Bölüm 10: Genel Kâr Oranının Rekabet Yoluyla Eşitlenmesi. Piyasa Fiyatları ve Piyasa Değerleri. Artı Kâr
Marx, daha önce tek tek metalar düzeyinde ele aldığı üretim fiyatı/değer, kâr/artı-değer analizini bu bölümde toplam toplumsal sermayeyi oluşturan parçaların karşılıklı hareketi temelinde sürdürür. Bütünsel düzeyde bakıldığında, piyasanın toplam ve fiili işleyişinde kapitalist rekabet nedeniyle metaların üretim fiyatlarını onların piyasa değerine ve kendilerine ait artı-değer parçalarını ortalama kâra dönüştürme eğilimi hüküm sürer. Toplam toplumsal sermaye üzerinden ortaya çıkan toplam artı-değerin, eşit büyüklükteki sermaye miktarlarına, bunların bileşimleri nasıl olursa olsun, eşit büyüklükte paylar olarak düştüğü varsayılabilir. Netice olarak, bu temelde tüm sermayeler piyasada metalarının kendi maliyet+artı-değerlerinden oluşan fiyatları değil, ortalama kârı içeren üretim fiyatlarını gerçekleştirmeye çalışırlar.
Fakat son tahlilde ortalama kâr nedir? Ortalama kârın, toplam artı-değer kütlesinden her bir üretim alanındaki sermaye parçalarına bunların büyüklükleriyle orantılı olarak dağılan artı-değer miktarından başka bir şey olamayacağı açıktır. Toplam artı-değere eşit olduğu varsayılan toplam ortalama kâr ise, gerçekleştirilmiş olan karşılığı ödenmemiş emeğin toplamıdır. Bu toplam kütle, tıpkı karşılığı ödenmiş ölü ve canlı emek gibi, kendisini, kapitalistlere düşen metaların ve paranın toplam kütlesiyle ortaya koyar. Peki, ortalama kâr oranı bir çıkış noktası olmayıp bir sonuç olduğuna göre, farklı kârların ortalama kâr oranı içinde eşitlenmesi nasıl olmaktadır? Piyasadaki gerçek işleyişte, işçiler arasındaki rekabet ve sürekli olarak bir üretim alanından bir başkasına göç etme nedeniyle kâr oranında eşitlenme eğilimi hükmünü icra eder. Bu temelde ortalama bir kâr oranının oluşumu yalnızca teorik bir varsayım ya da eğilim değil, bazı faktörlerce az ya da çok engellenmesine karşın, kapitalist üretim tarzının fiili ön koşuludur. “Ancak teoride, kapitalist üretim tarzının yasalarının saf halleriyle geliştikleri varsayılır. Gerçek yaşamda her zaman yalnızca yaklaşıklık söz konusu olur; ama kapitalist üretim tarzı ne kadar gelişmişse ve eski iktisadi koşulların kalıntılarıyla kirlenmişliği ve karışmışlığı ne kadar aşılmışsa, bu yaklaşıklık o kadar fazladır.”
Konuya tekil sermayeler açısından bakıldığında, kuşkusuz farklı büyüklük ve bileşimdeki sermayeler farklı artı-değer miktarları ve oranlarına sahiptir. Fakat kapitalist üretimin bütünsel işleyişi göz önünde bulundurulduğunda, ortaya toplam değişen sermaye ve yaratılan toplam artı-değer miktarı üzerinden genel bir artı-değer oranı çıkacaktır. Ama bu genellemeye rağmen, farklı sermayelerin kendileri için elde ettiği artı-değer ve kâr oranı kuşkusuz farklı olacaktır. Ne var ki, neticede önemli olan meta mübadelesinin yasalarıdır ve uluslararası ticarette farklı ulusların kâr oranlarının farklılığı onlar arasındaki meta mübadelesi açısından önemsizdir.
