İçeride ve dışarıda sıkışıklığı devam eden faşist rejim, varlığını sürdürmek için her türlü melanete başvurmaya devam ediyor. Bu durum onu artan sıklıkla siyaset alanına anormal müdahaleler yapmak, yargı darbeleri gibi yöntemlere başvurmak zorunda bırakıyor. Sayısız denebilecek örneğini yaşamış bulunuyoruz bu hareket tarzının. Esasında bu hareket tarzı rejimin doğasından gelmektedir, kuruluş sürecinde ve daha sonraki yıllarda da bunu görebiliriz. 2015’teki seçim süreçlerinde yaşanan kanlı müdahalelerden tutalım, zirve noktası anlamına gelen 2016’daki Temmuz darbesine kadar, Kürt illerinde belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanmasından tutun Selahattin Demirtaş’ın hapse atılmasına, son dönemde Canan Kaftancıoğlu’na getirilen siyaset yasağı kararına kadar tüm müdahaleler bu niteliği taşıyor. Şimdi ise uyduruk bir hakaret suçlamasıyla açılan davada benzer biçimde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyaset yasağı cezası verilmiş bulunuyor. Daha öncekiler gibi bu da rejimin son tahlilde tüm toplumu hedef alan bir baskısı, bir saldırısıdır.
2023 yılının rejim için bir kader yılı olacağı tüm belirtilerle ortadadır. Resmi seçim takvimine göre Haziran ayında yapılması gereken seçim, rejim için bir baş belası haline gelmiş durumdadır. Geçmiş dönemde, hem çeşitli araçlarla büyük bir seçmen kitlesinin bağlılığını elinde tutmayı başarmak suretiyle hem de çevrilen sayısız dolap sayesinde seçimler ve halk oylamalarından paçayı sıyıran iktidar güçleri uzun süredir bunda zorlanıyor. 2019’daki yerel seçimler bunu net biçimde göstermiş, başta İstanbul olmak üzere en büyük şehirlerin neredeyse tamamının belediye başkanlıkları muhalefetin eline geçmişti. Zorbalık, hile, kanunsuzluk, emekçi kitlelerin geniş bir bölümünü sadaka rejimine bağlayıp muhtaçlaştırma gibi yol ve yöntemlerin yanı sıra, din ve milliyetçilik temelinde sahte kutuplaştırma gibi yöntemler aşınıyor. Tüm bu belaltı yöntemleri alabildiğine zorladığı halde rejim, yaklaşan seçim için istediği türde bir zemini ya da avantajı bir türlü yaratamıyor, kendisini emin hissedemiyor.
Rejimin baştan aşağı kirli stratejisinin önemli bir boyutunu seçimi anlamsız hale getirmek, muhalefet cephesini dağıtmak, demoralize edip güçsüz düşürmek, olası rakip adaylarını siyaseten bertaraf etmek vb. oluşturuyor. Daha önce Canan Kaftancıoğlu’nun mahkûm edilmesi sonrası yaptığımız değerlendirmede de dediğimiz gibi: “Rejimin attığı adımların çoğu önümüzdeki seçimlere dönük adımlardır. Ama bu adımlar olağan türde seçim hazırlıklarıymış gibi anlaşılmamalıdır. Esasen bunlar seçimleri boğmaya dönük hazırlıklardır. Rejim eğer bir seçim yapılacaksa bunun tümüyle tek kale oynanan bir maç şeklinde geçmesi için uğraşıyor. Bunun için de olası tüm rakiplerin elinin kolunun kırılarak, bağlanarak girdikleri, çeşitli müdahalelerle güçsüz düşürüldükleri ve akla hayale gelebilecek her türlü seçim hilesinin yapılabileceği bir seçim düzeni kurmaya çalışıyor iktidar. Bu tam anlamıyla faşistçe bir yol temizliğidir.” (Canan Kaftancıoğlu Üzerinden Sallanan Faşist Sopa, marksist.com)
