Kapitalizmin tarihsel krizinin gençlik üzerinde doğrudan ve dolaylı birçok etkisi bulunuyor. Sistemin bu kriz vesilesiyle adeta her gün teyit edilen çıkışsızlığı gençliğin de önündeki bir çıkışsızlık biçiminde kendisini gösteriyor. Dünya medyasında birçok kez dile getirildiği gibi modern tarihte ilk kez gençler ebeveynlerinden daha kötü şartlarda yaşıyorlar, daha yoksul, daha güvencesiz, daha geleceksiz bir konumdalar. Bu, kapitalizmin gelişme tarihinde, özellikle işçi sınıfının mücadele sahnesine çıkmasından sonra görülmüş bir şey değildir. Üstelik bu durum, günümüz gençlerinin özellikle yeni teknolojik dönüşümler temelinde emsalsiz beceriler ve üstünlükler taşıdıklarına dair övgüler temelinde yürütülen ışıltılı propagandaya rağmen gözlerden saklanamıyor.
Ancak bu propagandanın gençlere sahte bir kuşak kimliği vermek bakımından işlemediği söylenemez. Kapitalist düzenin ideologları sistemin temelindeki sınıfsal bölünmüşlükle ilgili sorunları kuşak sorunları gibi ifade ediyor, sınıflar arası bir sorun değil de kuşaklar arası sorunlar varmış gibi bir söylem oturtmaya çalışıyorlar. Birbiri ardına yeni harflerle tanımlanan X, Y, Z kuşakları, İkinci Dünya Savaşı sonrası “bebek patlaması” kuşağı (“Baby Boomers”) gibi nitelemelerle sistemin sorunlarının kuşak sorunları gibi görülmesinin yolunu döşüyorlar. Öyle ki, örneğin yeni kuşakları birçok sosyal haktan mahrum eden bizzat sistem olduğu halde, bunun sorumlusunun savaş sonrası kuşağın yararlandığı sosyal haklar olduğunu ve şimdiki kuşakların bu eski kuşakların “sefasının” ceremesini çektiğini dahi iddia edebiliyorlar. Eski kuşaklar har vurup harman savurdukları, hovardalık ettikleri için, kamu kaynaklarını fazla tükettiler, şimdiki kuşaklar için kaynak kalmadı demeye getiriyorlar. Son 20-30 yılda birbiri ardında sayısız ülkede emekliliği hak etme yaşının yükseltilmesinin, koşullarının ağırlaştırılmasının, emeklilik maaşlarının düşürülmesinin, çalışma, öğrenim, barınma vb. sosyal hakların tırpanlanmasının ideolojik gerekçesi olarak ortaya sürülüyor bu tür argümanlar.
İşsizlik, güvencesizlik, yoksulluk, geleceksizlik gibi sorunlar yetmezmiş gibi, gitgide ağırlaşan ve daha vahim sonuçları önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak olan ekolojik kriz var. Bunun, şimdinin gençlerini ve çocuklarını çok daha doğrudan ilgilendirdiğini özel olarak belirtmeye gerek yok. Nitekim son yıllarda yapılan kamuoyu anketlerinin hemen tamamı bu konuda en duyarlı kesimlerin gençler olduğunu gösterdiği gibi, küresel ölçekte gerçekleştirilen iklim eylemlerinde asıl olarak gençlerin aktif olduğu ortada.
Gençleri doğrudan ilgilendiren sayısız başka sorun bir yana, sadece bu hayati nitelikteki birkaç sorun açısından bakıldığında bile, egemenlerin “gençler gelecektir” şeklindeki klişelerle ifade edilen pohpohlayıcı yaklaşımlarının tam bir aldatmaca olduğu teşhir oluyor. Gerçek şu ki, eğer bunamış kapitalizmin daha fazla yaşamasına izin verilirse, gençler için gelecek diye bir şey görünmüyor. Tarihsel krizi içindeki günümüz kapitalizminin gençlere gerçek anlamda vaat ettiği şey, ekonomik sorunların yanı sıra bitmeyen savaşların ve gitgide sıklaşan büyük afetlerin yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşmek ya da sefalet içinde yaşayarak yaşlanmaya bile fırsat bulamamaktır. Bir başka ifadeyle, kapitalizm gençliğe beşeri anlamda da ekolojik anlamda da bir gelecek sunmuyor.
