Ulusal sorun, varolduğu her yerde sol hareket açısından bir “turnusol kâğıdı” işlevi görmüştür ve bu özelliği halen devam etmektedir. Ulusal sorun konusunda yanlış bakış açısına sahip olan politik hareketlerin, işçi sınıfını ilgilendiren diğer önemli ve belirleyici meselelerde de çoğunlukla hatalı pozisyonlara düşmeleri, işçi sınıfının bağımsız siyasi çizgisinden sapmaları neredeyse bir kural haline gelmiştir.
Bu önemli özelliği nedeniyle, dünyanın neresinde olursa olsun, ulusal hareketlere yönelik doğru ve yanlış yaklaşımları ayırt etmek, net tutum almak Marksistler için zorunludur. Hele ki Türkiye gibi ulusal sorunu bizzat yaşayan ülkelerin Marksistleri açısından meselenin ciddiyeti iki kat artar. İşte bu sebeple, geçtiğimiz aylarda yaşanan kitle katliamıyla gündeme gelen Tamil ulusal sorunundaki gelişmeleri ve Tamil halkının özgürlük mücadelesinin tarihinden çıkan dersleri dikkatlice ele almak gerekiyor.
Tamil halkının ulusal özgürlük mücadelesi 50 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Ancak geçtiğimiz Mayıs ayında Sri Lanka ordusu, bu mücadelenin başını çeken Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (LTTE) adlı örgüte ve harekete ağır bir darbe vurdu. Ordu güçleri, Tamil Kaplanlarının kontrolündeki tüm bölgeleri ele geçirdiklerini, militanların büyük bir kısmını “etkisiz hale getirdiklerini”, hareketin kurucu liderini öldürdüklerini ve iç savaşın artık sona erdiğini, bölgede bundan sonra “barış ve huzur”un hüküm süreceğini açıkladılar. Sri Lanka hükümeti bu açıklamalar eşliğinde zaferini ilan ederken, Tamil Kaplanları da askeri açıdan yenilgiye uğradıklarını açıkladı.
Tüm dünyada burjuva basın gelişmeleri, “dünyanın en organize terör örgütlerinden birinin yenildiği” ve “on yıllardır devam eden kanlı iç savaşın sona erdiği” mesajıyla duyurdu. Kuşkusuz bu mesajın amacı, silahlı mücadele veren örgütlerin sonunun hep böyle olacağını ima ederek, özgürlük mücadelesi veren halklara gözdağı vermekti. Bağlantısızlar Blokunun üyesi olan ve resmi adı “Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti” olan Sri Lanka devleti ve emperyalist güçler, “Tamil sorunundan kurtulduk” diye birbirlerini kucakladılar.
Zaten emperyalist güçler, bir yandan Sri Lanka devletini destekliyor (silah satışı ve lojistik yardımlar, Tamil Kaplanlarının terör örgütü ilan edilerek siyasi ve mali açıdan tecrit edilmesi) ve yapılan katliamlara göz yumuyor, öte yandan da her zamanki gibi timsah gözyaşları dökmeye devam ediyorlardı. Bölgedeki toplama kamplarını gezen BM genel sekreteri, “burada gördüklerimden sonra yüreğim burkuldu” diye açıklamalar yapsa da, Sri Lanka ordusunun giriştiği katliamlar devam ederken BM Güvenlik Konseyinden bir kınama kararı bile çıkmamıştı. Toplama kamplarındaki insanlık dışı koşullara karşı BM, “müdahale edilmezse felâketler yaşanabileceği” uyarısı yapmakla yetindi. Rusya ve Çin, durumu Sri Lanka’nın “iç meselesi” olarak gördüklerini ve karışmayacaklarını açıkladılar. ABD ve AB ise, bir yandan ateşkes çağrısı yapıp diğer yandan da Sri Lanka hükümetini destekliyorlar. Sri Lanka ordusuna yaptıkları tek ikaz, “işi fazla gürültü çıkarmadan hallet” idi. Ancak BM dâhil hepsi, Tamil gerillalarını yaşananların sorumlusu ilan etmekte tereddüt etmediler. Fiiliyatta tüm emperyalist güçler, daha katledilen insanların kanlarının kurumasını bile beklemeden, adanın hangi bölgesine nasıl yatırımlar yapacaklarının, nereye askeri üsler kuracaklarının hesaplarıyla meşguldürler.
