Ukrayna savaşında 6 ay geride kaldı. Başlangıçta kısa süreceği söylenen savaş bu düşünceleri boşa çıkararak, sancılı bir sürünceme görüntüsü içinde devam ediyor. Ne Rus askeri güçleri Ukrayna topraklarından sökülüp atılabildi ne de Putin Rusya’sı başlattığı işgalle Ukrayna’daki amaçlarına tam olarak ulaşabilmiş durumda. İlk haftaların kimi aceleci ve manipülatif değerlendirmelerinin yerini savaşın uzun süreceğine dair “öngörüler” aldı nicedir. Hatta bunların artık harcıâlem hale geldiğini söylemek gerekiyor. Diğer taraftan savaş her ne kadar son aylarda belli bir düşük yoğunluk seviyesinde ilerleyip dünya çapında “kanıksanır” hale geldiyse de bu durum savaşın yıkıcı etkilerinin ortadan kalktığı ya da “kabul edilebilir” hale geldiği anlamına gelmiyor. Dahası belki de tam da bu “rölanti” durumunu bozmak için yeni bir gayretkeşlik dalgasının ipuçları anlamına gelebilecek gelişmeler baş gösteriyor. Son dönemde Zaporijya nükleer santrali sahasında görülen patlamalar tüm dünyanın her an bir nükleer felakete maruz kalabileceğini ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra her iki tarafta da bazı kritik isimlerin kendi yaşam mekânlarında suikastlara uğradığını görüyoruz.
Ukrayna savaşı, daha önce vurguladığımız gibi, yürümekte olan emperyalist paylaşım savaşının bir üst evreye sıçraması anlamına geliyordu. Yeni bir evreye geçildiğini doğrularcasına, geçtiğimiz haftalarda bu kez Uzak Doğu’da Tayvan üzerinden patlak veren krizle ABD ve Çin o bölgede savaşın eşiğine geldi. Tüm bu gelişmeler dünyayı gitgide daha çok pençesine alan kapitalist krizi derinleştirici bir etki yapıyor. Özellikle hayati önem taşıyan enerji ve gıda fiyatlarındaki sıra dışı yükselişler, son 30 yılda yerleşik hale gelmiş küresel üretim noktaları ve ticaret yollarında, tedarik zincirlerinde baş gösteren ciddi aksama ve değişiklikler, askeri harcamalarda ani yükselişler, uluslararası ilişkilerde hızla artan gerilim ve kamplaşma, artan göçler, halkların düşmanlaştırılmasına verilen yeni ivme bu yeni emperyalist savaş sürecinin tüm dünyada emekçilerin hayatlarını doğrudan ve dolaylı olarak belirlediğini gösteriyor. Bu da savaş konusunda, onun niteliği, gelişimi, evreleri, sonuçları ve buna karşı mücadele yolları konusunda işçi sınıfı cephesinden doğru tahlil ve tutumların önemini yakıcı ölçüde arttırıyor. Normal zamanlarda yaşamıyoruz ve işçi sınıfı açısından yanlış tahlil ve tutum lüksümüz bulunmuyor.