İşsiz bir “gelecek”
Genç işsizliğinin daha önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak ölçüde yüksek oranlara çıktığı, diplomalar arttığı halde işsizliğin azalmadığı, borçların dağ gibi yükseldiği, geleceğin rehin alındığı, güvencesizliğin kol gezdiği bir gençlik için sistemin bir çıkış sunduğundan söz edilebilir mi? Bir yönüyle dünyanın ekonomik olarak en iyi durumdaki ülkeleri sayılabilecek olan OECD ülkelerinde bile, genç işsizliği ortalama yüzde 18’le bir zirve noktasına ulaşmış durumda. Bu, resmi rakamlarla bile her 5 gençten birinin işsiz olduğu anlamına geliyor. Çalışanların da önemlice bir bölümünün istikrarlı ve düzenli bir iş sahibi olmayıp, güvencesiz geçici işlerde çalıştığı hesaba katıldığında tablonun çok daha vahim olduğunu uzun boylu anlatmaya hacet yoktur. Öte yandan dünya genelinde ise ILO’nun 2020 raporuna göre ne işte ne öğrenim ya da eğitimde bulunan 267 milyon genç bulunmaktadır. Bu sayı yaklaşık olarak yüzde 20’ye tekabül ediyor. Yani dünya çapında her 5 gençten biri ne çalışıyor ne de eğitim ya da öğrenim görüyor.[1]
Kapitalist sistemin çeşitli kollardan işleyen ideolojik propaganda makinesinin bu önemli konuda verdiği ağırlıklı mesaj, bu durumun geçici olduğu, pandemi ve ekonomik kriz geride bırakıldığında işlerin rayına oturacağı şeklindedir. Ancak artık bazı burjuva uzmanların bile dikkat çekmek zorunda kaldıkları üzere, pandemi geçse ve ekonomik kriz akut haliyle yatışsa bile işlerin asla eskisi gibi olmayacağını vurgulamak gerekiyor. Uzun zamandır üzerinde durduğumuz gibi, günümüzde yaşanan, kapitalizmin sıradan çevrimsel krizlerinden çok daha fazlasıdır. Dahası, günümüzde yaşanan, kapitalizmin tarihinde birkaç kez gerçekleşmiş kapsamlı teknolojik dönüşümlerin sancılı süreçlerinden de öte bir durumdur. Bu, kapitalizmin tarihsel anlamda bir tıkanma noktasına gelmesidir.
Sıklaşan ve şiddeti artan ekonomik krizler; trilyonlarca doların boca edildiği olağanüstü kurtarma operasyonları ve devlet müdahalelerine rağmen kapitalist ekonominin bir türlü canlı bir toparlanmaya geçemeyişi; şirketlerin, devletlerin ve hanelerin borçlarının görülmemiş seviyelere çıkması; görülmemiş boyutlardaki genç işsizliği; sıklaşan afetlerle de etkisi gitgide daha ağır biçimde hissedilen ekolojik kriz; görülmemiş boyutlardaki uluslararası kitlesel insan göçü vb. hepsi, farklı bir tarihsel dönemde olduğumuzu bize söylüyor. Bu insanlık açısından bir darboğaz halidir ve bu darboğazdan kapitalist sistemin temelleri korunarak selamete çıkılması mümkün değildir.