Emperyalistlerden aşağı kalmayan Türkiyeli egemenler de, Sri Lanka’da yaşananlardan “ders” çıkarmayı ihmal etmediler. Sri Lanka ordusunun giriştiği katliamlar temelinde elde ettiği geçici başarılara imrenen kimileri, Türkiye’de de Kürt sorununun benzer biçimde “kanlı yoldan” çözülebileceğine ilişkin görüşlerini fütursuzca ortaya attılar. Kürt sorunundaki anti-demokratik ve şovenist tutumu öteden beri bilinen Hürriyet gazetesinin ve kontrgerilla uzmanı bazı “stratejist”lerin “kustukları” bu görüşler, sözcülerinin ağzından egemen sınıfların gerçek duygu ve düşüncelerini de yansıtıyordu.
Ancak ulusal bilince bir kez ulaşmış halkların, ulusal ve demokratik taleplerinden vazgeçtikleri görülmüş şey değildir. Şimdiye kadar hiçbir ulusal hareket baskı ve zor yoluyla nihai anlamda ortadan kalkmamıştır ve Tamil halkının özgürlük mücadelesi de, Tamil gerillalarının aldığı askeri yenilgiyle sona ermiş değildir. Kanlı saldırılarla, katliamlarla, baskılarla geçici süreler için başarı kazanılmış gibi görünebilir ve hatta ezen ulusun egemenleri nihai olarak sorunu hallettiklerini de zannedebilirler. Ama sorun olduğu yerde durur ve zamanı geldiğinde ezilen halkların başkaldırısı yine yükselir.
Ayrıca ne bölgeye ne de Tamil halkına “barış ve huzur” gelmiştir. On yıllardır yaşanan iç savaşın bilançosu 100 bine yakın insanın ölmesi, 1 milyondan fazlasının yerinden yurdundan olması, bir bütün olarak Tamil halkının siyasal-ulusal baskıya ve ayrımcılığa maruz kalması olmuştur. Tüm o sahte “barış ve huzur” laflarına rağmen, katliamcı Sri Lanka ordusu sivil halkı bombalamış ve Mayıs ayında sadece bir haftada 6500 insanı acımasızca katletmiş, 300 bine yakın Tamili toplama kamplarına kapatarak açlık ve hastalıkla boğuşmaya mahkûm etmiştir. Böylece Tamil gerillalarının güçlü olduğu bölgeleri insansızlaştıran Sri Lanka ordusu, asker sayısını da arttıracağını ve Tamil Kaplanlarını “tümüyle yok edene” kadar bu durumun süreceğini açıklamıştır. Tamil halkının ulusal ve demokratik taleplerine yönelik hiçbir düzenleme de yapılmış değildir. Dolayısıyla bu şartlarda, Tamil sorununun sona ermediği ve Tamil halkının özgürlük mücadelesinin süreceği açıktır.
Öte yandan Tamil halkının mücadele tarihinden çıkartılacak dersler bunlarla sınırlı değildir. Tamil halkının mücadelesinin bugün aldığı ağır darbenin de, meselenin bu kadar uzamasının da arka planında, Sri Lanka sol hareketinin ulusal sorun konusundaki tutumlarının önemli payı vardır. Sri Lanka’daki mücadele tarihi, solun ulusal sorundaki yanlış tutumlarının ne menem sonuçlara yol açtığının ve oportünist politikaların sonunun nasıl da milliyetçi-reformist bir noktaya çıktığının, burjuvaziyle açıktan işbirliğine vardığının acı ama gerçek örnekleriyle doludur.
