Son haftalarda yeni bir “çözüm sürecinin” işletilmekte olduğuna dair tartışmalar gündemi kaplamış durumda. Sürecin devlet katlarında hayli uzun süredir hazırlandığı söylense de, tartışmanın fitili Meclisin yeni çalışma dönemi açılışında Bahçeli’nin DEM Partililere el uzatması ve sempati gösteren jestleri ile ateş aldı. Tartışmalara asıl istimini veren ise Bahçeli’nin Meclis grup konuşmasında Öcalan’ı Meclise gelip konuşma yapmaya davet etmesi oldu. Ne var ki peş peşe yapılan “gündem sarsıcı” açıklamaları, jestleri, patlayan bombaların, bombardımanların, yeni tutuklamaların ve kayyumların izlemesi, hararetlenen politik sürecin hiç de düz bir rota üzerinde ilerlemeyeceğini daha baştan gösterir niteliktedir.
Birbiri ardına gelen hızlı gelişmelerin toplumun büyük bölümünde de genel olarak sersemletici bir etki yarattığı görülüyor. Herkes bizzat faşist rejim ortaklarının ağzından ilan edilen bu girişimi anlamlandırmaya ve pozisyon almaya çalışıyor. Yeni bir “çözüm/açılım süreci” mi başlıyor? Başlıyorsa sebepleri, dinamikleri ve hedefleri neler? Kimler, hangi hesapları yapıyor? Bu ve benzeri sorular tüm siyasi aktörlerin, yorumcuların ve genelde toplumun gündemine yerleşti. Devlet uzun yıllardır sürdürdüğü sınır tanımaz baskı ve imha politikalarıyla, bu politikaların değişmez bir parçası olarak körüklediği şovenizmle Kürt sorununu kangrenleştirmiş olduğu için, farklı kesimlerde şaşkınlık, kızgınlık ve yutkunma bir arada yaşanıyor.
Şovenist kışkırtmanın sınır tanımadığı onlarca yılın ardından, tam da bunun en önde gelen faillerinden olan MHP liderinin sergilediği jestler elbette şaşkınlık yaratmadan edemezdi. Ortada bir plan olduğunu düşündürten belki de en çarpıcı husus, girişimin ilk olarak doğrudan AKP’li ağızlardan değil de Kürt düşmanı milliyetçiliğin ana adresi ve sembolü MHP’nin ağzından ilan edilmesiydi.
Öncelikle altını kalınca çizerek belirtmek gerekiyor ki, faşist iktidarın derin odalarında neyin planlandığını, hangi hesapların yapıldığını tam olarak bilmek mümkün değildir. Bunları tepedeki ve arka mahfillerdeki az sayıda kişi biliyor. O nedenle medyayı saran tahmin ve yorumların spekülatif girdabına düşmemek büyük önem taşıyor. Zira bu yorum ve tahminlerin büyük bölümü manipülasyondan tutun, niyet ve beklentilerin gerçeklerin yerine konduğu hüsnükuruntulara, tıklanma sayılarını arttırarak gazetecilik kariyeri yarıştırma hevesine kadar bin bir türlü sakatlıkla malûl.
Ne oluyor?
Tüm bunları göz ardı etmeksizin, güncel gelişmelerin spekülasyon alanı dışında kalan bazı ana çizgilerini tespit etmek mümkündür. Öncelikle şu hususu görmek gerekiyor: Normal şartlarda faşist iktidar bileşenlerine zemin kaybettirecek, kendi tabanlarında tepki uyandıracak bir girişimin başlatılması rejimin ciddi bir sıkıntısının olduğunu göstermektedir. Neden MHP gibi bir parti Öcalan’ın gelip Mecliste konuşma yapmasından söz edecek kadar tepki uyandırıcı bir hamle yapmaktadır? Bununla önemli birtakım değişikliklerin hedeflendiğini düşünmek akla uygundur. Besbelli ki rejim varlığını sürdürebilmek için böyle tepki çekmeyi göze aldığı sıradışı adımlara ihtiyaç duymaktadır.