Marx burada önemli bir noktaya işaret eder. Şöyle ki, metaların tam ya da yaklaşık olarak kendi değerleri üzerinden mübadele edilmesi, kapitalist gelişmenin ancak düşük bir aşaması için düşünülebilir. Kapitalist gelişme belirli bir düzeye ulaştığında ise mübadelede esas olan üretim fiyatlarıdır. “Farklı metaların fiyatları başlangıçta karşılıklı olarak ne şekilde saptanmış ya da düzenlenmiş olursa olsun, bunların hareketini değer yasası yönetir. Diğer koşullar aynı kalırken, üretimleri için gerekli olan emek zaman kısaldığında fiyatları düşer, uzadığında ise fiyatlar yükselir.” Fakat sonuçta, metaların değerleri, yalnızca teorik değil tarihsel olarak da üretim fiyatlarının öncülüdür. Marx bu gerçeğin, hem eski zamanlarda üretim araçlarının emekçiye ait olduğu durumlarda, hem de modern dünyada kendi başına çalışan toprak sahibi köylü ve zanaatçı için geçerli olduğunu belirtir. Ayrıca Marx, bu gerçekliğin, ürünlerin metalara evrilmesinin bir ve aynı topluluğun üyeleri arasındaki mübadeleden değil, fakat farklı topluluklar arasındaki mübadeleden kaynaklandığı görüşüyle de uyumlu olduğunu belirtir.
Metaların mübadele fiyatlarının yaklaşık olarak meta değerlerine karşılık gelmesi için bazı koşullar gerekir: 1. farklı metaların mübadelesinin tümüyle rastlantısal ya da yalnızca ara sıra gerçekleşir olmaktan çıkması; 2. doğrudan meta mübadelesi söz konusu olduğunda, bu metaların her iki tarafta da yaklaşık olarak karşılıklı gereksinimlere denk miktarlarda üretilmesi (bu ticarette, karşılıklı satış deneyimleri tarafından öğrenilen bir şey olup, sürüp giden alışverişlerin doğal bir ürünüdür); ve 3. satışı ilgilendirdiği kadarıyla, taraflardan birilerine metalarını değerlerinden fazlasına satma olanağı sağlayan ya da onları ucuza satmaya zorlayan doğal ya da yapay bir tekelin bulunmaması. Bu belirtilen durumlar dışında, alıcının ya da satıcının, arz ve talebin rastlantısal durumu sayesinde elde ettiği tekel durumu oluşabilir ki Marx bunu “rastlantısal tekel” olarak adlandırır.
Farklı üretim alanlarının metalarının değerlerine satıldıkları varsayımı yalnızca şu anlama gelir: “Bu metaların değerleri, birer çekim noktasıdır; metaların fiyatları onların çevresinde döner ve fiyatlardaki sürekli yükseliş ve düşüşlerinin eşitlendiği noktayı oluştururlar.” Fakat mesele bununla bitmez, her zaman, farklı üreticiler tarafından üretilen tek tek metaların kendi değerlerinden ayırt edilmesi gereken bir de piyasa değeri olacaktır. Bu metalardan bazılarının kendi değeri piyasa değerinin altında kalacak, bazılarınınki ise onun üzerine çıkacaktır. Fiili işleyişte oluşan piyasa değeri, belirli bir alanda üretilen metaların ortalama değeridir ve ilgili alanın ortalama koşulları altında üretilen metaların tek tek kendi değeri olarak görülür. Bu piyasa değeri, aynı türdeki metalar için aynı olan piyasa fiyatlarının dalgalanma merkezini oluşturur. Ortalama piyasa değeri, iki uç tarafından, yani en kötü koşullarda ya da en avantajlı koşullarda üretilen metalar tarafından belirlenmiş olur. Bu temelde netice olarak, kendi öz değeri piyasa değerinin altında kalan metalar bir ekstra artı-değer ya da artı-kâr gerçekleştirirken, kendi öz değerleri piyasa değerinin üzerinde olan metalar, içerdikleri artı-değerin bir bölümünü gerçekleştiremezler. “Burada piyasa değeri için söylenenler, piyasa değerinin yerini aldığı anda, üretim fiyatı için de geçerli olur.”
Marx, “fiyatlar nasıl düzenleniyor olursa olsun, şu sonuçlara ulaşmış bulunuyoruz” diyerek önemli olan hususları vurgular: l. Fiyat hareketleri, üretim için gerekli olan emek-zamanın azalmasının ya da artmasının üretim fiyatlarını yükseltmesi ya da düşürmesi yoluyla, değer yasasının hükmü altındadır. 2. Üretim fiyatlarını ortalama kâr belirler. Neticede metaların toplam değeri toplam artı-değeri, bu da ortalama kârın ve dolayısıyla ortalama (genel) kâr oranının düzeyini belirlediğine göre, üretim fiyatlarını da aslında değer yasası düzenler.