Tarihten ders almak
Sri Lanka’nın, diğer sömürge uluslardan çok da farklı olmayan tarihinden çıkartılacak ilk ders, emperyalist güçlerin izlediği politikaların halklar arasına nifak sokmaya ve ileride kendi çıkarları doğrultusunda kaşıyabilecekleri yaralar açmaya hizmet ettiğidir. Nitekim İngiliz emperyalizmi de, Portekiz ve Hollandalı sömürgecilerin ardından, 18. yüzyıldan itibaren Sri Lanka’da aynı şeyi yapmıştır. Önce, büyük çaplı çay ve kahve plantasyonlarında çalıştırmak amacıyla Sri Lanka[1] adasının kuzeyindeki Hindistan anakarasından Tamil köylülerini getirmiş, sonra adanın yerlisi Tamil halkından eğitimli ve ayrıcalıklı bir orta sınıf yaratarak yönetimde kullanmıştır. Bu durum, şehirlerde çoğunluğu oluşturan Sinhalalı halkla Tamil azınlığı karşı karşıya getirmiş ve Sinhala halkıyla Tamillerin birleşerek İngiliz efendilerine karşı savaşmalarını zorlaştırmıştır. Bu uygulama, İngiliz emperyalizminin klasik “böl ve yönet” taktiğinden başka bir şey değildir. İngiliz emperyalizminin bu politikası, sonunda adanın bağımsızlığını kazanmasını engelleyememişse de, Sinhalalı egemenlerin Tamil halkına yönelik düşmanlıklar geliştirmesinin nesnel zeminini oluşturmuştur. İleride, Sri Lanka burjuvazisinin, Sinhala halkını Tamillere karşı kışkırtmakta en sık kullanacakları argümanlardan birisi, sömürge döneminde Tamillere tanınan bu ayrıcalıklar olmuştur.
Sri Lanka burjuvazisi, bugün, Tamil halkının ulusal ve demokratik taleplerinin “yersiz” olduğunu, Tamil gerillalarının “dış mihrakların oyununa gelerek çıkardığı iç savaş yüzünden” (ne kadar da tanıdık!) on binlerce insanın öldüğünü, ülke kaynaklarının harap olduğunu vb. iddia ediyor. Oysa İngiliz emperyalizminin denetiminde ve sömürge yönetimi altında yapılan 1931 seçimlerinde Sinhalalı egemenleri temsil eden bir hükümetin kurulmasından bu yana, Tamiller ulusal ayrımcılığa ve baskılara maruz kalmışlardır. Sinhala egemenleri, şehirlerde kontrolü ele geçirip hızla zenginleşmeye ve kapitalistleşmeye başlarken, Tamil azınlık giderek ikinci plana itilmeye başlanmıştı. Bu süreç, ki aslında Sinhala egemenlerinin burjuvalaşma ve Sri Lanka’nın uluslaşma sürecidir, Sri Lanka’nın bağımsızlığını kazandığı 1948 yılında doruk noktasına ulaşmış ve iktidardaki sağcı UNP (Birleşik Milliyetçi Parti) hükümeti “Vatandaşlık Yasası” adıyla bir yasa çıkartarak Sinhalalılara bariz ulusal ayrıcalıklar getirmiştir. Buna göre Tamil halkından olanların üniversitelere girmelerine veya devlet memuru olabilmelerine ciddi sınırlamalar getiriliyor, Tamiller resmen ikinci sınıf vatandaş durumuna indirgeniyordu.
Bu hükümetin ardından 1956’da iktidara gelen “merkez sol” SLFP’nin (Sri Lanka Özgürlük Partisi) de ilk işi Sinhala dilini ülkenin resmi dili ilan etmek olmuştur. Böylece ülkede ciddi bir nüfusa sahip olan Tamil halkının 2000 yıldır konuştuğu kadim bir dil yok sayılmıştır. SLFP, yabancıların kontrolünde olan petrol sanayisini de devletleştirmiş ve Tamil kökenli işçilerin yerine Sinhalalı işçileri alarak, bu alanda da ayrımcı davranmaya devam etmiştir. 1972’de Sinhalalı çoğunluğun dini olan Budizm resmi din ilan edilip ülkenin Seylan olan adı da Sri Lanka şeklinde değiştirilerek, Sinhala kültürü egemen hale getirilmeye ve Tamil kültürü asimile edilmeye çalışılmıştır. 1977’de Tamillerin yaşadığı bölgelerde yüksek oy alarak parlamentoya 20 milletvekili sokan TULF (Tamil Birleşik Özgürlük Cephesi), Sri Lanka hükümetince yasaklanmış ve milletvekillerinin vekillikleri de lağvedilmiştir. Bu politikaların doğal ve kaçınılmaz sonucu da, Tamil halkının örgütlenerek silahlı ulusal mücadeleyi yükseltmesi olmuştur.
