Bölüm 11: Genel Ücret Dalgalanmalarının Üretim Fiyatları Üzerindeki Etkileri
Marx bu bölümde, harekete geçirilen emek miktarının aynı kaldığı fakat ücretlerin yükseldiği bir durumu rakamsal örnekler eşliğinde ele alır. Daha önceki açıklamalardan hatırlanacağı üzere, diğer her şey aynı kalırken ücretlerdeki genel bir yükselme artı-değer oranının düşmesi anlamına gelecektir. Öte yandan, ortalama sermaye için kâr ile artı-değerin aynı olduğu da hatırlanmalıdır. Ortalama bileşimli sermayenin ürettiği metaların üretim fiyatı bu metaların kendi değeriyle çakıştığından, kullanılan emek miktarı aynı kalırken ücretlerin yükselmesi durumunda söz konusu metaların üretim fiyatı değişmeyecektir. Çünkü bu durum kârın azalmasına yol açar, ama bu azalmayı değişen sermaye miktarındaki artış dengelediğinden metaların değerinde ve fiyatında herhangi bir değişim olmaz. Bileşimi ortalama toplumsal sermaye bileşiminden düşük olan bir sermaye içinse sonuç değişik olacak ve burada üretilen aynı tip metanın üretim fiyatı kendi değerinden yüksek bulunacaktır. Tersine, bileşimi ortalama sermayenin bileşiminden yüksek bir sermaye yatırımında, üretilen söz konusu metanın üretim fiyatı kendi değerinin altında kalacaktır.
Ancak elde edilen bu sonuçlara toplam sermaye varsayımı açısından bakıldığında, yükseliş ve düşüşler birbirini götürür. Marx bu varsayım temelinde, ortalama bileşimli toplumsal sermayenin metalarının üretim fiyatının aynı kaldığını ve ayrı ayrı sermayelerin ürünlerinin üretim fiyatlarının toplamının, toplam sermaye tarafından üretilen değerlerin toplamına eşit olacağını belirtir.
Marx daha sonra ise, işçi ücretlerindeki genel bir düşüş ve kâr oranındaki genel bir yükselişin, ortalama toplumsal bileşimden karşıt yönlerde sapan sermayelere ait metaların üretim fiyatları üzerinde ne şekilde etkide bulunduğu sorusunu ele alır. Bunun yanıtını bulabilmek için tek yapılması gereken, yukarıdaki açıklamayı tersine çevirmektir. Bu temelde gerekli değişiklikler yapıldığında, ücretlerdeki genel bir düşüşün, artı-değer oranında ve diğer koşullar aynı kalırken kâr oranında genel bir yükselişe yol açacağı görülür. Keza, daha düşük bileşimli sermayelerin meta-ürünleri için üretim fiyatlarında bir düşüşe ve daha yüksek bileşimli sermayelerin meta-ürünleri için üretim fiyatlarının yükselmesine neden olacaktır.
Yukarıda incelenen her iki durumda da (işçi ücretlerinin yükselmesi ve düşmesi), hem işgününün hem de tüm geçim araçlarının fiyatlarının aynı kaldığı varsayılmıştır. Fakat ücretlerdeki yükseliş ya da düşüş zorunlu geçim araçlarının değerlerindeki değişimden kaynaklanıyorsa, yukarıda söylenenlerde değişiklik yapma gereksinimi, bu değişimin sermaye öğelerinin değerlerini de etkilemeleri durumunda gündeme gelebilir. “Ama söz konusu metalar sadece ücretleri etkiliyorsa, buraya kadarki açıklamalar, söylenmesi gereken her şeyi içerir.”
Bölüm 12: Tamamlayıcı Açıklamalar
1. Üretim fiyatında bir değişikliği gerekli kılan nedenler
Marx, bir metanın üretim fiyatının ancak iki nedenle değişebileceğini belirtir.