Ukrayna savaşının patlak vermesinden itibaren konuyla ilgili değerlendirmelerimizde savaşın niteliğini değişik yönlerden tahlil etmiş ve yanı sıra bu savaş konusunda nasıl bir tutum takınılması gerektiğine dair de pozisyonlarımızı yazmıştık. Yine bu konuda özellikle Türkiye’de daha yaygın olan Rusya yanlısı tutumları açıkça teşhir etmiş, Rusya’nın emperyalist karakterini, bu savaştaki işgalci konumunu, işgali başlatıp yürüten mevcut Rus rejiminin Büyük Rus şovenisti gerici karakterini, propaganda ettiği gerekçelere hayırhah gözle bakılamayacağını ve elini Ukrayna’dan çekmesi talebini açık bir vurguyla ortaya koymuştuk.[1] Bu bize göre temel önemde bir noktadır ve özellikle sol adına Rusya yanlısı tutumlar takınmanın kabul edilebilir hiçbir yönü yoktur. Bu tutum Ukrayna savaşı söz konusu olduğunda bir uçtaki yanlış tutumdu. Ancak bunun yanı sıra dünya genelinde sol/muhalif/demokrat/ilerici çevreler arasında görülen diğer uçtaki yanlış tutumu ve bu nedenle patlak veren tartışmalardaki bazı fikirleri de ele almanın, teşhir etmenin yararlı olacağına inanıyoruz. Bu tutum çok kısaca özetlemek gerekirse ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalist güçlerin bu savaştaki pozisyonlarını görmezden gelmeye, saklamaya, meşrulaştırmaya, savaşın her iki taraftan da emperyalist niteliğini göz ardı etmeye çalışan tutumdur. Bunun eleştirisi için temel bazı ilkeleri ve yaklaşımları otaya koymakla başlayalım
Marksizm ve savaşlar
Marksizmin ustaları ve onların yol gösterdiği devrimci işçi hareketi 19. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli coğrafyalarda patlak veren savaşlarda işçi sınıfının çıkarları açısından doğru bir tutum almak için titiz bir çaba göstermişlerdir. Olağanüstü durumlar olarak savaşlar tarihin akışında önemli değişikliklerin şekillendiği kavşak noktaları olagelmiştir genellikle. Olağan ve barışçıl yöntemlerle çözülemeyen sorunlar tıkanma noktalarında şiddet araçlarını zorunlu kılar. Lenin emperyalizm çağının özelliklerinin açığa kavuşturulması bağlamında, bu çağda emperyalist güçlerin aralarındaki hegemonya ve rekabet sorunlarını eninde sonunda savaşa başvurarak çözmeye yeltenmekten başka çıkar yollarının olmadığını söylemişti. Her ne kadar büyüğüyle küçüğüyle tek tek her savaş bir tarihsel zorunluluk eseri olarak görülemezse de, savaşlar genellikle kararı kolay alınan girişimler olmayıp bir zorunluluğun sonucudurlar.
Savaşlar toplumlar için hayli sarsıcı deneyimler olarak kırılma noktalarıdır. Hem emekçilere ağır bedeller ödetmesi nedeniyle hem de emekçilerin düzen karşıtı mücadelesine bir zemin oluşturması nedeniyle savaşlarda doğru tutum hayati önem taşımaktadır. Marksizmin ustalarının ve devrimci işçi hareketinin savaşa karşı tutum konularındaki titiz çabaları boşuna değildir.
Doğru tutumun yolu savaşın mahiyetini doğru anlamaktan geçer. Marksizm her savaşın nereden doğduğuna ve hangi temeller üzerinde geliştiğine, savaşın ne tür bir savaş olduğuna bakar. Savaşlar konusunda tutum alırken, örneğin kim başlattı, ilk kurşunu kim sıktı gibi soruları anlamsız bulur. Bunun yerine, söz konusu savaşın hangi politikaların uzantısı olduğunu inceler. Çünkü savaş, ünlü sözün bilgece bildirdiği gibi, politikanın başka araçlarla yani şiddet araçlarıyla devamıdır. Savaşların sebebi “insan doğası” değildir, psikolojik faktörler, çılgınlık, delilik vs. değildir. Savaş politika demektir. Belirli politikalar izlendiği için savaşlar olmaktadır ve bu savaşlarla politik hedeflere ulaşılmak istenmektedir. Bu temel noktaları göz ardı eden ya da ikinci plana atan tutumlar genellikle iyi niyetli tutumlar olmayıp şu ya da bu egemen sınıfın çıkarlarının açık ya da sinsi bir ifadesidir. İyi niyetli olduğu nadir hallerde de böylesi tutumlar genellikle aynı kapıya çıkar, egemenlerin bir safının değirmenine su taşır.
Yukarıda değindiğimiz savaşın uzaması ve daha da süreceğinin belirginleşmesi olgusu bile kendi başına doğru politik tahlil sorunuyla bağlantılıdır. Savaşı daha büyük bir savaşın bağlamı içinde, onun bir parçası olarak, o savaşın genel dinamikleriyle bağlantısı içinde görürseniz çabuk sonlanmasındansa uzamasının daha yüksek olasılık olduğunu ve buna göre hazırlanmak gerektiğini de görürsünüz. Adını ister biz Marksist Tutum’un yaptığı gibi Üçüncü Dünya Savaşı olarak koyun ister koymayın, günümüz dünyasının büyük emperyalist güçler arasındaki göreli denge ve istikrar durumunun bozulmuş olduğu ve yeni bir paylaşım sürecinin işlediği bir dönemden geçtiğini görmeyenler dünya ahvalini anlayamazlar. 2000’li yılların ilk yarısından itibaren bu yeni savaş dönemini Üçüncü Dünya Savaşı olarak niteleyen Elif Çağlı’nın tahlillerini döne döne hatırlatmak gerekiyor.
“Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra emperyalist güçler sanki aralarındaki çekişmeleri diplomasi masasında çözebilecekleri ve böylece dünyaya yeni bir biçim verebilecekleri izlenimini yaratmışlardı. Aslında bu imkânsız ve emperyalist sistemin doğasına aykırı boş bir propagandadan ibaretti. Çünkü Sovyetler Birliği ve benzeri bürokratik rejimlerin çöküşünden ve Çin dâhil bu ülkelerin kapitalizm yolunu tutuşundan sonra, ABD, büyük çatışmaların yolunu döşemeye girişmişti bile. Bu durum, Sovyetler Birliği faktörü başta olmak üzere, eski güç dengelerine göre biçimlenmiş nüfuz alanlarının yeniden paylaşımına hazırlanmak demekti. Burjuva ideologlarının öldürmek için onca çabaladığı Marksizm, bir kez daha olacakları önceden haber veriyordu: Emperyalizm temelinde yeniden paylaşımın emperyalist savaşlar dışında bir yolu yoktur!”
“(…) Sovyetler Birliği’nin göçüp gitmesinden sonra ABD her ne kadar tek süper güç olarak rakipsiz kalmış gibi görünse de, bu durumun yarattığı «cicim ayları» artık sona ermiştir. Dünya kapitalist sisteminin tepesinde yer alan ABD’yi, inişe geçen sistemi tekrar yükselişe geçirme ve bombaların eşliğinde yeniden düzenlenecek bir dünyada üstünlüğü elden kaptırmama telâşı sarmıştır.
“(…) ABD’nin karşısına dikilecek çapta bir güç henüz ufukta görülmemiş olsa da –ve bu nedenle ona artık süper güç değil «hiper güç» sıfatı yakıştırılsa da–, içine girdiğimiz yeni konjonktürün çok büyük altüstlüklere gebe olduğu bellidir. Böyle bir dünyada hegemonyayı elde tutabilmek, «baskın bastıranındır» misali, yeni dönemin rakipleri henüz hazırlanmadan ani bir hücumla bir an önce yeni köprü başlarını tutmayı gerektirir. Amerikan emperyalizminin özellikle 11 Eylül’le birlikte tüm dünya karşısında ilan ettiği yeni saldırganlık dönemi, «yeni dünya düzeni»ni biçimlendirecek olan zalim ve kanlı bir yeniden paylaşım savaşının, adeta üçüncü dünya savaşının başlangıcıdır.” (Emperyalist Savaşa ve Kapitalizme Karşı Görev Başına, 25 Mart 2003)
2003 döneminde henüz belirginliğe kavuşmamış ve adları açıkça zikredilmemiş olan yeni emperyalist güçler sorunu çok geçmeden kendini gösterdi ve Tehlikenin Ortasında başlıklı çalışmasında Çağlı bu güçleri de açık biçimde tarif etti: “Hegemonya için çekişen güçlerin bugün kozlarını paylaştığı coğrafya, Kafkasya’dan Ortadoğu’ya, oradan Afganistan’a kadar uzayan geniş bir bölgeyi kapsıyor. ABD açısından fizan kadar uzak, yükselen yeni güçler Çin ve Rusya’nın ise burnunun dibi sayılan bu bölge, üçüncü emperyalist paylaşım savaşının günümüzdeki ateş alanıdır.” (2006)
Savaşın terör saldırıları ve başka formlarla yeni bir tarzda yürütülüşüne de değinen Çağlı bunları da tahlile katarak Üçüncü Dünya Savaşı tespitini daha somut bir görünüme kavuşturdu: “Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır ve şimdilik işte bu biçimde yürümektedir. Yarın bu savaş alanının ne şekilde genişleyeceği konusunda fal açamayız. Ama bilinen bir gerçek var ki, dönemin yükselen emperyalist güçleri Rusya ve Çin de paylaşım bölgelerindeki çatışmalara giderek daha çok müdahil olacaklardır. Hegemonya için yarışan güçler arasındaki çekişmeler, yeni emperyalist blokların oluşumunu ve bu bloklar arasında dozu yükselen çatışmaları gündeme getirecektir.” (Çürüyen Kapitalizm, 2007)