Demek ki Tamil halkının mücadelesi ne dış güçlerin kışkırtmasıdır ne de “yersiz”dir. Aksine, Sri Lanka’da ve uluslaşma, devlet kurma sürecini benzer şekilde yaşayan hemen her ülkede (bakınız Türkiye ve Kürt sorunu) durum aynıdır. Bu bağlamda, ulus-devletini kurmaya çalışan Sri Lanka burjuvazisinin sürdürdüğü inkâr ve imha politikası da oldukça tanıdıktır. Bu benzerlikler burjuvazinin de dikkatini çekmiş olmalı ki, Sri Lanka cumhurbaşkanı, Tamil gerillalarını yenilgiye uğrattıktan sonra ilk olarak Abdullah Gül’ü aramış ve uluslararası alanda siyasi destek istemiştir. Yani Türkiye ve Sri Lanka egemenleri arasındaki yakınlık, Hürriyet gazetesinin köşe yazarlarının Kürt halkının da Tamiller gibi katledilmesini savunmasından ibaret değildir.
Bugün Tamil halkının verdiği mücadelenin başını çeken Tamil Kaplanları, görece geç bir tarih sayılabilecek 1976’da kurulmuştur. Bu tarih, Tamil halkının ulusal bilince kavuştuğu bir süreci yansıtması bakımından önemlidir. Ama işin evveliyatı da vardır ve üstelik bugün yaşanan trajedide büyük payı olan sol hareketin yanlış tutumlarının anlaşılması bakımından önemlidir.
Bu noktada tarihin kaydettiği en büyük sorumluluk LSSP’ye (Sri Lanka Sosyalist Partisi) aittir. LSSP, 1935 yılında, İngiltere’den bağımsızlık talep eden bir program ve sosyalist bir platform temelinde kurulmuştu. 1931 seçimleriyle başa gelen ve Sinhalalı seçkinlerden oluşan hükümet, İngilizlere karşı esas olarak otonomiyi savunduğundan ve bağımsızlık talebi bulunmadığından, ülkede giderek yükselen özgürlükçü dalgaya cevap vermekten uzaktı. Bu yüzden de LSSP, tüm bu ulusal özgürlükçü dalgayı, yükselen gençlik hareketini, Tamilli tarım işçileriyle Sinhalalı sanayi işçilerinin desteğini arkasına alarak, kuruluşundan itibaren hızlı bir yükselişe geçti. 1930’ların sonlarına doğru Troçkist bir çizgiye kayan LSSP, 1942’de 4. Enternasyonal’e üye oldu. II. Dünya Savaşının ardından tırmanışa geçen sınıf hareketinde ve tüm ülkeyi sarsan militan grevlerde tayin edici bir rol oynayarak ülkenin en büyük ve en örgütlü muhalefet partisine dönüştü. Partinin bu gelişimindeki en önemli faktör, hem Sinhalalı sanayi işçilerinin hem de Tamilli tarım işçilerinin ortak çıkarlarını yansıtması ve ülkenin tüm emekçilerini aynı çatı altında örgütleyebilmesiydi. Bu yükseliş, 50’lerde de, ülkeyi felç eden genel grevler dalgasıyla da devam etti. Ancak bu yükselişin, çelişik biçimde, içinde reformist ve oportünist eğilimlerin büyümesini de beraberinde getirdiğini eklemek gerekiyor.
Yukarıda bahsettiğimiz SLFP, işte LSSP’nin bu yükselişini engelleyebilmek için 1956’da Sinhala burjuvazisi tarafından kuruldu ve bu parti aynı yıl iktidara geldi. Ancak, gitgide oportünizmin tutsağı haline gelen LSSP, daha kuruluşundan itibaren SLFP’yi desteklemekten, onunla ortak seçim kampanyaları yürütmekten geri durmamıştır. Bunun doğal bir uzantısı olarak da, Sinhala burjuvazisi tarafından sürekli olarak ezilen ve bu yüzden de gittikçe başını kaldırmaya başlayan Tamil halkına karşı, SLFP’nin milliyetçi politikalarına destek vermiştir. Bu bağlamda, özellikle 1958’de yaşanan Tamil ayaklanmalarının tayin edici rolü olmuştur. Çıkan çatışmalarda binlerce Tamil, devlet ve paramiliter güçler tarafından katledildi ve on binlercesi de yaşadığı toprakları terk ederek Hindistan’a göç etmek zorunda kaldı. Sinhala burjuvazisinin siyasi temsilcisi olan SLFP’nin amacı, Tamil ve Sinhalalı emekçilerin birleşik hareketini bölmekti ve LSSP’nin oportünist ve reformist çizgisi dolayısıyla bunda başarılı da oldu.