Birincisi, genel kâr oranı değişir. Bu durum, yalnızca, ortalama artı-değer oranının değişmesi ya da ortalama artı-değer oranı aynı kalırken el koyulan artı-değerler tutarının yatırılmış olan toplam toplumsal sermaye tutarına oranının değişmesi yoluyla mümkün olabilir. “Her iki durum için de şu yasa geçerlidir: Bir metanın üretim fiyatı, genel kâr oranındaki bir değişim nedeniyle değişirse, bu metanın kendi değerinin değişmeden kalmış olması mümkün olsa bile, diğer metalarda bir değer değişimi gerçekleşmiş olmak zorundadır.”
İkincisi, genel kâr oranı değişmez. Bu durumda, bir metanın üretim fiyatı, yalnızca, kendi değeri değiştiği için değişebilir. Örneğin pamuk ipliğinin fiyatı, ham pamuğun daha ucuza üretilmesi veya eğirme işindeki üretkenliğin daha iyi makineler sayesinde artması nedeniyle düşebilir. Fakat sonucu etkileyen faktörlerdeki artış ve azalmaların birbirini götürmesi durumunda, bazı metaların değeri değişse bile onların üretim fiyatları aynı kalabilir. Zira unutmamak gerekir ki, üretim fiyatı, yalnızca ilgili metanın değeriyle değil, tüm metaların toplam değeriyle belirlenir. “Dolayısıyla, A metasındaki bir değişiklik, B metasındaki karşıt yönlü bir değişiklikle, genel ilişkinin aynı kalmasını sağlayacak şekilde dengelenebilir.”
II. Ortalama bileşimli metaların üretim fiyatı
Ortalama bileşimli sermayeler tarafından üretilmiş olan metalarda da, bazı metalar için üretim fiyatı o metaların kendi değerinden sapabilir. “Ne var ki, bu olasılık, ortalama bileşimli metalar için ileri sürülmüş olan önermelerin doğruluğundan hiçbir şey eksiltmez.” Çünkü bu metalara düşen kâr miktarı, kendi içerdikleri artı-değer miktarına eşittir.
III. Kapitalistin telafi gerekçeleri
Rekabetin, farklı üretim alanlarının kâr oranlarını ortalama kâr oranına eşitlediğini ve tam da bu yolla söz konusu farklı alanların ürünlerinin değerlerini üretim fiyatlarına dönüştürdüğünü hatırlayalım. “Bu da, sermayenin, sürekli olarak, bir alandan, kârın o an için ortalamanın üzerinde olduğu bir başkasına aktarılmasıyla gerçekleşir; ne var ki, burada, belirli bir dönemde belirli bir sanayi dalında kötü ve iyi yılların birbirlerini izlemesinden kaynaklanan kâr dalgalanmalarının da göz önünde bulundurulması gerekir. Sermayenin farklı üretim alanları arasındaki bu kesintisiz giriş ve çıkışları, kâr oranında, karşılıklı olarak birbirlerini az çok dengeleyen ve dolayısıyla kâr oranını her yerde aynı ortak ve genel düzeye indirgeme eğilimine sahip olan yükseliş ve düşüş hareketlerine yol açar.” Marx burada, çok tutulan belirli mallarda birdenbire ortaya çıkan spekülasyon nöbetlerinin gösterdiği üzere, sermaye kütlelerini sıra dışı bir çabuklukla bir işkolundan çekip aynı çabuklukla bir başkasına fırlatabilen tüccar sermayesinin şimdilik hesaba katılmadığını belirtir. Ayrıca, gerçek üretim alanlarında (sanayi, tarım, madencilik vb.) sermayenin bir alandan bir başkasına aktarılması, özellikle de elde bulunan sabit sermaye nedeniyle, ciddi zorluklar içerir.