İşsizlik probleminin, özellikle de genç işsizliği probleminin pandemi ve mevcut ekonomik krizin atlatılmasıyla hallolacağı düşüncesinin doğru olmadığını biz Marksistler söylediğimizde belki ideolojik önyargı denebilir, ama artık sayısı artan bazı burjuva iktisatçılar ya da uzmanlar da bu gerçeğin farkında. Örneğin “stratejik yönetim danışmanı” sıfatıyla yazan bir uzman bunu açıkça dile getiriyor: “Pandeminin işsizliği arttırdığı düşünülüyor; oysa tüm dünyayı sarsan bir salgın yaşanmamış olsa da artan otomasyonla küresel işsizlik artacaktı.”[2] Buradaki otomasyon konusu tam da işin bamteliyle alâkalı. Marksizmin elifbası niteliğindeki belirlemelerden biri olan, sermayenin organik bileşiminin uzun erimde kaçınılmaz yükselmesi eğilimini dillendirmiş oluyor yazar. Yani içsel eğilim olarak üretici güçleri sürekli geliştirmekten kendini alamayan kapitalizm, her adımda canlı emeğin yerine ölü emeği koyar. Ama canlı emeğin üretim sürecinden gitgide daha fazla bertaraf edilmesi aynı zamanda artı-değerin bu biricik kaynağının da bertaraf edilmesi anlamına gelmekte ve kapitalist üretimin amacını baltalamaktadır. Uzun erimde bu, sistemin tarihsel olarak tıkanması anlamına gelir…
Bu eğilimin aynı zamanda işsizliğin büyümesi ve kalıcılaşması şeklinde bir sonucunun olacağı da elbette açıktır. Bu genel çözümlemelerin az çok farkında olan burjuva uzmanlar, özellikle gençlere hitap ederek, teknolojik yenilenmeden korkulmaması gerektiğini telkin ediyorlar. Kapitalizmin tarihinde bu tür kapsamlı teknolojik dönüşümlerin geçici olarak işsizlik sorunlarını arttırabildiğini ama sonrasında hep yeni ve daha verimli, bol işli dönemlerin açıldığını anlatıyorlar. Özetle birçok iş ve meslek ortadan kalksa da endişeye mahal yoktur! Ancak, sayısı az olmakla birlikte, günümüz kapitalizmi açısından bunun artık pek geçerli olmadığını itiraf etmek zorunda kalanlar var. Nitekim yukarıda sözlerini aktardığımız uzman, dünya çapında tanınan bir burjuva iktisatçı olan Daron Acemoğlu’ndan şunları aktarıyor:
“İkinci Dünya Savaşından sonraki 40 sene içinde ABD ekonomisinde işgücüne olan talep hızlı ve düzgün bir şekilde arttı. Bu dönemde üretim oldukça yeni işlere olan talep de yüksekti. Bu nedenle işgücüne olan talep azalmadı. 40 sene içinde ücret artışı devam etti. Son 30 senede ise otomasyon hızlı ilerliyor. İnsana talebi arttıran yeni işlerde büyük bir düşüş yaşanıyor. 30 sene içinde işgücüne olan harcamaların artışı azalıyor. 1999’dan bugüne neredeyse büyüme duruyor. GSMH içinde işgücüne giden pay gittikçe azalıyor. Robot kullanan şirketler üretkenliklerini, satışlarını sağlıklı bir şekilde arttırıyor. ABD’de daha çok robot kullanılan bölgelerde istihdam ve ücretler düşüyor. Teknoloji ekonomiyi büyütüyor ama herkese büyüme getirmiyor. Otomasyon hızlı gidiyor, yeni işleri üreten işlerde bir düşüş yaşanıyor.”
Bu satırları yorumlayan yazar şunları söylüyor: “Yani gittikçe daha az insan çalışıyor, üretkenlik ve kârlar artarken bile ücretler düşüyor. Bu yeni otomasyon dalgasının geçmişten farklı şekilde işleyebileceği görülüyor ve makinelerin çoğu zaman insanlara özel olmayan bilişsel yeteneklere sahip olmasından dolayı çok daha büyük bir sosyal ve ekonomik bozulmanın ortaya çıkacağı öne sürülüyor. [abç] Oxford Üniversitesi araştırmacıları da ABD’deki işlerin yüzde 47’sinin önümüzdeki yirmi yıl içinde otomatik hale getirilebileceğini tahmin ediyor. Ve bu sayının yarısının bile gerçek olması çalışanlar için tehdidi büyütüyor.” Yazar burjuva iktisatçılar arasındaki duruma da değiniyor bir cümleyle: “Farklı iktisatçılar arasındaki fikir birliği, bu gelişmelerin ekonomi üzerinde küçük veya geçici bir etkisinin olacağı yönündeydi. Şimdi onlar da o kadar emin değiller.”