Daha 50’li yıllardan itibaren açıkça şovenist bir tutum içine giren LSSP liderliği, Tamil halkının ulusal taleplerini sosyalizm mücadelesinden bir sapma olarak görüyor, adada kurulacak sosyalist bir cumhuriyetin Tamillere ulusal-demokratik haklarını zaten vereceğini ve sosyalizme giden yolun SLFP ile birlikte verilecek politik mücadeleden geçtiğini savunuyordu. Henüz açıktan ilan etmiş olmasa da, LSSP liderliği, sosyalizme parlamenter yoldan gidilebileceği fikrine ciddi biçimde sahipti. Ve bu yüzden de, SLFP’yle yaptıkları işbirliğini önemsiyor ve kendisini iktidara götürecek yolun bu olduğunu düşünüyordu. Tamil halkının özgürlük mücadelesini de, yolunun üzerindeki bir engel olarak görüyor ve küçümsüyordu.
LSSP’nin uzlaşmacı-reformist çizgisi, 1964’te SLFP ile bir koalisyon hükümetine katılma noktasına kadar vardı. Aynı yıl, izlediği milliyetçi-reformist siyaset yüzünden 4. Enternasyonal’den de atıldı. Oysa 60’lı yıllar, Sri Lanka’da sınıf hareketinin radikal grevlerle sallandığı yıllardı ve fakat LSSP’nin reformist politikaları sonucu, hem Sri Lanka işçi sınıfı bir bütün olarak tarihsel bir momenti kaçırdı, hem de Tamilli emekçilerin yaşadığı trajedi bugünlere değin sürebildi. LSSP’nin bu dönüşümü, bir bütün olarak Sri Lankalı işçi-emekçi sınıfların nezdinde sosyalizm için mücadele fikrinin de gözden düşmesini beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla 60’lı yıllardan itibaren Tamil ve Sinhalalı emekçiler arasında farklı örgütlenmeler gelişmeye başlamış ve 70’li yıllardan itibaren de Tamil ulusal hareketi bağımsız bir biçimde ortaya çıkmıştır.
LSSP’nin uzlaşmacı çizgisine bir tepki olarak kurulan ve asıl olarak radikalleşen üniversiteli gençliğe dayanan Maoist JVP’nin (Halkın Kurtuluşu Cephesi) de, bu bağlamda önemli bir rolü olmuştur. Birincisi, JVP’nin kısa tarihi, küçük-burjuva radikalizminin ulusal sorun karşısındaki ikircikli tutumunu ve hızla nasıl milliyetçi bir pozisyona sürüklendiğini göstermek bakımından iyi bir örnektir. İkincisi, küçük-burjuva bir devrimci hareket olarak gelişen JVP’de yetişen kadrolar, sonrasında Tamil Kaplanlarının örgütlenmesinde de önemli rol oynamışlardır.
1965’de kurulan JVP, üniversiteli gençliğin ve süregiden ekonomik krizden iyice bunalmış ve LSSP’den ümidi kesmiş Sinhalalı emekçilerin içinde giriştiği hızlı bir örgütlenmeden sonra 1971’de, koalisyon hükümetine karşı silahlı bir ayaklanma başlattı. Tamamen donanımsız bir şekilde ve işçi sınıfının çoğunluğunun desteğini almadan başlatılan ayaklanma kısa sürede ezildi ve 15 bine yakın devrimci militan ayaklanmanın sürdüğü iki hafta içinde katledildi. Bu yenilgi JVP’nin daha da radikalleşmesine yol açtı ve Tamilli militanlardan da beslenen JVP, 1987 ve 89’da iki başarısız isyan girişiminde daha bulundu. Bu iki isyanda da toplam 40 binden fazla isyancı, hükümet güçleri tarafından acımasızca katledildi. 1989’dan sonraki süreçte ise JVP, hızlı bir biçimde radikalizminden ve devrimci çizgisinden uzaklaştı, burjuva sol ve liberal koalisyonlarda yer almaya başladı. Bugün geldiği noktada JVP, Sri Lanka’nın en milliyetçi partilerinden biri haline dönüşmüştür.