Rekabetin ortalama kârın ve üretim fiyatlarının oluşumundaki etkisine karşın, rekabet üretim hareketine hükmeden değer belirlenimini göstermez. Oysa üretim fiyatlarının farklı oluşunun arkasında yatan ve son çözümlemede onları belirleyen şey içerdikleri değerdir. Bu gerçekliğe rağmen, piyasa fiyatlarının çeşitli nedenlerle dalgalanması benzeri durumlar, hem değerin emek-zamanla belirlenmesiyle, hem de artı-değerin karşılığı ödenmemiş artı-emekten oluşan doğasıyla çelişir gibi görünür. “Dolayısıyla, rekabette her şey tersine dönmüş görünür.”
Ayrıca, kapitalist üretim belirli bir gelişme derecesine ulaşıp, ortalama fiyatlar ve bunlara karşılık gelen piyasa fiyatları belirli bir süreliğine istikrar kazandıktan sonra, bu eşitlenme sırasında belirli farklılıkların birbirlerini götürdüğü tek tek kapitalistlerin bilincine çıkar. Böylece kapitalistler bu hususu karşılıklı hesaplamalarına da dahil ederler. Buradaki temel düşünce, ortalama kârın kendisidir, yani eşit büyüklükteki sermayelerin aynı süreler içinde eşit büyüklükte kârlar getirmek zorunda oldukları düşüncesidir. “Kapitalistin, örneğin, metalarının üretim sürecinde daha uzun bir süre boyunca kalması ya da daha uzak piyasalarda satılmak zorunda olması nedeniyle daha yavaş devir yapan bir sermayenin, bu nedenle yitirdiği kârı da hesaba katacağı, yani fiyat artışı yoluyla zararını telafi edeceği şeklindeki değerlendirmesi de bu düşünceye dayanır.” Gemi işletmeciliğinde görüldüğü üzere, daha büyük risklerle karşı karşıya olan sermaye yatırımlarının daha yüksek fiyatlar aracılığıyla bir tazminat elde edecekleri değerlendirmesi için de aynısı geçerlidir.
Marx bu bağlamda, kapitalist üretimin gelişimiyle birlikte sigortacılık da gelişir gelişmez riskin tüm üretim alanları arasında dağıtıldığına dikkat çeker. Fakat daha yüksek risklerle karşı karşıya olanlar daha yüksek sigorta primleri öder ve bunları kendi metalarının fiyatlarıyla tazmin ederler. Pratikte, tüm bunların anlamı, bir sermaye yatırımını daha az ve bir başkasını daha fazla kârlı kılan her bir koşulun, kapitalistler tarafından geçerli bir telafi gerekçesi olarak hesaba katılacağıdır. Ancak, piyasadaki rekabet mekanizmasıyla oluşan ortalama kâr, kârın gerçek kaynağı olan artı-değer sömürüsünü gizler. Bu nedenle, kapitalistler piyasa işleyişinde ortalamayı yaratan telafi gerekçelerinin, toplam artı-değerden alınan payları eşitlediğini değil de kârın kendisini yarattığını düşünürler.
ÜÇÜNCÜ KISIM: KÂR ORANININ DÜŞME EĞİLİMİ YASASI
Bölüm 13: Yasanın Kendisi
Marx bu önemli konunun açıklamasına, artı-değer oranıyla kâr oranı arasındaki farkı hatırlatarak başlar. İşçi ücreti ve işgünü uzunluğu veriliyken, örneğin 100 sterlinlik değişen sermaye 100 işçinin bir haftalık ücreti olsun. Bu 100 işçi bir işgünü içinde eşit miktarda gerekli emek ve artı-emek harcıyorsa, bu durumda haftalık toplam değer-ürünleri 200 sterline eşit olur ve onlar tarafından üretilen artı-değer haftalık100 sterlin tutar. Ama daha önce görmüş olduğumuz gibi, kâr oranı artı-değerin toplam sermayeye oranına eşittir. O nedenle, değişmeyen sermayenin farklı büyüklükleri toplam sermaye büyüklüğünü de değiştirir ve farklı büyüklükler kendilerini çok farklı kâr oranlarıyla ifade eder.