Marx kapitalist işleyişte ortalamaların oluşmasında rekabetin rolüne vurgu yapar. Birincisi, rekabetin ilk olarak başardığı şey, metaların farklı bireysel değerlerinden tek bir piyasa değeri ve piyasa fiyatı türetmektir. İkincisi, farklı üretim alanlarındaki kâr oranlarını eşitleyerek üretim fiyatını meydana getiren ise farklı alanlardaki sermayelerin rekabetidir. Bu ikinci süreç, kapitalist üretim tarzının birinci süreçten daha yüksek düzeyde gelişmesini gerektirir.
Aynı üretim alanına ait, aynı türden ve yaklaşık olarak aynı kalitedeki metaların değerlerine satılması için, bu metalar tek bir toplumsal değere (piyasa değerine) eşitlenmiş olmak zorundadır. “Bu da, hem aynı türden metaların üreticileri arasındaki rekabeti, hem de metalarını birlikte sundukları bir piyasanın varlığını gerekli kılar.” Özdeş ama az da olsa farklı bireysel koşullar altında üretilen metaların piyasa fiyatının bunların piyasa değerinden sapmaması için bir koşul vardır. Bunun için, farklı satıcıların birbirlerine uyguladıkları baskının, bunların toplumdaki talebi karşılayacak miktarda metayı piyasaya sürmelerini sağlayacak kadar kuvvetli olması gerekir. Şayet piyasaya sürülen ürün kütlesi toplumdaki talebi aşarsa metaların piyasa değerlerinden azına satılması, tersi durumda ise piyasa değerlerinden fazlasına satılması söz konusu olur. “Dolayısıyla, eğer arz ve talep, piyasa fiyatını ya da daha doğrusu piyasa fiyatlarının piyasa değerinden sapmalarını düzenliyorsa, piyasa değeri de, arz ile talep arasındaki ilişkiyi ya da arz ile talepteki dalgalanmalar yüzünden salınan piyasa fiyatlarının merkezini düzenler.”
Kapitalist üretim, başından itibaren seri üretimdir. Daha az gelişmiş başka üretim tarzlarında da, en azından temel metalar çok sayıda küçük üretici tarafından ayrı ayrı ürünler olarak küçük miktarlarda üretilseler bile, bütün bir üretim dalının ortak ürünleri olarak, büyük miktarlarla ve görece az sayıdaki tüccarların elinde toplanır, birikir ve satışa sunulur.
Marx burada geçerken önemli bir hususa dikkat çeker. “Toplumsal talep”, yani talep ilkesini düzenleyen etmen, temelde, farklı sınıfların karşılıklı ilişkilerine ve bunların her birinin iktisadi konumlarına bağlıdır. Daha açık ifadesiyle, birincisi toplam artı-değerin işçi ücretlerine oranına ve ikincisi artı-değerin bölündüğü farklı parçalar (kâr, faiz, toprak rantı, vergiler vb.) arasındaki oranlara bağlıdır. Marx, arz ile talep arasındaki ilişkinin dayandığı temel açıklanmadan, yalnızca arz-talep ilişkisiyle hiçbir şeyin açıklanamayacağını vurgular.
Piyasada bulunan meta kütlesinin değerinin, onun içerdiği toplumsal emeğin niceliğiyle eşit, aşkın ya da altında olması gibi durumları ele alarak farklı ihtimalleri gözden geçirir Marx. Teoride toplam meta kütlesinin toplam piyasa değeri, bu metaların kendi öz değerlerinin toplamına eşittir. Fakat piyasa değeri burada bir soyutlama temelinde belirlenmiştir. Gerçek piyasada ise, örneğin talebin meta kütlesini bu şekilde belirlenmiş olan değer üzerinden emebilecek kadar büyük olması koşuluyla, piyasa değeri satıcılar arasındaki rekabet aracılığıyla gerçekleşir. Sorunun bir de metaya ait toplumsal talebin miktarı boyutu vardır. Marx, üretilmiş olan metaların bir bölümünün bir süreliğine piyasadan geri çekilmesi ihtimalini dışlayarak, söz konusu talep miktarının mevcut arz miktarına karşılık geldiğini varsayar. Bu durumda, şayet piyasaya arz edilen kütleye yönelik talep de varsayılan düzeyde kalırsa, söz konusu meta piyasa değerine satılır. Buna karşılık, piyasaya sunulan meta miktarı ona yönelik talepten küçük ya da büyük olduğunda, piyasa fiyatı piyasa değerinden artı ya da eksi yönde sapmalar gösterir.