Görüldüğü gibi çeşitli burjuva uzman ve iktisatçılar bu seferki krizin ve teknolojik dönüşüm dalgasının geçmiştekilerden farklı olduğunu vurguluyorlar. Söz konusu uzmanların bu duruma nasıl adapte olunabileceği ya da neler yapmak gerektiği konusunda ileri sürdükleri uyduruk “çözüm” önerileri üzerinde durmanın gereği bulunmuyor. Bu tür uzmanlar bir yandan burjuvaziyi uyarmaya çalışırken diğer yandan “gerekirse otomasyonu yavaşlatalım” demeye kadar gülünçleşebiliyorlar: “Genelde ekonomik kalkınmadan kaybedenlere ne olacağını düşünmeden şirketlerin çoğu para kazanmaya her şeyden çok önem veriyor ve çoğu hükümet de ülkenin toplam üretimini arttırmaya odaklanıyor. Varlık yaratmak önemli bir hedef ancak yüz binlerin işsiz kalması hatta on binlerin işsiz kalması da kabul edilebilir bir yan etki olmamalı. Eğer gerekiyorsa işçilerin ayak uydurabilmesi için teknolojilerin kullanıma geçirilmesi yavaşlatılmalı. Yöneticiler ve bakanlar IV. Sanayi Devriminin kansız olmasından emin olmak için çalışmalarının kendi ruh sağlıkları için iyi olabileceğini belki fark eder.”[3]
Teknoloji konusu günümüz gençleri bakımından özellikle önem taşıyan bir konu. Günümüzde tüm üretim süreçlerini ve gündelik hayatı hızla ve köklü biçimde değiştirmekte olan bilişim/otomasyon teknolojileri gençler için eski kuşaklara nazaran açık bir üstünlük alanı oluşturuyor. Hatta “tarihte ilk kez çocuklar ana babalarına öğretiyor” şeklinde bazı değerlendirmeler yapılıyor. Aynı zamanda bir ideolojik propaganda yönü de taşıyan gençler ve teknoloji ilişkisi güzellemelerine dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Teknoloji üzerinden pohpohlanan gençlere sahte bir kuşak gururu ve kimliği verilerek, işçi sınıfı içinde kuşak temelli yapay bir bölünme yaratılmaya çalışılmasına asla göz yumulmamalı. Unutulmamalı ki teknolojiyle gözleri boyanan, gururları okşanan gençler, tam da o aynı teknoloji bahane edilerek, yüksek işsizlik düzeylerine, düşük ücretlere, güvencesiz çalışmaya mahkûm ediliyorlar. Ne yaman çelişki!
Teknolojik gelişme, ya da daha geniş biçimde ifade edecek olursak üretici güçlerin gelişmesi, zorunlu çalışma zamanını kısaltıp, insani varlığımızı geliştirerek zenginleştirmemize olanak sağlayacak serbest zamanı arttırmak yerine daha çok çalışma, daha az serbest zaman, daha çok işsizlik anlamına geliyorsa bunun tek sorumlusu kapitalizmdir. Teknolojinin nimetlerinden gerçek anlamda yararlanmak ve aynı zamanda onun kimi olumsuz biçimlerinden de arınmak için gereken tek şey kapitalizme ve onunla birlikte sınıflara son verip yeni bir dünya kurmaktır. Bugün üretici güçler o denli gelişmiştir ki, dünya üzerindeki tüm çalışabilir nüfusun günde sadece birkaç saatlik çalışmasıyla mevcut refah düzeyinin ötesine geçilebileceği hesaplanmaktadır. Gereken tek şey üretici güçler üzerindeki kapitalist özel mülkiyetin deli gömleğini yırtıp atmak ve üretimi kolektivist temellerde demokratik biçimde planlamaktır. Böylesi bir dünya gençlerin özlemlerinin gerçekleşebileceği tek yoldur.
Türkiye’de durum
Genç işsizliği sorunu Türkiye’de daha yıkıcı biçimde tezahür ediyor. Sistemin propaganda ettiği renkli hayat imgesiyle gençlerin fiili gerçekliği arasındaki uçurum gitgide daha çarpıcı bir hal alıyor. Geçtiğimiz aylarda üniversite sınav sonuçlarının açıklanmasıyla ortalığı saran özel üniversite reklâmları vesilesiyle bu durum bir kez daha kendini gösterdi. Bu reklâmlarda bir yandan gençleri nasıl zorlu bir geleceğin beklediğinden dem vurulurken bir yandan da o aynı geleceğin çok ışıltılı olacağı (“bizi seçersen”) anlatılıyor özetle. Yüksek sosyal statüye kavuşarak, geride kalan “güruhun” üzerine çıkacak üstün insanların yüzündeki memnun gülümseme tüm bu reklâmlarda kol geziyor. Elif Çağlı bu durumun genel yanına yıllar önce dikkat çekmişti: “Kapitalist toplumun varlığını sürdürmesi için çırpınan burjuva ideolojisi, genç insanları avlamak maksadıyla «iyi bir eğitim, iyi bir gelecek!» benzeri sahte mutluluk vaatlerinde bulunmaktadır. Eğitimli gencin kendi bireysel başarısının peşinde koşması halinde, toplumda keyif verici bir pozisyona ulaşabileceği öğütleniyor. Oysa kapitalizmin karakterini bilimsel olarak çözümleyen ve teşhir eden Marksizmin göstermiş olduğu gibi, gerçekler bu tür «parlak» vaatlerle hiç mi hiç uyuşmuyor.”[4] Nitekim sistem gençlere bol diploma ve renkli sertifikalar veriyor ama artık o kadar bol iş vermiyor, aksine diplomalı işsizlik inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Elinde bol diplomasıyla, “ev genci” vasfının layık görüldüğü, evde boş oturan gençlerin sayısı büyük hızla artıyor. Hayatlarının en verimli, en canlı döneminde evde pinekleyen bir gençlik manzarası tüm iç karartıcılığıyla toplumun üzerine çöküyor.