Daha da önemlisi, eğer sermayenin bileşimindeki bu tedrici değişim yalnızca bazı üretim alanlarında değil de az çok tüm ya da en azından belirleyici üretim alanlarında gerçekleşirse (yani toplam sermayenin ortalama organik bileşimi değişirse), ortaya çıkan sonuç şu olur: Değişmeyen sermaye değişen sermayeye oranla adım adım büyür ve artı-değer oranı aynı kalırken, gidişat genel kâr oranındaki tedrici bir düşüşle sonuçlanır. Bu noktada unutulmaması gereken bir husus vardır. Kapitalist üretim tarzının gelişimiyle birlikte, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye ve dolayısıyla da harekete geçirilen toplam sermayeye oranla göreli bir azalma sergilemesi kapitalist üretim tarzının bir yasasıdır. Çünkü kapitalist üretimin emek üretkenliğini artıran yöntemleri sayesinde, verili bir değer büyüklüğündeki değişen sermaye tarafından harekete geçirilen aynı nicelikte emek gücü, aynı süre içinde sürekli büyüyen bir emek araçları, makineler ve her türden sabit sermaye, ham ve yardımcı maddeler kütlesini (yani sürekli büyüyen bir değişmeyen sermayeyi) harekete geçirebilir.
Değişmeyen sermayenin bu artan değer büyüklüğüne rağmen, üretilen meta miktarının artması neticesinde parça başına düşen değişmeyen ve değişen sermaye harcaması azalacaktır. Kapitalizm geliştikçe, her bir ayrı ürün, emeğe yatırılan sermayenin üretim araçlarına yatırılan sermayeye oranla çok daha büyük olduğu daha alt üretim aşamalarına kıyasla daha küçük bir emek miktarı içerecektir. Bu olgular kapitalist üretimin gerçek eğilimini ifade eder. Kapitalist üretim, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranla giderek azalmasıyla, toplumsal sermayenin giderek daha yüksek bir organik bileşime sahip olmasına yol açar. Bunun dolaysız sonucu ise, emeğin sömürülme derecesi aynı kalır ve hatta yükselirken, artı-değer oranının kendisini sürekli olarak azalan bir genel kâr oranıyla ifade etmesidir. Marx, bu azalmanın neden mutlak biçimde değil de aşamalı bir düşme eğilimi olarak ortaya çıktığını ilerleyen bölümde ele alacağını belirtir.
“Genel kâr oranının aşamalı olarak azalması eğilimi, emeğin toplumsal üretici gücünün giderek gelişmesinin kapitalist üretim tarzına özgü bir ifadesinden başka bir şey değildir.” Kâr oranı başka nedenlerle geçici olarak düşebilir. Fakat kapitalist üretim tarzının gelişim sürecinde genel ortalama artı-değer oranının kendisini düşen bir genel kâr oranıyla ifade etmek zorunda olması apaçık bir gerekliliktir. Kullanılan canlı emek kütlesi, onun tarafından harekete geçirilen üretim araçları kütlesine oranla sürekli olarak azaldığından, bu canlı emeğin karşılığı ödenmeyen ve kendisini artı-değerde nesnelleştiren kısmı da, kullanılan toplam sermayenin değer büyüklüğüne oranla sürekli olarak azalmak zorundadır. Artı-değer kütlesinin kullanılan toplam sermayenin değerine oranı kâr oranını oluşturduğuna göre, bu oran sürekli olarak düşmek zorundadır.