Üretilen metaların miktarı ile piyasa değerlerine satılan metaların miktarı arasındaki fark, iki ayrı nedenden kaynaklanabilir. Birincisi, yeniden üretim o sıradaki piyasa değerini düzenleyen ölçekten farklı bir ölçekte (daha büyük veya küçük) gerçekleşebilir. “Bu durumda, talebin aynı kalmasına karşın arz değişmiş ve bu yüzden göreli aşırı üretim ya da eksik üretimle karşılaşılmış olur. İkincisi, yeniden üretim, yani arz aynı kalır, ama talep, farklı nedenlerle gerçekleşebileceği üzere, düşer ya da yükselir.”
Marx buradaki incelemesinde ilk olarak arzı, yani piyasada bulunan ya da piyasaya gönderilebilecek olan ürünü ele alır. Tümüyle yararsız ayrıntılara takılmamak için, burada, her bir sanayi dalındaki yıllık yeniden üretim kütlesini hesaba katar ve diyelim bir sonraki yılın tüketimi için depolanabilir olma özelliğini göz ardı eder. Bu yıllık yeniden üretim, söz konusu meta kütlesinin ölçülmesine bağlı olarak ağırlık ya da sayıyla gösterilen belirli bir miktarı ifade eder. Ayrıca, bu meta miktarı belirli bir piyasa değerine sahiptir. Piyasada bulunan metaların nicel hacmi ile bunların piyasa değeri arasında zorunlu bir bağlantı bulunmaz, çünkü bazı metalar özellikle yüksek bir değere, başkaları özellikle düşük bir değere sahip olur. “Piyasada bulunan malların niceliği ile bu malların piyasa değeri arasında yalnızca şu bağlantı vardır: Verili bir emek üretkenliği temeli üzerinde, her bir üretim alanında, belirli bir miktarda malın üretimi belirli bir miktarda toplumsal emek-zaman gerektirir.”
Her bir mal ya da bir meta türünün her bir belirli miktarı yalnızca kendi üretimi için gerekli olan toplumsal emeği içerebilecek olsa bile, şayet söz konusu meta mevcut toplumsal gereksinimi aşan bir miktarda üretilmişse, toplumsal emek-zamanın bir bölümü israf edilmiş olur. Toplum, belirli malların üretimi için kullanılan toplumsal emek-zamanın hacmi ile bu mallarla karşılanacak olan toplumsal gereksinimlerin hacmi arasındaki bağlantıyı, yalnızca, üretimin toplumsal denetim altındaki planlamayla düzenlendiği bir durumda kurabilir. Netice olarak, kapitalizmde metalar toplumun onları talep edebileceğinden fazla üretilmişse piyasa değerlerinden azına elden çıkarılmak zorundadır. Ayrıca, bunların bir bölümünün tümüyle satılamaz hale gelmesi bile mümkündür. Toplumsal talep üretilen miktarı aştığında ise tersi olur ve metalar piyasa değerlerinin üstünde bir fiyatla satılırlar. “Metaların değerlerine mübadele edilmeleri ya da satılmaları, akılcı olandır, yani dengelerinin doğal yasasıdır; yasa, sapmalardan hareketle açıklanamaz; sapmaların yasadan hareketle açıklanması gerekir.”
“Şimdi diğer tarafa, yani talebe bakalım” der Marx. Hatırlayalım, metalar, üretken ya da bireysel tüketime girmek üzere, üretim araçları ya da geçim araçları olarak satın alınırlar ve bazı meta türlerinin her iki amaca da hizmet edebilmesi burada hiçbir şeyi değiştirmez. Demek ki, metalar sanayici kapitalistler ve bireysel ihtiyaçları karşılama bağlamında tüm tüketiciler tarafından talep edilirler. Kapitalistler tarafında üretken talep için söz konusu metanın yıllık yeniden üretim ölçeği esas olur. Kapitalistlerin satın alacağı geçim araçları ise onların bireysel talep toplamını belirler. İşçi sınıfı, alışılagelmiş ortalama yaşamını sürdürecekse, en azından daha önceki miktardaki zorunlu geçim araçlarını yeniden temin edebilmek ve yıllık nüfus artışı nedeniyle ek bir miktarı da bulabilmek zorundadır. “Diğer sınıflar için de, az ya da çok değişiklikle, aynısı geçerlidir.”