İşsizlik bağlamında Türkiye’de gençliğin güncel durumunun ne denli içler acısı olduğuna dair kısa bir özet yapabiliriz. 2021 Temmuz ayı itibariyle 15-24 yaş grubu gençler arasında geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 45 dolayında. Genç kadınlarda bu oran yüzde 55’e çıkıyor. Ulusal ve uluslararası farklı kurumların verilerini birleştiren DİSK-AR’ın Temmuz 2021 tarihli raporuna göre, üniversite mezunu gençlerin yüzde 40’ı işsiz. Sadece 2020 yılı içinde 1 milyondan fazla genç ümidini kaybederek iş aramaktan vazgeçmiş. Öte yandan 1,3 milyon genç de kayıt dışı çalıştırılıyor ki, bu her 10 gençten 4’ünün güvencesiz çalıştığı anlamına geliyor. Bu denli işsizlik ve güvencesizliğin olduğu yerde elbette genç yoksulluğu da önemli boyutlarda. Verilere göre gençler arasında yoksulluk sınırının altında olanların oranı yüzde 20.
Diğer taraftan eğitim çeşitli biçimlerde gitgide daha paralı hale geliyor ve sınavlarla bezeli engelli koşuyu tamamlayıp mezun olan gençler sadece ellerine diplomalarını almıyorlar, çok geçmeden borç tebligatları da kapılarına dayanıyor. Genç İşsizler Platformunun Twitter’da kullandığı hashtag’in #MezunİşsizBorçlu olması deyim yerindeyse hedefi tam kalbinden vurmaktadır. Bu üçlü betimleme günümüz gençlerinin önemli bir bölümünün gerçek durumunu resmetmektedir. Yüz binlerce üniversite mezunu genç hem işsiz hem de borçludur, hatta bunların giderek artan sayıda bir bölümü birden fazla diplomaya sahip durumdadır. Bu durum yukarıda genel bağlamda ele aldığımız teknolojik gelişme ve kapitalist ekonominin gidişatı bakımından özellikle dikkat çekicidir.
Türkiye’deki aile yapısını ve bununla bağlantılı ağır basan sosyo-kültürel eğilimleri sonuna kadar istismar eden kapitalist eğitim sektörü, özellikle özel üniversiteler aracılığıyla, ailelerin sınırlı maddi olanaklarını gasp ederek ve ayrıcalıklı devlet destekleriyle başlı başına bir ekonomi yaratmış durumdadır. Yapılan propagandayla gençlere ve ailelerine, yeni ve zorlu dünyada sürekli olarak yeni vasıflar edinmenin zorunlu olduğu düşüncesi empoze edilmektedir. Aslında eğitim bir yana bu söylem genel bir hal almıştır: “Üst kuşağın sanal dünyaya kaygılı yaklaşımı yakın geleceği okuyamamak olarak da düşünülebilir. Dünyanın daha hızlı döndüğü bir zamanda yüz yüze öğrenmeye, dokunarak çalışmaya vakit yetmeyecektir. İşini ve mesleğini teknolojiye/yapay zekâya kaptıran meslek grupları ortadan kalkarken «mobil yakalılar kavramı» gün geçtikçe yaygınlaşıyor.”[5] “Teknoloji yöneticisi” sıfatıyla konuşan bir başka “uzman” şöyle diyor: “Bedensel işgücüne duyulan ihtiyacın çok büyük oranda azalacağı, kendini yenilemeyen işçilerin yavaşça seleksiyona uğrayacağı bir iş dünyası, şüphesiz ki Türkiye’deki işsizliği daha da fazla arttıracaktır. Akıllanmayanın [akıllı teknolojiler kast ediliyor] rekabet edemeyeceği bir iş dünyası geliyor…”[6]
Bütün bu boğucu telkinlerle, teknolojik gelişme karşısında naçar, vasıf üstüne vasıf ekleyerek acımasız rekabet ortamında ayakta kalmaya çalışmaktan başka yapacak şey olmadığı söyleniyor gençlere. Onların, “teknolojik gelişme neden daha çok işsizliğe yol açmak zorunda olsun” ya da “neden hayatı kolaylaştırması gereken teknoloji, bitmek bilmez bir rekabet cenderesi halini alsın ve hayatı zindan eden bir ömür törpüsü olsun” gibi soruları akıllarına getirmeleri önlenmek isteniyor. Oysa bugün yeni diplomalar, yeni kurslar, yeni sertifikalar peşinde kendilerini serseme çevirme eğiliminde olan gençlerin önlerinde duran asıl sorular bunlar olmalıdır.