İktidarın Kürt kitlelerini ve Kürt hareketini (en azından kısmen) yanına çekmek ya da pasifize etmek gibi hedefi olduğuna kuşku yoktur. Başta Erdoğan olmak üzere bu süreçte yapılan açıklamalarda kilit bir kavram olarak “iç cephe” vurgusu yapılmaktadır. Yani faşist iktidar öngördüğü gelişmeler açısından mevcut ittifak bileşiminden daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Nedir öngörülen? Burada da esas olarak iki boyut olduğunu görmek zor değildir. Birincisi savaşın bölgede özellikle son bir yıl içindeki gelişiminin yarattığı durumdur, ikincisi ise rejimin Erdoğan liderliğinde anayasal açıdan daha da pekiştirilerek sürdürülebilmesi için yapılacak değişikliklerdir.
Yürümekte olan emperyalist dünya savaşının Ortadoğu cephesinde özellikle son bir yıl içinde büyük bir kızışma yaşanmış, savaş yeni bir düzeye yükselmiştir. İsrail-ABD’nin bölgedeki sınır tanımaz saldırganlığı başta İran olmak üzere bazı bölge ülkeleri tarafından desteklenen ya da himaye edilen Hamas ve Hizbullah gibi yapıların uzun yıllara dayanan lider kadrolarının en önemli bölümünü yok etmiş, bu kampanyada menzil İran’ın Tahran’da doğrudan vurulmasına kadar varmıştır. İran Filistin’den Lübnan’a, Suriye’den Irak’a ve Yemen’e kadar bölgesel nüfuzunun dayanaklarına ciddi darbeler almıştır. İran’ın aldığı darbeler bölgedeki çekişmede onu destekleyen Rusya ve Çin gibi büyük emperyalist güçlerin de mevcut aşamada darbe alması anlamına gelmektedir. İsrail-ABD 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısını fırsata çevirerek bölgeyi alevler içinde yeniden harmanlamaktadır.
İran’ın gitgide daha doğrudan hedef tahtasına oturtulduğu ve maruz kaldığı saldırılar karşısında etkili bir karşılık veremediği bu süreçte Türkiye’deki iktidarın da durumdaki bu değişiklikleri hesaba katarak emperyalist savaş sürecindeki konumunu gözden geçirme ve güncelleme çabası içine girdiği söylenebilir. Rejimin basındaki kalemleri de bölgede taşların yerinden oynadığını, artık buna göre hareket etmek gerektiğini söyleyip duruyorlar. Toplumu bu doğrultuda ikna etmek için özel bir vurguyla Türkiye’nin İsrail’in hedefinde olduğu propagandasını yapıyorlar.
Bölgede taşların yerinden oynamasının bir anlamı Kürt hareketi için yeni kazanım fırsatlarının doğmasıdır. Zira bölgede mevziler kazanan İsrail-ABD aynı zamanda Rojava’daki devlet yapılanmasının başlıca destekçisi olduğundan, bu gelişmelerin Türkiye’nin şimdiye kadarki pozisyonları açısından bir tehlike anlamına geldiği açıktır. İran tarafından desteklenen Suriye’deki Esad rejiminin İsrail’in saldırılarından nasibini almakta olduğu ve bunlar karşısında bir yanıt veremediği düşünüldüğünde Suriye’nin durumunun da savaş kapsamında yeniden masaya gelebileceği görülüyor.