Konunun talep tarafında, giderilmesi için piyasada bir malın belirli bir miktarının bulunmasını gerektiren, belirli bir büyüklükteki belirli bir toplumsal ihtiyaç olduğu açıktır. Ama nicel olarak bu ihtiyaç tümüyle çok esnek ve dalgalıdır ve onun sabitliği yalnızca görünüştedir. Talep edebilecekleri şeyler ve bunların miktarı fiziksel gereksinimlerinin en dar sınırlarının bile altında kalan yoksulları tümüyle bir yana bırakalım. Bunun dışında, şayet geçim araçları daha ucuz ya da parasal ücretler daha yüksek olsaydı, işçiler bunların daha fazlasını satın alırdı ve söz konusu meta türlerine yönelik daha büyük bir “toplumsal ihtiyaç” ortaya çıkardı. Diğer yandan, diyelim pamuk ucuzlasaydı, kapitalistlerin pamuk talebi artar, pamuk sanayiine daha fazla ek sermaye yatırılırdı vb. “Üretken tüketim talebinin varsayımımıza göre kapitalistin talebi olduğu ve onun asıl amacının artı-değer üretimi olduğu, dolayısıyla da belirli bir meta türünü yalnızca bu amaca ulaşmak için ürettiği burada kesinlikle unutulmamalıdır.” Kapitalistin üretken tüketim temelindeki pamuk ihtiyacı, gerçekte bu taleple onun yalnızca kâr yapma arzusu içinde olduğu gerçeğini gizler.
Marx burada önemli bir tespitte bulunur: “Arz ve talep dengesizliklerini ve bunların sonucu olarak piyasa fiyatlarının piyasa değerlerinden sapmalarını görmekten kolay bir şey yoktur. Asıl güçlük, arz ile talebin denkliğinden ne anlamak gerektiğinin belirlenmesindedir.” Arz ve talep ilişkisi, şayet belirli bir üretim dalının meta kütlesinin piyasa değerinden fazlasına ya da azına değil de piyasa değerine satılmasını sağlıyorsa, dengede olur. “İlk duyduğumuz şey budur” der Marx. İkincisi ise, metalar kendi piyasa değerlerine satılabiliyorsa, arz ile talep dengededir.
Arz ve talep eşit olduğunda bunların hareketleri durur ve meta tam da bu nedenle piyasa değerine satılır. “Karşıt yönlü iki kuvvet aynı etkiye sahip olduklarında, bunlar birbirlerini götürür, dışarıya doğru hiçbir etkide bulunmazlar ve bu durumda bazı hususların söz konusu iki kuvvetin müdahalesi dışındaki nedenlerle açıklanması zorunlu olur. Buradan hareketle, arz ve talep karşılıklı olarak birbirlerini götürüp piyasa değeri üzerinde etkide bulunmuyorlarsa, piyasa değerinin neden tam da böyle olduğu konusu demek ki karanlıkta kalmaktadır.” Marx, kapitalist üretimin gerçek iç yasalarının arz ile talebin etkileşimiyle açıklanamayacağını vurgular. Kapitalist üretimin iç yasaları, arz ile talep birbirlerini dengeleyip etkide bulunmadıklarında, saf halleriyle gerçekleşmiş görünür. “Arz ve talep gerçekte hiçbir zaman denkleşmez ya da günün birinde denkleşirlerse, bu, rastlantısaldır, dolayısıyla da bilimsel açıdan 0’a eşit, yani gerçekleşmemiş sayılmalıdır.” Gerçekte arz ve talep verili hiçbir durumda denkleşmez ve piyasa fiyatları piyasa değerlerinden sapar. Piyasa değerlerinden sapan piyasa fiyatları, sapmaların artılar ve eksiler olarak birbirlerini götürmesi yoluyla, ancak ortalama sayılar açısından bakıldığında piyasa değerlerine eşitlenir. Ve bu ortalama yalnızca teorik bir öneme değil, yatırımı az çok belirli bir dönemdeki dalgalanmalara ve dengelenmelere göre hesaplanan sermaye için pratik bir öneme sahiptir.