“İş beğenmeme” meselesi…
İktidar çevrelerinin işsizlik sorununu örtbas etmek, küçümsemek ve işsizleri, özellikle de işsiz gençleri suçlu göstermek için sıkça kullandıkları savlardan birisi işsizlerin “iş beğenmedikleri”dir. Gençlerden yana şikâyetleri olan yetişkinler de bu hoşnutsuzluklarını dışavurmanın bir aracı olarak bu sava itibar edebiliyorlar. İşin doğrusu bu “iş beğenmeme” meselesi karışık ve çok yönlü bir meseledir. Günümüzde gençlerin önemlice bir bölümünün zorluklar karşısında çabuk yılma, fedakârlıktan kaçınma, sebat ve metanetten eski kuşaklara göre daha uzak olma gibi olumsuz bazı yönleri olduğu inkâr edilemez. Bu noktayı göz ardı edemeyiz. Ancak bu konuda da önemli olan, sorunun gençlerden kaynaklanmadığını görmektir öncelikle. Bu gençler kapitalizmin neoliberal azgınlık döneminde her şeyin iğdiş edildiği bir ortamda yetiştirildiler. Bozulan eğitim sistemleri, tahrip edilen kentsel yaşam alanları, her düzeyde artan toplumsal atomizasyon ve yozlaşma içinde büyüyüp şekillenen genç kuşakların sorunsuz olması beklenebilir mi? Ve bu ortamın sorumlusu gençler midir? Bu soruların yanıtı elbette olumsuzdur.
“İş beğenmeme” meselesine dönecek olursak. Bu durumların bir bölümü her ne kadar yukarıda gençlere ilişkin bahsedilen sorunlu noktalardan kaynaklanabiliyorsa da, önemlice bir bölümü gençlere önerilen işlerin son derece olumsuz çalışma koşulları içermesinden doğuyor. Neoliberal azgınlık çağındaki sermayedarlar işçi hareketinin yüzyıldan uzun süren mücadelelerle kazandığı haklardan neredeyse tümüyle arındırılmış çalışma koşulları sunuyorlar gençlerin önüne. Özetle güvencesiz ve eğreti çalışmayı dayatıp, gençlerin patron kölesi olmayı sorgusuz sualsiz kabul etmelerini istiyorlar. Uzun saatler çalışma, az kazanç, emekliliğin hayal haline gelmesi, sağlık güvencesinin zayıflaması, tatil/izin haklarının zayıflaması, serbest zamanın neredeyse kaybolması, sosyalleşme olanaklarının yok edilmesi, sendikasızlık; uzun yıllara yayılan masraflı ve zahmetli eğitim-öğretim süreçleri sonunda elde edilen vasıfların hiçe indirgenmesi gibi şartlar doğal olarak gençlerin önemlice bir bölümünün iş bulmasını olumsuz yönde etkiliyor.