Ukrayna
Ukrayna savaşının tüm çelişkileri içindeki gidişatı Üçüncü Dünya Savaşı tespitimizle uyum gösteriyor ve onu doğruluyor. Savaşın uzatmalı bir nitelik kazanması bile bu tespitle doğrudan doğruya ilintili. Şunu kestirme biçimde söylemek mümkün: şayet bu savaş sahiden de, salt Ukrayna ile Rusya arasında bir savaş olsaydı çok büyük olasılıkla Rusya’nın hızlı bir zaferiyle sonuçlanırdı. Ya da süreç içinde birkaç kez kıyısına gelinen anlaşma yapılmış olurdu. Ancak bu savaş gerçekte çok daha büyük bir savaşın, ana tarafları bir yanda ABD-İngiltere diğer yanda Rusya (ve Çin) olan savaşın sadece bir perdesi olduğundan, başlangıçta bazı yorumcuların ileri sürdüklerinin aksine gitgide uzamaktadır. Ukrayna’daki savaşın temel bir boyutu orada Rus emperyalizmi ile ABD-İngiliz emperyalizminin savaşıyor oluşudur. Bu cümleden kolayca anlaşılacağı üzere, sahada Ukrayna güçleri ile Rus askeri güçleri arasında yürüyen çatışma savaşın sadece bir boyutudur. Demek oluyor ki Ukrayna savaşı içinde iki temel boyut vardır ve bunlar iç içe geçmiştir. Nasıl bir tutum alınması gerektiği konusunda kafaları karıştıran bir durumdur bu.
Nitekim savaşlar konusunda devrimci Marksizmin insanlığın acılı deneyimleri içinde sınanan tutumlarının Ukrayna savaşı üzerinden bir kez daha çiğnenebildiğini görüyoruz. Türkiye’deki sosyalist çevrelerde Rus emperyalizminin politikalarına hayırhah yaklaşım şeklinde kendini gösteren kaykılmaya karşılık, Batılı sol çevrelerde daha geniş kapsamlı bir sorun olarak ABD-İngiltere eksenli emperyalist politikalara yedeklenme şeklinde tutumlar sahneye çıktı. Bu tutumları göz önüne sermek ve patlak veren tartışmalarda öne sürülen argümanlara göz atmak, önümüzdeki dönemde de dünyanın gündeminde kalacağı kesin olan savaş sorununda doğru tutumlar için yararlı olacaktır.
Batı ülkelerindeki birçok reformist parti ve çevre ile radikallik iddiasındaki tanınmış entelektüel şahsiyet ufak tefek farklarla Ukrayna savaşında Rusya’yı kınayan ve ona karşı Batılı devletleri (NATO’yu) savaşta Rusya’ya karşı aktif rol oynamaya davet eden ya da bunda sorun görmeyen bir tutum takındılar. Dahası, benzer tutumlar az da olsa bazı örgütlü sosyalist çevrelerde, başka ülkelerdeki sosyalist aydınlar ve çevrelerde de görüldü. Bunlar ve karşı uçta Rusya’yı aklamaya varan diğer tutumlar savaş konusunda Marksist tutumun büyük önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Genel olarak bakıldığında Batı’daki sol camianın sorunlu tutumu kendi emperyalist devletlerinin pozisyonlarına yedeklenmeleri, onlara soldan argüman üretmeleri şeklinde kendisini ortaya koymakta. Ukrayna savaşının yüzeyden görünümü bu tutuma bir haklılık kisvesi veriyor. Sadece bu pencereden bakıldığında Ukrayna Rus emperyalizminin saldırısı altında ve her daim ezilenlerden, haksızlığa maruz kalanlardan yana olan sol da Ukrayna’nın yanında yer alıyor. Ancak küçük bir sorun var. Dünyanın en büyük emperyalist gücü ABD başta olmak üzere sayısız dünya gericiliği gücü de hiç tereddütsüz Ukrayna’nın yanında. Hem de büyük bir iştiyakla.