Bu faşist yol temizliğinin ilk önemli hamlesini Demirtaş’ın hiçbir hukuki dayanak olmadan hapse atılıp ısrarla orada tutulması oluştururken, rejime İstanbul’da ciddi bir mağlubiyet tattıran saha çalışmasının baş aktörü konumundaki Canan Kaftancıoğlu’na verilen mahkûmiyet ve siyaset yasağı ikinci bir önemli adım idi. Şimdi ise üçüncü bir majör hamle olarak, önümüzdeki seçimler için olası ve popüler bir cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun siyasetten düşürülmesi amacıyla rejimin kukla hâkim ve savcıları eliyle mahkûm edilmesini görüyoruz. “Rejim (…) kitleler nezdinde sembol haline gelen isimleri düzmece yargılamalarla cezalandırmakta, onlar üzerinden de muhalif partilere, muhalif kitlelere ve toplumun geneline gözdağı vermektedir. Artık yargı eliyle canlarının istediğini hapse atabileceklerini, canlarının istediğini resmi siyasi mücadelenin dışına atabileceklerini göstermiş oluyorlar. (…) yargı erki, yürütme gücünü elinde tutan Erdoğan’ın kulu kölesi konumundadır. Cemal Kaşıkçı davasını Suudi Arabistan’a satan, devlet kontrolünde iş gören narko mafyayı bir kapıdan alıp öteki kapıdan salan, elleri kanlı İslamcı ve diğer kontra güçlerini koruyup kollayan da bu yargıdır.” (age)
Rejimin böylesi zorlama, böylesi pervasız, gayrimeşruluğu böylesi aleni olan adımlar atması, onun korku ve çaresizlik içinde olmasından kaynaklanıyor. Bu durum kendi yaptıklarını ya da dayanaklarını özgüvenli biçimde savunamıyor olmasından da görülüyor. Son günlerde gündem olan 6 yaşındaki kız çocuğunun yozlaşmış tarikat ilişkileri içinde taciz ve tecavüze uğraması vakasındaki tutumlarda görülebileceği gibi, İmamoğlu kararında da bu görülebiliyor. Karar sonrası tutumlar rejim saflarının endişe ve tereddütlerini alenen gösteriyor. Rejim temsilcisi ya da medya uzantıları arasında kararı kuvvetli biçimde açıktan savunmaya yeltenenin pek olmaması dikkat çekicidir. Abdülkadir Selvi, Cem Küçük gibi sembol isimler dahi kararın açık biçimde yanlış olduğunu söylerken, üslubu ve tutumları malûm Devlet Bahçeli bile, “durun yahu, daha istinaf mahkemesi safhası var, bu kadar yaygaraya gerek yok” havasında konuşmaktadır.
Yeri gelmişken belirtilmeli ki, Bahçeli’nin sözleri bir yana, istinaf mahkemesi ve Yargıtay süreçlerinden dem vurup fazla endişeye mahal yok mealindeki düşünce ve tartışmalar boş lakırdıdır, laf değirmenidir. Amaç muhalefet cephesini yumuşatmak ve bu siyasi/yargı darbesinden dolayı daha fazla toplumsal destek kazanmasının önüne geçmektir. Bu yüzden bunlar elin tersiyle süpürülüp atılmalıdır. Her ne kadar tüm mensupları için rejimin adamı denemeyecek olsa da yargı aygıtının belirleyici konumları ve organları rejim güçlerinin kontrolündedir. Hiçbir kural, kaide, teamül tanımayan bu arsız şebekenin İmamoğlu davasının sonraki temyiz aşamalarında da bu tutumu sürdürmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Bu karar verilebildiyse bundan sonrası da pekâlâ mümkündür. Cezanın arttırılması için savcının şimdiden istinaf mahkemesine başvurması bu eğilimi yansıtmaktadır.