JVP’nin geçirdiği süreç, LSSP’nin uzlaşmacı çizgisinden umudu kesen Sri Lankalı işçi-emekçi sınıfların devrimci yöndeki son atılımını temsil ediyordu. Küçük-burjuva radikalizminin saman alevini andıran kısa süreli ve hazırlıksız parlamalarının kendisini bir yere götürmeyeceğini anlayan işçi sınıfı burjuva partilere dümen kırarken, çoğunluğu oluşturan Sinhala işçi sınıfıyla tüm bağları kopan Tamil ulusal hareketi de giderek yalnızlaşmıştır. Sonuç olarak, Tamil ve Sinhala emekçilerinin gönüllü birlikteliği temelinde yükselebilecek sosyalist bir Sri Lanka kurma fırsatı, gerek LSSP’nin, gerek JVP’nin, gerekse de Stalinist KP’nin (Sri Lanka Komünist Partisi), Tamil ulusal hareketi karşısında takındıkları milliyetçi-reformist tutumlar yüzünden kaçırılmıştır. İşçi ve emekçilerin toplumsal kurtuluşuna giden yolda, ezilen ulustan işçilerle ezen ulustan işçilerin birlikte mücadele vermelerinin ancak gönüllülük ve karşılıklı güven temelinde mümkün olabileceği, bu güveni kazanmak noktasında da ezilen ulusun işçi ve emekçilerinin ulusal-demokratik taleplerine, mücadelesine sahip çıkılmasının gerekliliği izah gerektirmez.
Bugün gerek Türkiye’de gerekse de dünyada, ister Stalinist cenahtan olsun ister Troçkist, pek çok sosyalist çevre, ulusal sorun konusunda aynı yanlış tutumları sergilemektedirler. Bu çevreler, ulusal hareketleri “sosyalizm mücadelesinden saptıkları” yahut “işçi sınıfının mücadele yöntemlerini kullanmadıkları” gerekçesiyle eleştirebiliyorlar. Hatta bu eleştiriler, ulusal hareketlerin ezen ulusun ordusuyla savaşırken kullandığı silahlı yöntemleri ve bir bütün olarak gerillacılığı, “terörizm”le yaftalamaya kadar varabiliyor. Böylece, örneğin Sri Lanka’da Tamil Kaplanlarının yahut Filistinli militanların veya Kürtlerin haklı mücadelesi “terörizm” oluveriyor!
Tamil Kaplanlarının yükselişi ve çöküşü
70’lerden itibaren zayıflayan ve gerileyen sınıf hareketinin yarattığı koşullarda kurulan Tamil Kaplanları, 1976’dan bu yana Tamil özgürlük mücadelesinin önderliğini yürüten bir hareket konumundadır. Tamil Kaplanları, adanın kuzey ve doğusunda bağımsız bir Tamil devleti kurmak amacıyla kurulmuş ve kısa sürede Tamil gençliği arasında örgütlenerek ve JVP’den kopan çok sayıda gerilla grubunu da bünyesine katarak gelişmişti. İlk eylemini 1983’te gerçekleştiren Tamil Kaplanları, Sri Lanka ordusuna ait bir askeri konvoya saldırarak 13 askeri öldürdü. Ancak bu saldırı, Sri Lanka devletinin Tamillere yönelik korkunç bir katliam seferberliği başlatmasına yol açtı. Birkaç gün içinde 3000 Tamil öldürüldü ve göçler başladı.
Bu korkunç katliam, Tamil gençliğinin özgürlük mücadelesine olan ilgisinin ve katılımının daha da artmasını sağladı. Tamil Kaplanları, 1984’te Tamil Ulusal Kurtuluş Cephesine (ENLF) katıldılar. Ancak 1987’ye kadar geçen süreçte, Tamil Kaplanları cephe içindeki diğer gerilla gruplarını tasfiye ettiler ve kendilerine kattılar. Ülkenin kuzeyindeki kentlerde kontrolü büyük ölçüde ellerine geçirdiler ve Hindistan’ın güneyindeki Tamil çoğunluğa dayanarak sağladıkları destekle daha da güçlendiler. Bu süreçte Hindistan, kendi ülkesinde de Tamil halkını karşısına almamak ve bir sorunla karşılaşmamak kaygısıyla, Tamil Kaplanlarını el altından destekledi ve ilişkiler kurdu. Aynı dönemde, Sri Lanka ordusunun adanın kuzeyindeki Tamil bölgesine yaptığı acımasız saldırılar ve kuşatmalar sonucu gerilim iyice yükselince, Hindistan’ın güneyindeki Tamillerin de baskısıyla Hindistan ordusuna bağlı bir “barış gücü” bölgeye gönderildi. Adanın kuzeyinde ve gerillaların kontrolündeki bölgelerde özerk bir yönetim oluşturulması konusunda Sri Lanka hükümeti ile gerillalar, Hindistan’ın arabuluculuğunda görüşmelere başladılar.