Öte yandan gençlerin hayattan beklentilerini aşağılama eğilimi de yaygın olarak görülüyor. Oysa toplumsal gelişmenin her yeni çağı kendi normalini yaratır. Nasıl eski kuşaklar kendilerinden önceki kuşaklara göre genelde daha müreffeh şartlarda yaşamayı doğal ve normal bir durum olarak algılıyor ve bunu hak olarak görüyorlardıysa, şimdiki gençler de gelinen çağın insanlığa genel olarak sunduğu refah çerçevesinin olanaklarını ölçü almaktadırlar. Şimdilerde Türkiye’de adeta bir sembol haline getirilen cep telefonu örneğinde olduğu gibi… Üretici güçlerin bugünkü gelişme aşamasında internetten ve mobil erişimden yoksun bir hayat tasarlamak güç ve gülünçtür. İnterneti ve mobil erişimi bir lüksmüş gibi emekçilerin ve gençlerin kafasına kakmaya çalışan zihniyet zavallıdır.
Ama elbette “iş beğenmeme” savının asıl önemli boyutu bunun bir yalanı örtmek için kullanılıyor oluşudur. Dikkat edilirse kimse beğenilmediği söylenen işlerin boşta kalıp kalmadığına dair bir veri koymuyor ortaya. Ama çok iyi biliyoruz ki, beğenilmediği söylenen işlere eninde sonunda birileri talip oluyor. Yani bu işler ilânihaye boş kalmıyor. Dolayısıyla sözde “iş beğenmeme” etmeninin mevcut işsizlik oranlarına anlamlı bir katkısından söz edilemez. “İş beğenmeme” gençlerin bir bölümünün bireyler olarak çalışmaya ve hayata bakışlarında bazı sorunlu yönlere belki işaret etse de, bu argüman, genel işsizlik oranları söz konusu olduğunda, bir aldatma, kafa karıştırma argümanıdır.
Yurtdışına gitmek
Türkiye’de gençler arasında son dönemlerde çareyi yurtdışına gitmede arama eğiliminde ciddi artış gözlemleniyor. Türkiye’de istediği gibi bir hayat ve çalışma ortamı bulamadığını ya da bulamayacağını düşünen gençlerin sayısında hızlı bir artış var. Burada “yurtdışı” ile kast edilenin esasen gelişmiş Batılı kapitalist ülkeler olduğunu belirtmeye gerek yok elbette. Nasıl tüm dünyada göç akımlarının ana doğrultusu bu coğrafyalar ise Türkiye’den göçmek isteyen gençler için de öyle.
Elbette gençler arasında Türkiye’den gitme isteğinin bu denli yaygınlaşmasında sadece ekonomik etmenler rol oynamıyor. Son yılları faşist bir rejime evrilen 20 yıllık AKP iktidarının ülkede yarattığı genel toplumsal, siyasal, kültürel, eğitimsel, hukuksal, kurumsal, çevresel tahribat ve bunun değiştirilemez gibi görünmesi gençlerde belli bir umutsuzluk ve çıkışsızlık hissine yol açıyor. Tüm bunların parçası olarak yolsuzluğun, rüşvetin, adam kayırmanın, liyakatsizliğin ayyuka çıktığı bir ülkede gençler gelecek umutlarını yitiriyorlar, bunalıyorlar. İşçi sınıfının genel örgütsüzlüğü ve baskıcı iktidara karşı özgürlükçü temellerde canlı bir siyasal muhalefet hareketinin eksikliği de, gençliğin bir politik uyanış yaşamasını zorlaştırıyor. Bu temel eksiklikler Gezi sürecinin demoralizasyonla sonuçlanmasını da beraberinde getirmişti. Bugün yurtdışına göçme eğiliminin bu denli yaygınlaşmasında, örgütsüzlükle karakterize olan Gezi’nin yenilgisinin de rol oynadığını belirtmekte beis yoktur.
Ancak sebepler ne olursa olsun, yurtdışına göçme özleminin büyük oranda boş beklenti ve hayallere dayandığını görmek ve ortaya koymak gerekiyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki refah düzeyinin genel olarak Türkiye’den daha yüksek olduğu doğrudur elbette. Ancak, başta anlattığımız gibi, bu ülkelerdeki gençler de sermayenin işçi sınıfına dönük ağır saldırılarından nasiplerini alıyorlar ve geçmiş kuşaklara göre çok sayıda kazanımlarını kaybetmiş durumdalar. İşsizlik, yoksulluk ve eşitsizlik bu ülkelerde de artıyor ve bu sorunlardan en çok muzdarip olanlar da gençler. Nitekim sermayenin yıllardır süren saldırılarının birikimi sonucu bu ülkelerdeki gençler 2000’li yıllardan bu yana tüm dünyada yankı uyandıran mücadeleler yükselttiler. Bu gençler tek gerçek çarenin bu düzene karşı mücadele etmek olduğunu anlıyorlar. Fransa’daki lise öğrencilerinin doğrudan sınıf sorunları temelinde verdiği mücadelelerden, ABD’deki Occupy Wall Street hareketine, İspanya’daki Öfkeliler hareketinden Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’daki iklim eylemlerine, ABD’deki siyah gençlerin isyanına kadar geniş bir hareketler dizisi kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı isyan bayrağını açtılar.[7] Bugün ABD gibi bir ülkede bile gençlerin önemli bir bölümünün kapitalizmin artık işlemediğini, sosyalizmin gerektiğini söylemeleri dikkat çekicidir.