Arz ve talep bağıntısı bir yandan piyasa fiyatlarının piyasa değerlerinden gösterdiği sapmaları açıklarken, diğer yandan bu sapmaların etkisinin yok edilmesi eğilimini açıklar. Arz ve talep eşitsizliklerinin yol açtığı etki çok farklı biçimlerde ortadan kaldırabilir. Örneğin talebin ve dolayısıyla piyasa fiyatının düşmesi, sermayenin o alandan çekilmesine ve böylece arzın daralmasına yol açabilir. Veya arz-talep dengesizliği, o metanın piyasa değerinin gerekli emek-zamanı kısaltan buluşlar aracılığıyla düşürülmesine ve böylece piyasa fiyatıyla eşitlenmesine de yol açabilir. Ya da talebin artması ve böylece piyasa fiyatının piyasa değerinin üzerine çıkması, bu üretim dalına çok fazla sermayenin akmasına yol açabilir. Böylece üretim öylesine genişler ki, piyasa fiyatı piyasa değerinin bile altına düşebilir.
Arz ve talep piyasa değerini değil fakat o değerin etrafında dans eden piyasa fiyatını belirler. Piyasa fiyatı ise neticede arz ve talebi belirler. “Talep söz konusu olduğunda bu söylenen apaçıktır, çünkü talep, fiyatlarla ters yönde hareket eder; fiyatlar düştüğünde artar ve yükseldiğinde azalır. Ama arz için de aynısı geçerlidir.” Çünkü arz edilen metalara giren üretim araçlarının fiyatları, bu üretim araçlarına yönelik talebi ve dolayısıyla bunlarla üretilen metaların arzını da belirler. Örneğin pamuk fiyatları, pamuklu ürünlerin arzı için belirleyicidir. Bir metanın piyasa değerine, yani içerdiği toplumsal olarak gerekli emek miktarına orantılı şekilde satılması için, bu meta türünün toplam kütlesi için kullanılan toplumsal toplam emek miktarı bu metaya duyulan efektif toplumsal talebe karşılık gelmek zorundadır. Rekabet mekanizması, arz-talep ilişkisindeki dalgalanmalara karşılık gelen piyasa fiyatı dalgalanmaları aracılığıyla, sürekli olarak, her bir meta türü için kullanılan toplam emek miktarını bu düzeye indirmeye çalışır.
Arz belli bir tür metanın satıcılarının ya da üreticilerinin toplamına, talep ise aynı tür metanın (hem üretken ve hem de bireysel) alıcılarının ya da tüketicilerinin toplamına eşittir. Bu toplamlar birbirleri üzerinde, birimler halinde bir araya gelmiş kuvvetler olarak etkide bulunurlar. Birey burada ancak, toplumsal gücün bir parçası, genel kitlenin bir atomu sayılır ve işte rekabet bu biçim içersinde üretim ve tüketimin toplumsal niteliğini ortaya çıkartır. İster arz ister talep tarafı söz konusu olsun, toplamı oluşturan bireylerin birbirlerine bağımlılığı ancak bu biçim içersinde kendisini gösterir ve arz ya da talebin kuvvetli tarafı daima hasmına karşı az çok birleşmiş bir bütün olarak hareket etmiş olur.