Kürt hareketinin de gelişmeleri bu çerçevede okuduğu birçok açıklamadan görülüyor. Buna bir örnek olarak Kuzey ve Doğu Suriye Dış İlişkiler Dairesi Eşbaşkanı İlham Ahmed’ın yaptığı açıklamayı gösterebiliriz:
“İsrail karşıtı cephe giderek kaybediyor. Bu savaş Lübnan ya da Gazze ile sınırlı kalmayacak; şimdiden genişledi… Bölge, İkinci Dünya Savaşından bu yana önemli değişikliklere tanık olacak… Bazıları seçimler, bazıları savaşlar yoluyla gerçekleşecek. Sonuç olarak tüm bölge çeşitli değişikliklere tanık olacak… İsrail, Hamas, Hizbullah ve İran’ın bulunduğu her yeri hedef alıyor; Suriye coğrafyasında da hedef alınacaktır. Böyle bir durumda çözüme doğru ilerlemek elzemdir... İran, Hamas, Hizbullah, Husiler ve İran’a sadık kalan diğer taraflara karşı kapsamlı bir plan var. Bu yeni plan ya da Ortadoğu’nun yeniden dizaynı çerçevesinde bu aşamaya ayak uydurup değişiklik yapamayan ve bu durumu doğru okuyamayan bu taraflar birbiri ardına hedef alınacak…”
Çok farklı politik görüşlerden kişi ve kurumlar benzer yönde değerlendirmeler yapıyorlar. Türkiye’deki faşist rejim sözcülerinin, İsrail saldırganlığına maruz kalmasına rağmen İran’ın yanında konumlanmak bir yana, İran’ın çeşitli yönlerden aldığı darbelere sevindiğini belli eden hamle ve tutumları da manidardır. Hatta bugünlerde İran içine yayın yapmak üzere kurulan TRT-Farsi vesilesiyle görüş açıklayan kurum müdürü alenen “bizim İran’ı biraz rahatsız etmemiz lazım” diyebilmektedir. İran’ın İsrail ve ABD’nin hedefinde olduğu böylesi alevli bir süreçte rejimin İran aleyhtarı yaklaşımları dikkat çekicidir.
Özetle rejimin bölgede yeni süreç ışığında kendini yeniden konumlandırma çabası içinde olduğunu ve bu çerçevede Kürt hareketiyle belli bazı uzlaşma arayışlarına girdiğini düşünmek pek de yanlış olmayacaktır. Ancak rejimin bu arayışta muhataba mümkün olduğunca bir şey vermeyip kendine yontma eğiliminde olduğu da belirgin biçimde görülüyor. Bu da zaten konunun doğası gereği hayli çelişkili olan böylesi bir girişimin nasıl problemli bir tarzla başlatıldığını da ortaya koyuyor.
Kendine özgü tarzda bir emperyalist dünya savaşı yürüyor ve bu savaşın en önemli cephelerinden biri olan Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor. Hal buyken rejimin bu yeni girişimlerinin salt Erdoğan’ın kişisel iktidar hesaplarına indirgenmeye çalışılması yanıltıcı ve dar bir bakış açısıdır. Rejim, hem ateş çemberine dönen bölgede kendine bir yol çizmeye çalışmakta, hem de varlığını yeni anayasal düzenlemelerle sürdürmek istemektedir.
Rejimin planlarının ne olduğu bilinmiyor olsa da daha başında ortaya çıktığı üzere çelişkilerle örülü bir süreç yaşanıyor. Rejimin üç temel bileşeninden ikisi sürecin sahibi gibi görünürken üçüncü eleman diyebileceğimiz Avrasyacı-Ergenekoncu eğilimler (Perinçekçiler örneğinde olduğu üzere) buna açıkça karşı çıkıyorlar. Bu güçlerin hareket tarzının ne olacağı belirsizdir. Dahası TUSAŞ saldırısı gibi önemli hadiselere rağmen süreci sürdürdüğünü iddia eden rejim güçlerinin de tam olarak ne hesaplar yaptığı belirsizdir. Bunlar süreç içinde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. Diğer yandan Kürt sorununun uluslararası niteliği, bölgenin, tüm büyük güçlerin ve bölge güçlerinin çatışma sahası olması gibi temel gerçeklikler de böylesi süreçlerin çelişkilerini kendiliğinden arttırmaktadır.
Sürecin çelişkili niteliği daha başlar başlamaz kendini göstermiştir nitekim. Bir yandan Kürtlere sanki barış eli uzatılırken diğer yandan TUSAŞ saldırısı bahane gösterilerek Rojava bombardımana tutulmuştur. Bunun yanı sıra Kürt hareketinin CHP ile ortak belediye başkan adayı olarak seçimi kazanan Esenyurt belediye başkanı uyduruk suçlamalarla hapse atılıp belediyeye kayyum atanabilmiştir. Burada durulmamış, takip eden günlerde Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine de kayyum atanmıştır. 44 aylık tecridin ardından ailesiyle görüşme izni verilen Öcalan’a gene görüşme yasağı getirilmiştir. Tüm bu süreç bir yandan barış ve kardeşlikten dem vurulurken diğer yandan muhalefetin bir kez daha Kürt sorunu üzerinden dağıtılmaya ve içte yeni bir şovenizm dalgasının kabartılmaya çalışıldığı hamlelere sahne olabilir.