İmamoğlu’yla ilgili kararın asıl siyasi anlamı ve odak noktası her ne kadar onun cumhurbaşkanı adayı olarak seçimlerde Erdoğan’ın karşısına çıkmasını önlemekse de, yabana atılmaması gereken başka boyutlar da söz konusudur. Doğrusu bu karar aynı anda birkaç kuş vurma anlamına gelmektedir. İBB’nin kayyum yoluyla yeniden ele geçirilmesi ve böylelikle, 2019’da kaybedilen seçimin ardından mahrum kalınan İstanbul’un devasa beledî rant olanaklarına tekrar kavuşma arzusu gözden kaçırılmamalıdır. Üstelik bu sadece yiyiciler şebekesinin tekrar besin zincirine dâhil olması anlamına gelmekten öte, önemli imkânlarıyla seçim çalışmalarında kullanılacak etkili bir kurumun tekrar ele geçirilmesi anlamına da gelmektedir. Şimdiden belediyenin başına kimin getirileceği konusunda yapılan hazırlıklara dair haberler medyada yer almaktadır.
Rejimin “faşist yol temizliği” bağlamında Ocak ayı içinde Anayasa Mahkemesinde HDP’nin kapatılması davasının ele alınacağını da burada hatırlatmak gerekiyor. HDP’nin rejimin yol haritasında bir sonraki hedef ya da adres olacağını öngörmek kâhinlik olmayacaktır. Bir kapatma kararı kimse için sürpriz olmayacaktır. Dahası önümüzdeki dönemde Kılıçdaroğlu’nun (ve belki Mansur Yavaş’ın) çeşitli belaltı yöntemlerle benzer biçimde hedef alınması da aynı girişimin yeni halkaları olarak önümüze gelebilecektir.
Ancak, her ne kadar rejim böylesi bir pervasızlıkla saldırıyor olsa da durduğu zemin sağlam değildir, bir düşüş süreci içindedir. Nitekim İmamoğlu kararı sonrasında oluşan infial havası ve bu hamlenin genel siyasi sonucu şimdilik rejim lehine görünmemektedir. İki gün üst üste örgütlenen kitle gösterisi, rejime karşı genel mücadele dinamikleri açısından anlamlıdır, yeni bir kalkış noktası haline getirilebilir. Bütün olarak bakıldığında, rejimin çeşitli unsurlarının karar sonrası tutumlarının ürkek ve ikircikli olmasının da nedenlerinden birisi bu eylemli kitle tepkisidir kuşkusuz. Bunun toplumda bir rejim karşıtı hava yaratmaya ya da buna itilim vermeye önemli katkısı olduğu açıktır. Faşizme karşı mücadelenin sandığa indirgenmemesi, genel olarak sandığa bel bağlanmaması açısından kitle eylemleri ve seferberliğinin önemi tartışmasızdır. Burjuva muhalefet bu konuda hayli ikircikli, hayli tereddütlüdür. HDP’nin dışlanması ve Kürt meselesinde ses çıkarılmaması özellikle sorunlu noktalardır. Ve bu tutum rejimin elini güçlendirmektedir. İmamoğlu kararının rejim karşısında yarattığı öfke ve tepki havasının sürdürülmesi, dahası buna güçlü bir emekçi karakter verilmesi şarttır. Daha önce dediğimiz gibi, “Faşizmin şirretliği karşısında «sabredelim geçer» demek en hafif deyimle aymazlıktır. Emekçi kitlelerin öfkesinin ve tepkisinin faşizme karşı mücadele doğrultusunda büyütülmesi bu rejimin defedilmesinin en güvenceli yoludur.”
link: Marksist Tutum, İmamoğlu’na Hapis ve Yasak Kararı: Rejimin Saldırganlığında Yeni Halka, 16 Aralık 2022, https://marksist.net/node/7814
İranlı Öğrenciler Sınıf Kimliklerini Kuşanıyor
Aklımız da Fikrimiz de Sen