin onca zenginliğine rağmen onarılmayan barajların patlaması sonucunda büyük bir felâkete dönüştü.
Sel felâketinde ölü sayısı 11 bin olarak açıklandı ama denize akan binlerce ceset var ve ölü sayısı resmi olarak açıklananın kat be kat üzerinde. Libya gibi petrol zengini bir ülkede selin yaşandığı bölgede altyapının yüzde 70’i zarar gördü. 11 köprü yıkıldı. Yeraltı su borularının yüzde 80’i tahrip oldu. Yolların yüzde 50’si, eğitim kurumlarının yüzde 95’i zarar gördü.
Yine Türkiye’de yaşadıklarımıza çok benzer olarak Libya’da da uzmanlar yaşanacak bir selin felâkete dönüşeceği konusunda yetkilileri uyarmış ama kimse umursamamıştı. Libyalı su bilimi uzmanı Abdelvanis Aşur, bölgedeki barajlarda oluşan bozulmaları gündeme getirmiş, büyük bir sel meydana gelmesi durumunda bunun bir felâkete yol açacağı uyarısında bulunmuştu. Sel felâketi yaşandığında da tahliye ve insanlara yardım için gerekenler yapılmadı. Ortada bunu organize edecek bir kurum yoktu. 1997’den beri hiçbir şehir planı yapılmamıştı ve erken uyarı sistemleri yetersizdi.
Göçmen işçiler Libya’da da felâketten kaçamayanlar arasındaydı. Pek çok ülkeden işçiler özellikle inşaat sektöründe çalışmak için Libya’ya geliyor. Daha iyi bir yaşam için çalışmaya gelen göçmen işçiler de Libya’da yaşanan sel felâketinde yaşamlarını kaybettiler. Çoğu 20’li yaşlarında gençler memleketlerinde annelerini, babalarını, eşlerini, çocuklarını bıraktılar. Uluslararası Göç Örgütünün verilerine göre Libya’da bine yakın göçmen işçi selde öldü ya da cesedi bulunamadığı için kayıtlara kayıp olarak geçti. Kapitalizm altında “daha iyi bir yaşam” şansı olmadığı bir kez daha görüldü. Dahası tabloyu bu denli vahim hale getirenler tam da kendileriyken egemenler, böylesi felâketlerin “kader”, “o güne kadar görülmemiş boyutta büyük felaketler”, “ülkelerinin başına gelen talihsizlik” olduğu algısı yaratmaya çalışıyorlar. Burjuva siyasetçilerin 6 Şubat depremlerinde bir kez daha gördüğümüz yüzsüzlüğü ve arsızlığı dünyanın neresine gidersek gidelim değişmiyor. Libya’da da egemenler emekçilerin acılarını umursamadılar, hesap vermeleri gerekirken Libya’yı birleştirme vaatleriyle başkanlık yarışına soyundular.
İklim krizi sadece 3. Dünya Savaşının ve onunla bağlantılı bölgesel çatışmaların daha fazla kırılganlaştırdığı coğrafyaları değil, Avrupa ve Amerika’da yaşayan emekçilerin yaşamını da doğrudan etkiliyor. Avrupa’nın bir kısmı son yıllarda yaz aylarında çıkan yangınlarla çok büyük kayıplara uğrarken diğer bir kısmı aşırı yağışların neden olduğu seller ve toprak kaymalarıyla karşı karşıya kaldı. Avrupa’da emekçiler evlerini, tarım alanlarını, canlarını kaybettiler. Amerika’da ise şiddetli kasırga ve fırtınaların yanı sıra kuraklığın artması sonucu tarım arazilerinde verim düştü. Sonuçta bu felâketler dünyanın batı tarafında da emekçileri vuruyor.
Sadece iklim krizinden kaynaklı sıcak havaların neden olduğu kuraklık, yangın, sel gibi durumlarda değil depremlerde de yaşanan yıkımın yarattığı sorunlarla yoksullar baş etmek zorunda kalıyor. Altyapıya, sağlıklı ve güvenli konutlara, sağlığa, arama kurtarma çalışmalarına ya da önleyici tedbirlere ayrılmayan bütçeler nedeniyle, yıkımlar kat be kat fazla yaşanıyor. Depremler sonrasında da hızlı ve yeterli yardım ulaşmıyor yoksul emekçilere.
Bütün bu felâketlerde emekçilerin karşı karşıya kaldığı zorluklar, iklim değişikliğine ve doğal afetleri işçi-emekçiler için yıkımlara dönüştüren burjuva iktidarlara karşı mücadelenin işçi sınıfı için yaşamsal önemde olduğunu gösteriyor. Kapitalistler iklim krizinin yarattığı sorunlara, doğal afetlere her yerde aynı riyakârlık, vurdumduymazlık, ikiyüzlülükle yaklaşıyorlar. Kapitalist üretimin yarattığı yıkımlarla doğanın dengesini bozuyorlar, doğa olaylarını bir felâkete dönüştürüyorlar, sorumluluk almıyorlar ve bundan kâr sağlamak istiyorlar. Dünya işçi sınıfının yaşamak için kapitalizmi yıkmak üzere örgütlenip mücadele etmekten başka yolu yoktur. Eğer kaderimiz ortaksa mücadelemiz de ortaktır. Gelecek için, dünyamız için, eşit ve özgür bir yaşam için dünyanın bütün işçileri birleşin!
[*] Yılmaz Seyhan, Küresel İklim Değişikliği ve Burjuvazinin İkiyüzlülüğü, 29 Şubat 2020, marksist.net/node/6850
link: Meral İnci, İklim Krizinin Asıl Mağdurları Kim?, 14 Ekim 2023, https://marksist.net/node/8085
Emperyalist Savaş Kıskacında Filistin Halkı
Osmanlı’dan TC’ye: Tepeden Burjuva Devrim