Bu durum söz konusu kesimleri pek rahatsız etmişe benzemiyor. Aksine oldukça uç denebilecek tutumlarını savunma adına kapsamlı gerekçeler ileri sürerek yollarına devam ettikleri görülüyor. Sadece işgale uğrayan Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kendini savunma hakkının yanında olmak, Rusya’nın Ukrayna’dan elini çekmesini istemekle yetinmeyen tutumlar bunlar. Başta ABD olmak üzere, Batılı büyük emperyalist güçlerin savaşa doğrudan dâhil olması, her türlü ağır silahın Ukrayna’ya gönderilmesi gibi taleplerin sol ya da ilerici demokratik değerler namına utangaçça ya da fütursuzca dillendirilebildiğini görüyoruz. NATO’yu (ABD-İngiliz emperyalizmini) aklayıcı güzellemeler, ona mazeret bulmalar, onun bu savaşta bir dahlinin olmadığını ya da rolünün ihmal edilebilir düzeyde olduğunu savunmalar; buna mukabil Rusya’nın bu savaşta yenilgiye uğratılmasının dünya barışı için esas olduğunu savunmalar, Batı emperyalizminin yine de demokratik değerlere dayanması sebebiyle Rusya’nın yenilgisinin ehvenişer olduğunu savunmalar vb. gırla gidiyor.
Aradaki ufak tefek farklılıklara rağmen Japonya Komünist Partisinden tutun Troçkist olma iddiasındaki Dördüncü Enternasyonal’in önde gelen isimlerinden Gilbert Achcar’ına, son dönemlerin sol kılıklı entelektüel gurusu olarak küresel ölçekte parlatılan Zizek’ine kadar çok çeşitli meşreplerden isim ve çevrede bu çizgide tutum ve yaklaşımlar görülüyor. Sözgelimi Zizek, The Guardian’da yazdığı yazılarda Ukrayna’ya tam destek vermek gerektiğini, bundan daha aşağısının olamayacağını, bunun için de daha güçlü bir NATO’ya gerek olduğunu, çoğunluğu Rusça konuşan Donbas bölgesi de dâhil Rusya’ya taviz içeren her türlü müzakerenin “koşulsuz” reddedilmesi gerektiğini, Rusya’nın kırmızıçizgilerinin (Rusya’nın daha büyük tepkisini kışkırtacak NATO müdahaleleri) umursamamak gerektiğini vb. savunuyor.
Bu tutumların Türkiye’deki sol ve akademik entelijansiya üzerinde de etkili olduğuna dair bir örnek olarak Birikim dergisinden Ahmet İnsel’i de verebiliriz: “Ukrayna’ya silah yardımı başta olmak üzere, yapılacak bütün yardımları ve Rusya’ya karşı alınan ve ilerde alınacak olan yaptırım kararlarını desteklemek ve Putinizmin işlediği vahim suçlara göz yummamak, Putin yönetiminin Ukrayna’da işlediği ağır suçu komşusu olan başka ülkelere karşı işlemeye cesaret edememesini sağlamak için mücadele etmek olmazsa olmaz bir gerekliliktir.” Kendine sosyalist diyen birisinin açıkça ABD emperyalizmini daha savaşkan bir tutuma çağıran, her şeyden önce emekçi kitleleri vuran yaptırımlara hiçbir kayıt koymaksızın peşinen açık çek veren yaklaşımı ibretliktir.