Kürt sorununda ilkeli komünist tutum
Böylesi karmaşık bir tabloda aceleci yorumlar ve tutumlardan dikkatle kaçınılmalıdır. Elbette neler olup bittiğini anlama çabasından kendimizi alıkoyamayız, ancak unutulmamalı ki Kürt sorunu bir ulusal sorundur ve Marksizmin ulusal soruna ilişkin temel programı ve yaklaşımları unutulmamalıdır.
Marksizmin ortaya koyduğu üzere, ulusal sorun kapsamı itibariyle bir burjuva demokratik sorundur. Devrimci işçi sınıfı ezilen ulusun tarihsel olarak haklı ulusal demokratik taleplerini destekler. Çünkü ezen-ezilen ulus ilişkisi işçi sınıfının birliğini engelleyen can yakıcı sorunlardan biri olmuştur daima. Bu noktada ezen ulus işçi ve emekçilerinin ulusal kibirlerinin aşılması temel önemdedir. O nedenle ezen ulusun sınıf bilinçli işçileri, ulusal sorunun ezilen ulusun haklı-meşru talepleri doğrultusunda çözülmesini desteklerler. Bu, ezilen ulus hareketinin her türlü taktik adımının desteklenmesi anlamına gelmez. Ezen ulus komünistlerinin desteklediği şey özünde ezilen ulusun ulusal demokratik hakları ve davasıdır. Bir ulusal hareket somut hedef olarak kendine özerklik, federasyon, konfederasyon gibi farklı hedefler koyuyor ve bu doğrultuda hareket ediyorsa, ezen ulus komünistlerinin ilke olarak bu konuda fazladan söz söylemesi gereksizdir.
Diğer taraftan, ezilen ulus hareketinin muhatabı, tanımı ve doğası gereği ezen ulus devletidir. Ve bu doğal çerçeve içinde ezilen ulus hareketleri tarihteki çeşitli örneklerde olduğu üzere ezen ulus devletiyle bir noktada görüşmelerle meseleyi sonuçlandırmaya çalışırlar. Ezilen ulus hareketinin davası ezen taraftaki toplumsal düzeni değiştirmek değildir, ezilen ulus coğrafyasında bağımsız devlet, federal devlet, konfederal devlet, özerklik, kantonal özerklik gibi, ulusal kimliğe dayalı bir yönetimsel statü elde etmektir. Bugün Kürt sorunu açısından bakıldığında Irak Kürdistanı’nda ya da Rojava’da örnekleri yaşandığı gibi. Dolayısıyla tüm kanlı savaş süreçlerine rağmen, çekilen büyük acılara rağmen, ödenen büyük bedellere rağmen mücadele süreçlerinin çeşitli aşamalarında görüşmeler vb. yapılır. Bugün Türkiye’de yaşanan sürecin mahiyeti henüz tam olarak belli olmasa da, bundan bağımsız olarak, ulusal hareketin devletle, iktidarlarla görüşmeler yapması onun doğası gereğidir.
Türkiye’de Kürt sorunu çözülmesi gereken yakıcı bir sorundur. Nihai adımların ne olacağı bir yana, bugün acilen, Kürt hareketinin önde gelen isimleri başta olmak üzere hapiste tutulan siyasi tutsaklar salıverilmeli, belediyelere getirilen kayyumlar geri çekilmeli, seçilmiş belediye yönetimleri görevlerine iade edilmeli, içte ve dışta yayılmacı savaş politikalarına son verilmelidir.
link: Levent Toprak, Yeni Açılım Tartışmaları ve Kürt Sorunu, 4 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8373
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /15
Ekim Devriminin Verdiği İlhamla Mücadelemizi Büyütelim!