Belirli meta türüne yönelik talep arzdan büyükse, rekabet temelinde bir alıcı (belirli sınırlar içinde) bir başkasından yüksek fiyat verir ve böylece metanın fiyatını tüm alıcılar için piyasa değerinin üzerine yükseltir. Diğer tarafta ise satıcılar hep birlikte yüksek bir piyasa fiyatıyla satış yapmaya çalışırlar. Tersine arz talepten büyükse, biri daha ucuza satmaya başlar ve diğerleri onu izlemek zorunda kalırken, alıcılar hep birlikte piyasa fiyatını piyasa değerinin altına düşürmeye çalışırlar. “Ortak taraf, her bir bireyi, yalnızca, onunla birlikte olduğunda ona karşı olacağı duruma göre daha fazla kazandığı sürece ilgilendirir.” İlgili taraf daha zayıf hale geldiği an, hareket birliği sona erer ve herkes kendi başına hareket ederek mevcut durumdan mümkün olan en iyi şekilde sıyrılmaya çalışır. Bir taraf daha avantajlı bir durum elde edince, o tarafta olan herkes kazanır ve bunlar sanki ortak bir tekel kurmuş gibi olurlar. Taraflardan biri daha zayıf duruma düşerse, herkes daha güçlü olmak (örneğin daha düşük üretim maliyetleriyle çalışmak) ya da en azından mevcut durumdan mümkün olan en iyi şekilde kurtulmak için çaba harcayabilir. Bu gibi durumlarda attığı her adım yalnızca kendisini değil, aynı zamanda bütün kader arkadaşlarını da etkileyeceği halde, ben kendimi kurtarayım da geriye kalanın canı cehenneme der.
Kapitalist üretimde önemli olan şey, dolaşımdan, üretime yatırılan sermayenin büyüklüğüyle orantılı bir artı-değeri (kârı) çekmektir. Burada önemli olan, metaları ortalama kârı sağlayan fiyatlarla, yani üretim fiyatlarıyla satmaktır. “Sermaye, her bir kapitalistin toplumsal toplam sermayedeki payıyla orantılı olarak katıldığı bir toplumsal güç olarak kendi bilincine bu biçimde ulaşır.” Kapitalist üretim, özünde, ürettiği metanın kullanım değeri karşısında kayıtsızdır; kapitalist için önemli olan tek şey, artı-değer üretmek, emeğin ürününde yer alan belirli bir miktardaki karşılığı ödenmemiş emeğe el koymaktır. “Ve aynı şekilde, emeğinin özgül karakteri karşısında kayıtsız olması, sermayenin gereksinimlerine göre kendisini dönüştürmesi ve bir üretim alanından bir başkasına savrulmasına izin vermek zorunda olması, sermayenin boyunduruğu altına sokulmuş olan ücretli emeğin doğasından kaynaklanır.”
Metalar kendi değerlerine satılırsa, farklı üretim alanlarında bunlara yatırılmış olan sermaye kütlelerinin farklı organik bileşimlerine bağlı olarak çok farklı kâr oranları ortaya çıkar. Ne var ki sermaye, daha düşük kâr oranlı bir alandan çekilip daha yüksek kâr getiren bir başkasına yönelir. Sermaye, kâr oranlarının farklı yerlerdeki yükselip alçalmalarına bağlı bu hareketi aracılığıyla öyle bir arz-talep ilişkisi yaratır ki, farklı üretim alanlarındaki ortalama kâr eşitlenmeye başlar ve böylece metaların kendi değerleri üretim fiyatlarına dönüşür. “Verili bir ulusal toplumda kapitalist gelişme düzeyi ne kadar yüksekse, yani ilgili ülkenin koşulları kapitalist üretim tarzıyla ne kadar uyumlu hale geldiyse, sermaye de bu eşitlenmeyi az çok gerçekleştirebilecek duruma gelmiş demektir. Kapitalist üretimin ilerlemesiyle birlikte onun koşulları da gelişir ve kapitalist üretim, üretim sürecini çerçeveleyen tüm toplumsal ön koşulları kendi özgül karakterine ve kendisine içkin olan yasalara tabi kılar.”
Sürekli eşitsizliklerin sürekli olarak dengelenmesi, gerek sermaye gerek emek gücü bir üretim noktasından bir başkasına ne denli hızlı biçimde kaydırılabiliyorsa, o kadar hızlı bir şekilde gerçekleşir. Sermayenin hareket özgürlüğü, toplumun sınırları içinde eksiksiz ticaret özgürlüğünü ve kapitalist üretim tarzının kendisinden kaynaklananlar dışındaki tüm tekellerin ortadan kaldırılmasını şart koşar. Bu koşul, ayrıca, kredi sisteminin gelişmesini ve son olarak da, farklı üretim alanlarının kapitalistlere tabi hale gelmesini gerektirir. Son olarak, büyük bir nüfus yoğunluğu gereklidir. Emek gücünün hareket özgürlüğü ise, “işçilerin bir üretim alanından bir başkasına ya da bir yerel üretim merkezinden herhangi bir başkasına geçmesini engelleyen tüm yasaların kaldırılmasını; işçinin kendi emeğinin içeriğine kayıtsızlığını; emeğin tüm üretim alanlarında mümkün olduğu ölçüde basit emek düzeyine düşmesini; işçiler arasındaki her tür mesleki önyargının ortadan kalkmasını; son olarak ve özellikle, işçinin kapitalist üretim tarzının boyunduruğu altına sokulmasını gerektirir”.