Ancak Sri Lanka hükümeti, Tamil gerillalarının silahsızlanmasını şart koşunca, gerillalar görüşmelerden çekildiler ve iç savaş, Hindistan “barış gücü” askerlerinin de karışmasıyla devam etti. Nihayet 1990’a gelindiğinde Hindistan, Tamil Kaplanlarının saldırıları sonucu ağır kayıplar vererek bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Hindistan Tamil Kaplanlarına verdiği desteği çekerek Sri Lanka hükümetini desteklemeye başladı. Bölgedeki kontrolünü arttıran ve savaştan güçlenerek çıkan Tamil Kaplanları 1993 yılında, Hindistan başbakanı Rajiv Gandi’yi ve Sri Lanka başkanı Premadasa’yı öldürdüler. İlerleyen süreçte pek çok kez ateşkes görüşmelerine başlanma kararı alındı. Ancak ateşkes görüşmeleri her başladığında Sri Lanka tarafından el altından baltalandı ve önü tıkandı, fakat sorumluluk her seferinde Tamil gerillalarına atılarak, hem Sinhala halkı nezdinde hem de uluslararası kamuoyunda Tamil halkının mücadelesi küçük düşürülmeye çalışıldı.
2001 yılında, Tamil Kaplanları, bağımsız devlet talebinden vazgeçtiklerini, bunun yerine bölgesel özerklik istediklerini açıkladılar. Emperyalist güçlerin devreye soktuğu Norveç’in araya girmesiyle barış görüşmeleri bir kez daha başladı. Ancak bundan sonra gelişen süreçte de, katliamcı Sri Lanka devleti inkâr ve imha zihniyetinden vazgeçmediğini ortaya koydu ve hem barış görüşmelerinin sonuçsuz kalmasına hem de on binlerce insanın daha ölümüne sebep oldu. Bunun üzerine Tamil Kaplanları barış görüşmelerinden çekildiler ve adanın doğusunda da kontrolü ele geçirdiler. Gerillaların üstlenmediği fakat Sri Lanka hükümetince onlara maledilen bir suikastla dışişleri bakanının öldürülmesinin ardından, sağcı hükümet tekrar iktidara geldi ve Tamil gerillalarına karşı yürütülen saldırıları daha da sertleştirmeye başladı. Hiçbir zaman Tamillerin parlamentoda temsil edilmesine izin vermeyen Sri Lanka devleti, 2005’te Tamil Kaplanlarının seçimleri boykotunu bile uluslararası kamuoyuna, Tamil gerillalarının “anti-demokratik ve terörist” bir örgüt olduklarının kanıtı olarak duyurdu.
11 Eylül’ün ardından gelişen dünya siyasi konjonktürü içinde, Tamil ulusal mücadelesi uluslararası alanda da giderek yalnızlaşmaya başladı. Bu süreçte özellikle 2004 yılında yaşanan iki önemli gelişme belirleyici rol oynadı. Birincisi Tamil Kaplanlarının 2 numaralı ismi konumundaki bir liderin örgütün bir bölümünü de beraberinde sürükleyerek ayrılmasıydı. Bu kişi kısa sürede düşman kampa geçerek sahip olduğu önemli bilgilerle birlikte Tamil Kaplanlarına karşı devletin yürüttüğü savaşa yardım etti.
İkinci olarak, 2004’te Hint okyanusunda yaşanan ve Sri Lanka adasının da bilhassa Tamillerin yaşadığı kuzey ve doğu kıyılarını vuran tsunami felâketinden sonra, bunu fırsat bilen Sri Lanka hükümeti yeniden inşa etmek bahanesiyle kıyı bölgelerini insansızlaştırarak çokuluslu şirketler ve turizm tekelleri açısından iştah kabartan bir yatırım bölgesine dönüştürdü. Emperyalist ve kapitalist güçler (ABD, AB, Rusya, Çin[2], Hindistan ve Pakistan) Sri Lanka devletinin politikalarını daha açıktan desteklemeye başladılar. Ada, emperyalist güçler açısından Hint okyanusunu kontrol edebilecekleri doğal bir üs konumunda da olduğundan, stratejik gerekçeler ve çıkarlar nedeniyle, Sri Lanka hükümetiyle işbirliğine gitmek daha cazip gelmeye başladı. Başta ABD olmak üzere, Çin, Hindistan, Japonya gibi ülkeler adada askeri üs kurmaya uğraşmaktadırlar.