Marx buradaki açıklamalar temelinde söz konusu yasa ne kadar basitçe anlaşılabiliyorsa, burjuva iktisadın onu keşfetmek konusunda o kadar başarısız olduğunu vurgular. “Bugüne kadarki iktisat, bu görüngünün farkına vardı ve onu açıklamak için çelişkili girişimlerde bulunurken büyük acılar çekti. Bu yasanın kapitalist üretim açısından taşıdığı büyük önem göz önünde bulundurulduğunda, onun, Adam Smith’ten beri tüm ekonomi politiğin çözmeye çalıştığı temel gizem olduğu ve A. Smith’ten beri, farklı okullar arasındaki ayrımın, onun çözümüne yönelik girişimlerin farklılığından kaynaklandığı söylenebilir.” Ama diğer taraftan, ekonomi politik, değişmeyen sermaye ile değişen sermaye arasındaki ayrımın çevresinde dolanmış, ne var ki onu hiçbir zaman kesin şekilde formüle edememiştir. Artı-değeri hiçbir zaman kârdan ayrı olarak ve kârın kendisini de onun farklı ve birbirlerinden bağımsızlaşmış (sınai kâr, ticari kâr, faiz, toprak rantı gibi) bileşenlerinden farklı, saf haliyle ortaya koyamamıştır. Sermayenin organik bileşimindeki farklılıkları ve dolayısıyla da genel kâr oranının oluşumunu hiçbir zaman kapsamlı şekilde çözümleyememiştir.
Marx, kendisinin bu yasayı kasıtlı olarak, kârın birbirlerinden bağımsızlaşmış olan farklı kategorilere bölünmesini göstermeden sunduğunu vurgular. Böylece söz konusu yasanın, kârın sınai kâr, ticari kâr, faiz, toprak rantı gibi farklı kategorilerdeki kişilere düşen farklı parçalara bölünmesinden bağımsız olarak, genelliği içinde ortaya konulduğu en baştan kanıtlanmış olur. Burada sözü edilen kâr, yalnızca, artı-değer için kullanılan bir başka isimdir. Kâr oranı söz konusu olduğunda ise, artı-değer, kaynağında yer alan değişen sermayeyle ilişkisi yerine, yalnızca toplam sermayeyle ilişkisi içinde gösterilir. O halde, kâr oranının düşmesi, artı-değerin yatırılmış toplam sermayeye oranındaki düşüşü ifade eder ve bu nedenle de söz konusu artı-değerin farklı kategorilere hangi şekilde dağıldığından tümüyle bağımsızdır.
Marx burada önemli bir noktaya dikkat çeker ve söz konusu yasanın farklı ülkelerde nasıl işlediğine dair fikir verir. Örneğin daha az gelişmiş olan ülkede emek daha az üretken olsaydı ve bu nedenle daha büyük bir emek miktarı gelişmiş ülkeye oranla aynı metanın daha az bir miktarını temsil etseydi durum farklı olurdu. Şöyle ki, daha az gelişmiş ülkede işçi üretim zamanının daha büyük bir bölümünü kendi geçim araçlarını üretmek için ve daha küçük bir bölümünü artı-değer üretmek için kullanırdı. Böyle olduğunda, toplam sermaye içinde değişen sermaye oranı büyüdüğünden, karşılaştırılan iki tip ülkedeki kâr oranları arasındaki fark ortadan kalkabilir ve hatta tersine dönebilirdi.
Marx, kendi döneminde farklı gelişme aşamalarındaki ülkeleri (örneğin İngiltere ile Hindistan) karşılaştırır. Hindistan’da henüz diyelim tefeci faizinin yüksekliği nedeniyle, ulusal kâr oranının yüksekliğini örneğin ulusal faiz oranının yüksekliğiyle ölçmenin çok yanlış olacağını belirtir. Çünkü az gelişmiş ülkelerde tefeci faizi, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki gibi üretilen artı-değerin ya da kârın özdeş bir parçasından ibaret değildir; tüm kârı ve kârdan fazlasını içerir. “Diğer yandan, faiz oranı burada, asıl olarak, kârla hiçbir ilişkileri bulunmayan ve bunun yerine, yalnızca, tefeciliğin toprak rantına hangi ölçüde el koyacağını gösteren ilişkiler (tefecinin toprak rantını elde eden büyük toprak sahiplerine verdiği öndelikler) tarafından belirlenir.”