Şimdi bu görüş çizgisinin temel bir argümanı olarak, ABD ve İngiliz emperyalizminin, NATO’nun, bu savaşın bir parçası olmadığı ya da doğrudan bir parçası olmadığı, olsa bile bu dahlin ancak ikincil bir faktör olduğu yönündeki savı ele alalım. Bu açık bir yalandır. NATO’nun resmi prosedürleri çerçevesinde Rusya’ya karşı savaş ilan etmemesi, resmi sıfatları içinde NATO birliklerinin savaş alanı içinde yer almaması onun bu savaşın bir parçası olmadığı anlamına gelmez. Öncelikle aralarında NATO ülkelerinin ağırlıkta olduğu çok sayıda ülke Ukrayna’ya silah akıtıyor. Dahası savaşın uzamasıyla birlikte açığa çıkanlar gösteriyor ki Ukrayna’da çok sayıda kritik Batılı askeri personel çeşitli kılıklar altında görev almaktadır. Bunlar arasında general seviyesinde unsurların olduğu açığa çıkmış bulunuyor. Çoğu kendisini güya ordudan ayrılmış ya da emekli olmuş askeri personel olarak takdim ediyor. Elbette bunun ucuz bir yalan olduğunun herkes farkında. Hatta bizzat Batı medyasında bu konuda birçok ifşanın yapılması aslında Batı toplumlarını devletlerinin bu savaşa daha açıktan ve resmen dâhil olması fikrine ısındırma maksadı taşıyor denebilir. Zira tüm propagandaya rağmen genel olarak Batı toplumları devletlerinin bu savaşa aktif biçimde dâhil olmasını istemiyor. Yapılan kamuoyu yoklamaları bunu açıkça gösteriyor.
Öte yandan savaş süreci içinde en az iki kez Ukraynalı egemenler bazı tavizler vererek Rusya’yla anlaşmaya yaklaştıkları halde, bu girişimleri derhal ABD ve İngiliz emperyalizmi tarafından bertaraf edildi. Mart ayında Türkiye’de gerçekleştirilen barış görüşmelerine böylesi bir eğilimle gidildiği ve görüşmelerde tarafların anlaşmaya çok yaklaştığı biliniyor. Ancak hemen sonrasında, ABD ve İngiltere’nin bastırmasıyla, Ukrayna’daki iktidar karar değiştirdi ve gerekirse uzun sürecek bir savaşa devam etme yoluna girdi. Benzer bir gelişme tekrar Haziranda yaşandı. 16 Haziranda Almanya, Fransa ve İtalya liderleri Kiev’i ziyaret ettiler ve orada bir an önce ateşkes yapılması ve diplomatik çözüm için baskı yaptılar. Baskının etkili olduğu hem Avrupa medyasındaki haberlerden anlaşılıyordu, hem de ertesi gün Boris Johnson’ın apar topar Kiev’e gitmesinden. Johnson’ın Kiev’e önerdiği plan bir gün sonra The Times gazetesinde kendi ağzından açıklandı: Dört aşamalı bir plan çerçevesinde, Ukrayna’nın “aylarca ve yıllarca sürecek” bir savaş için hazırlanması ve desteklenmesi.
Aslında bunlara daha savaş başlamadan önceki günlerde yaşanan manidar olayı eklemek yerinde olur: “19 Şubat 2022: Rusya ile Ukrayna arasında olası bir savaşı durdurmak için iki ülkenin de liderleriyle görüşen Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un, «Sn. Zelenski, NATO’ya katılma ısrarından vazgeçin, Batı ile Rusya arasında tarafsız kalacağınızı ilan edin, biz de Putin ve Biden ile birlikte Ukrayna’nın güvenliğini garanti eden bir anlaşma imzalayalım» teklifine, Zelenski, «Putin’e güvenilmeyeceği ve Ukraynalıların büyük kısmının NATO’ya katılma isteklisi olduğu» gerekçesiyle «hayır» dedi.” (Akdoğan Özkan, T24, 25 Nisan 2022)
Bu olgular ve başka birçok gösterge ABD (ve İngiliz) emperyalizminin bizim Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz süreci başlatmasının genel mantığına tümüyle uyumlu biçimde savaşı kasıtlı olarak uzatmak istediklerini ortaya koyuyor. Onlar için Ukrayna’nın ne istediğinin, Ukrayna halkının çektiklerinin bir önemi yok ve savaşın gidişatına işgale uğramış Ukraynalılar değil onlar karar veriyorlar. Onlar Rusya’yı tümüyle takatsiz bırakarak emperyalist savaşta tümüyle pes ettirmek istiyorlar. Bunun daha ötede Çin’i saf dışı etmeyi hedefleyen daha büyük stratejinin bir parçasını oluşturduğu sır değil. Son günlerde patlak veren Tayvan ihtilafı bunu kör gözlere bile gösteriyor. Dahası ABD-İngiltere emperyalist ittifakı bu stratejiyi sadece Rusya ve Çin’i saf dışı etmek için değil, aynı zamanda Almanya’yı dizginlemek için de yürütüyor.