Emperyalist güçlerin tutumundan aldığı destekle daha da azgınlaşan Sri Lanka devleti, 2007 yılından itibaren Tamil gerillalarını geriletmeye başlatmıştır. 2009 Ocak ayından itibaren ise, ordu güçleri, gerillaların ve sivil halkın yaşadığı bölgelere ağır silahlarla ve uçaklarla saldırarak tam anlamıyla bir katliama girişmiştir. Aynı zamanda bölgedeki sivil halkı da toplama kamplarına yerleştirmeye başlayan ordu, savaşı kazandığını, Tamil gerillalarını nihai olarak ezdiğini ve Tamil sorununu da “hallettiğini” ilan etmiştir.
Bugün için uluslararası burjuva medya, sadece Sri Lanka devletinin zafer çığlıklarını duyuruyor ve Tamil halkının acılarına kulaklarını tıkıyor. Adada Tamil halkının yaşadığı bölge, tıpkı Filistin örneğindeki gibi Gazzeleştiriliyor. Terörist ilan edilmiş olan Tamil halkı aşağılanıyor. Apaçık ortada duran gerçekliğe rağmen, yaşananların sorumlusu olarak Tamil halkının mücadelesi gösteriliyor. Ezilen bir ulus olarak Tamil halkının ulusal talepleri ve bilinci, Sri Lanka burjuvazisinin ırkçı ve şoven milliyetçiliğiyle bir tutuluyor. Kimi aklı evvel burjuva ideologlar, küreselleşen bir dünyada milliyetçiliğin çıkmaz sokak olduğundan dem vuruyorlar. Sanki bizzat kendi ülkelerinin egemen burjuvaları bu azgın milliyetçiliği savunmuyormuş gibi… Bütün emperyalist güçler açıktan Sri Lanka devletini desteklediği halde, Tamil gerillaları emperyalistlerin oyununa alet olmakla suçlanıyor.
Sri Lanka hükümetinin zafer çığlıklarına rağmen, Tamil halkı ve talepleri olduğu yerde durmaktadır. Kapitalizmin tarihi, ezilen ulusun haklı mücadelesinin baskıyla, zulümle, katliamlarla yok edilemeyeceğini defalarca ortaya koymuştur. Ulusal sorunun çözümü, ezilen ulusa kendi kaderini özgürce tayin etme hakkının tanınmasından ve onun her türlü demokratik talebinin karşılanmasından geçmektedir. Bu Sri Lanka’da da böyledir, Türkiye’de de Filistin’de de, İrlanda’da da…
[1] Sri Lanka, eski adıyla Seylan yahut Serendip, Hindistan’ın güneyinde bir ada ülkesidir. Bugünkü nüfusu yaklaşık 21 milyon olan ülkede yaşayanların çoğunluğunu %75 gibi bir oranla Budist Sinhala halkı (Sinhala, hem adada yaşayan Budist halkın hem de bu halkın konuştuğu dilin adıdır) ve %12 gibi bir oranla da Hindu Tamil halkı oluşturmaktadır. Kaynaklara göre Sinhala halkı, M.Ö. 5. yüzyılda Hindistan’ın kuzeyinden adaya göçen ve krallıklar kuran Aryan kökenli bir kavimdir. Tamil halkı da Aryan kökenli olup, esasen Hindistan’ın güney kesimindeki Tamil Nadu eyaletinde yaşayan 70 milyonluk bir halktır.
[2] Bu bağlamda, yükselen bir güç olarak Çin’in özel konumunu da vurgulamak gereklidir. Adadaki nüfuzunu arttırmak amacıyla Çin, Sri Lanka hükümetine milyarlarca dolar yardımda bulunmuş, savaş uçakları hibe etmiş, silah yardımı yapmış, BM’nin katliamlar karşısında sessiz kalmasını sağlamış; buna karşılık da adanın güney ucunda bir liman inşa etmeye başlamış ve askeri üs sözü almıştır.
link: Kerem Dağlı, Sri Lanka Dersleri, 1 Temmuz 2009, https://marksist.net/node/2182
Mayından Arındırılan Topraklar Yoksul Köylülere!
Emekçileri Aldatma Oyunu: Milli Piyango