Ortalama kâr, sermayenin her 100 birimi başına ürettiği ortalama artı-değerle aynıdır. Ortalama kâr söz konusu olduğunda, kâr oranının belirleyici öğelerinden biri olarak yatırılmış sermayenin değeri önemlidir. “Bir kapitalistin ya da belirli bir üretim alanının sermayesinin doğrudan doğruya kendisi tarafından istihdam edilen işçilerin sömürülmesiyle sağladığı özel çıkar, ya istisnai derecede fazla çalışma ya da ücretin ortalamanın altına düşürülmesi ya da kullanılan emeğin istisnai üretkenliği sayesinde, bir ekstra kazancın, ortalama kârı aşan bir kârın elde edilebilmesiyle sınırlıdır.” Emeğin sömürülme derecesi, işgünü veriliyken ortalama emek yoğunluğuna ve yoğunluk veriliyken işgününün uzunluğuna bağlıdır. Emeğin sömürülme derecesi, artı-değer oranının yüksekliğini, yani değişen sermayenin toplam kütlesi veriliyken artı-değerin büyüklüğünü ve dolayısıyla kârın büyüklüğünü belirler.
Tek tek her bir kapitalistin kendi faaliyet alanının bütününden ayrı olarak, kendisi tarafından sömürülen işçilerin sömürüsüne karşı duyduğu özel ilgi ve çıkarı aynıdır. Belirli bir alanın ya da bu alanın içindeki tek bir işletmenin kendine özgü emek üretkenliği, ona toplam sermayeden farklı olarak ekstra bir kâr elde etme olanağı sağlıyorsa bu yalnızca onu ilgilendirir. “Dolayısıyla, burada, kapitalistlerin, her ne kadar kendi aralarındaki rekabet sırasında yalancı biraderler olarak davransalar da, işçi sınıfının bütünü karşısında neden gerçek bir mason örgütü oluşturduklarının matematiksel olarak kesin bir kanıtıyla karşı karşıyayız.”
Hatırlayalım, üretim fiyatı ortalama kârı içerir. Burjuva iktisatçılarının hiçbiri üretim fiyatı ile meta-değer arasındaki farkı açıklamamıştır. Fakat metaların değerlerinin emek-zamanla, yani bunların içerdikleri emek miktarı ile belirlendiğine karşı çıkan iktisatçılar, piyasa fiyatlarının çevrelerinde dalgalandığı merkezler olarak üretim fiyatlarından söz etmişlerdir. Marx bunun nedenini açıklar. Çünkü üretim fiyatı, meta değerinin fazlasıyla dışsallaşmış ve rekabette ortaya çıkan, dolayısıyla bayağı kapitalistin ve aynı zamanda bayağı iktisatçının bilincinde var olan bir biçimdir.
Marx’ın incelemeleri, piyasa değerinin nasıl olup da her bir üretim alanında en iyi koşullarda üretimde bulunanlar için bir artı-kârı içerdiğini göstermiştir. “Bunalım ve genel olarak aşırı üretim durumları bir yana bırakıldığında, bu, piyasa değerlerinden ya da piyasa üretim fiyatlarından ne kadar saparlarsa sapsınlar, tüm piyasa fiyatları için geçerlidir. Çünkü metalar çok farklı bireysel koşullar altında üretilmiş ve bu nedenle çok farklı maliyet fiyatlarına sahip olsalar bile, piyasa fiyatları aynı tür metalar için aynı fiyatların ödendiği anlamına gelir. Fakat burada, ister yapay olsunlar ister doğal, kelimenin alışılagelmiş anlamıyla tekellerin ürünü olan artı-kârlardan söz edilmediğini de unutmamak gerekir.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /9, 2 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8254