Evet, savaşın Ukrayna perdesinde başlatan taraf Rus emperyalizmidir, bu doğru. Ve eklemek gerekirse, Ukrayna özelinde Rus emperyalizminin bu saldırganlığına karşı net bir duruş sergilemek, Rusya’nın Ukrayna’dan elini çekmesini talep etmek, bu doğrultuda mücadele etmek olmazsa olmazdır. Ne var ki olayı bundan ibaretmiş gibi görmek ve alınacak tutumu bununla sınırlandırmak en hafif ifadeyle bile vahim derecede eksik olacaktır. Savaşın Ukrayna perdesinde saldıran tarafın Rusya olması Üçüncü Dünya Savaşının başlatıcısının, saldırgan tarafının ve savaş sürecinin neredeyse tüm perdelerinde saldıran tarafının ABD emperyalizmi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Başta silahlanma harcamaları olmak üzere askeri harcamaların düzeyi ve dünya üzerinde kurulan askeri üslerin sayısı, coğrafi dağılımı vs. açısından bakıldığında da bunu anlamak zor değildir. Tek başına ABD’nin askeri harcamalarının kendisinden sonraki 9 ülkenin harcamalarının toplamından fazla olması, gezegenin dört bir köşesinde başka ülkelerin topraklarına yerleştirilmiş 750 askeri üs ve 200 bin asker nasıl anlamlandırılabilir? Bunların zikredilmesi “her taşın altından mutlaka ABD çıkar” yüzeyselliği değildir. Yukarıda birkaç yönünü ve örneğini sergilediğimiz üzere Ukrayna örneğinde ABD ve İngiliz emperyalizmlerinin büyük rolü her yönden ortadadır.
Şimdi bu gerçeklikler karşısında ileri sürülen çarpıtma argümanlarının ne denli incelikli olabildiğine dair örnek vermenin yeridir. İlericilik, demokratlık, solculuk adına deniyor ki, evet bu savaşta emperyalist çekişmelerin rolü vardır, ama bu “conflict”tir [“çatışma/çekişme/ihtilaf], oysa Ukrayna’da olan “savaş”tır. Burada Rusya elde silah işgalci bir güç olarak Ukrayna’ya dalmıştır ve Ukrayna da kendini savunmaktadır, dolayısıyla bir emperyalist gücün zayıf bir ülkeye “savaş” açması, onu işgal etmesi durumu vardır, diğer boyut ise savaş değil çekişmedir. Bu durumda savaş karşıtı tutumun konusu Ukrayna’ya Rus saldırganlığıdır, Rus ve Amerikan (Batı) emperyalizmleri arasındaki “çekişme” değil! Saf demagojinin, lafebeliğinin hokkabazca bir örneği değil midir bu?
Bu tür tutumlar nedeniyle patlak veren tartışmalarda ilgili tutum sahiplerinin Rusya’nın yenilgisinin barış davasının daha çok yararına olacağını savundukları da görülüyor. Dünyada savaşçı eğilimlerin darbe alacağı, geriletileceği, NATO’nun yayılma heveslerinin gerekçe üretme bakımından zora gireceği vb. söyleniyor. Buna mukabil Rusya başarılı olursa ABD’nin de benzer saldırılar ve “kolonyalist” bir gündem peşinde koşmak için cesaretleneceği ileri sürülüyor… Bize göre bunlar da demagojinin başka bir örneğidir. Bu savaşta Ukraynalı emekçilerin bağımsız bir direniş hareketinin hegemonyası ve zaferi olmadıkça, ya da Rusya’da emekçilerin yükselteceği savaş karşıtı bir hareketin Rus egemenler için felçleştirici etkisi olmadıkça, hangi taraf zafer kazanırsa kazansın sonuç dünyada zaten işlemekte olan savaş sürecinin, bununla bağlantılı militarizm eğiliminin güçlenerek devam etmesidir. Biz enternasyonalist komünistler bu savaşta dediğimiz tarzda bir emekçi zaferinden yana oluruz.[2] Bu yüzden de savaşın ilk günlerinde sitemizde yayınladığımız ve tutumumuzu ortaya koyan daha ilk belgemizde “Emperyalist Savaşa Hayır! Rusya ve NATO Elini Ukrayna’dan Çek!” (bkz. Ukrayna’da Emperyalist Savaşa Hayır!) diyerek sadece Rusya’nın değil her iki emperyalist kampın da Ukrayna’dan ellerini çekmesi şiarını yükselttik. Ve bu halen geçerli ve doğru olandır!