Özetle, Türkiye’de çok sayıda gencin hayallerini süsleyen ileri kapitalist ülkelerde de parlak bir gelecek yok ve oralardaki gençler artan ölçüde kapitalizme karşı mücadele yoluna meylediyorlar. Elif Çağlı’nın da yıllar önce tespit ettiği gibi: “Emperyalist kapitalist sistem özellikle son dönemde içine girdiği sınır tanımaz sömürü ve saldırganlık hırsıyla, yüreğini ve beynini burjuva pazarda satılığa çıkarmamış tüm genç insanların öfkesini kabartmaya başlamıştır. Nitekim çeşitli ülkelerden yükselen ve tepkilerini anti-kapitalist gösterilerde, emperyalist savaş karşıtı mitinglerde ortaya koymaya çalışan gençlik kesimleri bu durumun somut göstergeleridir.”[8] O ülkelerdeki gençler henüz mücadelenin en tutarlı yolu olarak devrimci Marksizmi yeterince kucaklamış değiller belki, ama sosyalizm ve Marksizme yönelik ilginin güçlü biçimde artmakta olduğu da bir gerçek. “Gençlik dönemi heyecan, coşku ve duyarlılıkla yüklüdür. Kapitalizmin tarihi boyunca, dünyanın neresinde olursa olsun, devrimci mücadeleye katılan gençlik bu olumlu özelliklerini kavga alanına taşımıştır ve de taşıyacaktır. Gençliğin devrimci romantizmi, gözüpekliği ve fedakârlığı olmasaydı devrimin safları donuk ve kuru olurdu.” Bu nedenle, “işçi sınıfı gençliğinin, devrimci proletaryanın enternasyonalist komünist mücadele anlayışı ve sosyalizm inancıyla eğitilip, sınıf bilinciyle donatılması temel bir görevdir. Gerek işçi sınıfının gençliği gerekse yaşam ve mücadele anlayışını bu sınıfla birleştirmiş gençler doğru temellerde eğitilip örgütlendikleri takdirde eksiklerini kısa sürede kapatabilir ve mücadele saflarına gençliğin dinamizmini taşıyabilirler.” Bu doğrultuda gençlere seslenen Çağlı’nın çağrısıyla son noktayı koyalım: “Kapitalizmi aşarak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum yolunda ilerlemeye azimli devrimci proletaryanın tarihsel mücadelesi onlara sesleniyor: Marksizmle aydınlan! Örgütlü devrimci mücadeleyle kenetlen!”[9]
[1] https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---dgreports/---dcomm/---publ/documents/publication/wcms_737648.pdf
[2] Canan Duman, İşsiz bir geleceğe mi gidiyoruz? Teknoloji, işsizliğe çare olacak kadar yeni iş üretiyor mu?, Independent Türkçe, https://l24.im/SdnuQ
[3] Olesya Dmitracova, Otomasyon iş dünyasını yutarken emeğin kıymetini korumak için robotları kısıtlayacak mıyız?, Independent Türkçe, https://l24.im/wlCXeYt
[4] Elif Çağlı, Marksizm ve Gençlik (8 Mart 2004), marksist.com
[5] Zeynel Karataş, Endüstriyel kuşaklar ve akıllı toplum, Independent Türkçe, https://l24.im/IG8i4Lk
[6] age
[7] Bu ülkeler grubunun dışında da, Kuzey Afrika ülkelerinde ve Latin Amerika’da gençler son on yılda birçok kitle seferberliğine öncülük ettiler.
[8] Elif Çağlı, age
[9] Elif Çağlı, age
link: Levent Toprak, Gençliğin Çıkış Yolu Var, 14 Ekim 2021, https://marksist.net/node/7485
Gençliğin Öfkesi Büyüyor!
Doğanın mı, Doların mı Yeşili?