Bugün ne yazık ki Ukrayna işçi sınıfının bağımsız bir örgütlülüğü ve direniş hareketi bulunmamaktadır. İşgale karşı direniş hareketi, içinde Batılı gizli servisler tarafından eğitilip yetiştirilmiş ve ciddi bir ağırlık oluşturan faşist güçleri de barındıran, tümüyle burjuva milliyetçisi bir harekettir. Uluslararası sol medyada kimisi direnişte yer aldığını söyleyen “Ukraynalı sosyalistlerin” görüşleri olarak aktarılanlar çoğunlukla Zelenski ve şürekâsının, Batılı emperyalistlerin ve NATO’cuların pozisyonlarını “içeriden ses” cilasıyla destekleme, güzelleme niteliğindedir ve esasen dünyadaki sosyalistlerin ve genel ilerici kamuoyunun kanaatlerini emperyalist kamplardan biri lehine oluşturmayı hedeflemektedir. Elbette dünya sosyalist hareketi içinde Rus emperyalizminin yaptıklarını görmeye pek yatkın olmayan geniş bir kesim var ve bunlar diğer yanlış uçta duruyorlar. Bunun değişmesi her iyi niyetli sosyalistin isteğidir. Ancak bunun çaresi Ukraynalı oligarkların, Zelenski iktidarının savunulması, ABD-İngiliz emperyalizminin ve onların yetiştirmesi Ukrayna faşizminin hasıraltı edilmesi, onların aklanması, onlara hayırhah yaklaşılması değildir.
[1] Bkz. “Ukrayna’da Emperyalist Savaşa Hayır!”, “Ukrayna’da Emperyalist Savaş ve Büyük Rus Şovenizmi” (Hakan Sönmez), “Bir Emperyalist Güç Olarak Rusya ve Özgünlükleri” (İlkay Meriç)
[2] Bu noktada Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşında Almanya’nın Belçika’yı işgali nedeniyle gündeme gelen tartışmayı hatırlatan Elif Çağlı’dan bir alıntı yapabiliriz: “Bir işgal ya da toprak ilhakı gerçekleşti diye, Belçika gibi bir ülkede, onca yıldır proletaryanın düşmanı olan burjuvazi gerici bir sınıf olmaktan çıkıp görece «ilerici» bir konum kazanacak değildi. Bu nedenle, kapitalist ülkelerde ortaya çıkabilecek bu türden «ulusal sorun»lar karşısında komünistlerin görevi, ulusların kaderini tayin hakkını tıpkı Paris Komünü örneğinde olduğu gibi savunmak, yani bu tür sorunların çözümünü doğrudan proleter devrime bağlamaktır. Dolayısıyla, kapitalist bir ülkenin işgale uğraması veya bir toprak ilhakının gerçekleşmesi, proletaryanın önüne devrimci hegemonyasını savaş koşullarında kurabilmesi görevini çıkartır. Yani proletarya, emekçi kitleleri ulusal bir başkaldırıya iten böyle bir ortamdan yararlanabilmeli, «yurt savunması» diyerek ayağa kalkan kitlelerin önderliğini ele geçirebilmeli ve böylece onları toplumsal devrime yöneltmelidir.” (Kolonyalizmden Emperyalizme)
link: Levent Toprak, Ukrayna Savaşı: Bir Yanlış Tutumun Eleştirisi, 10 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7748
Yalanın Yalanı ve Sahibini Bekleyen Doğrular
Üniversitelerde “Güvenlik ve Barınma Tedbirleri”