Kapitalist üretimin farklı gelişme aşamalarında bulunan ve dolayısıyla sermayenin organik bileşimlerinin farklı olduğu ülkelerde, artı-değer oranı (kâr oranını belirleyen etmenlerden biri), olağan işgününün daha kısa olduğu bir ülkede, bunun daha uzun olduğu bir başkasındakine göre daha yüksek olabilir. Marx’ın kendi döneminden örneklediğine göre, diyelim daha yoğun olması nedeniyle İngiltere’deki 10 saatlik bir işgünü, Avusturya’daki 14 saatlik bir işgününe eşit olsun. Her ikisinde de işgünü gerekli emek ve artı-emek bakımından yarı yarıya bölündüğünde, İngiltere’deki 5 saatlik artı-emek, dünya pazarında Avusturya’daki 7 saatlik artı-emeğe göre daha yüksek bir değeri temsil edebilir.
Marx, aynı veya yükselen bir artı-değer oranını ifade eden kâr oranının düşmesi yasasının, ortalama toplumsal sermayenin örneğin 100’lük bir parçasının giderek daha büyük bir bölümünün emek araçlarından ve giderek daha küçük bir bölümünün canlı emekten oluştuğu anlamına da geldiğini belirtir. Dolayısıyla, karşılığı ödenmemiş emek ve bunu temsil eden değer parçası da, yatırılmış olan toplam sermayenin değerine oranla azalır. Bir başka deyişle, yatırılmış olan toplam sermaye, kendi büyüklüğüne oranla giderek daha az artı-emek soğurur. Değişen ve değişmeyen sermayenin mutlak olarak büyümesine karşın, değişen sermayenin göreli olarak küçülmesi ve değişmeyen sermayenin göreli olarak büyümesi, emek üretkenliğindeki artışın farklı bir ifadesinden başka bir şey değildir. Kâr oranının giderek düşmesi yasası, toplumsal sermayenin ya da tek tek kapitalist sermayelerin büyüyen bir emek ve dolayısıyla artı-emek kütlesine komuta etmelerini hiçbir şekilde engellemez.
Kâr oranının düşmesinin nedeni, canlı emek kütlesinin azalması değil, onun harekete geçirdiği ölü emeğin (daha önce üretilmiş üretim araçlarında nesnelleşmiş emeğin) kütlesinin artmasıdır. Marx konuyla ilgili önemli bir vurgu yapar: “Azalma mutlak değil görelidir ve gerçekten de, harekete geçirilen emek ve artık emek kütlesinin mutlak büyüklüğüyle bir ilgisi yoktur. Kâr oranının düşmesi, toplam sermayenin değişir bileşenindeki mutlak bir azalmadan değil yalnızca göreli bir azalmadan, bu bileşenin değişmez bileşene oranla azalmasından kaynaklanır.”
Bu noktaya kadar yapılan açıklamalar temelinde, örneğin artı-değer kütlesi yarı yarıya büyürken, kâr oranının eskisinin yarısına kadar düşebileceği rahatlıkla anlaşılabilir. Keza, aynı temelde, kâr kütlesinin toplam sermayeye oranla muazzam şekilde azalmasına rağmen, kârın mutlak büyüklüğünün artmış olabileceği hususu da hatırlanabilir. Kısacası, sermayenin kullandığı işçilerin sayısı, bir başka deyişle onun harekete geçirdiği emeğin mutlak kütlesi, dolayısıyla da onun emdiği artı-emeğin mutlak kütlesi yani onun ürettiği artı-değerin kütlesi, nihayetinde onun ürettiği kârın mutlak kütlesi, kâr oranının artan oranlı düşüşüne rağmen büyüyebilir. “Ve bu, yalnızca olası bir durum olamaz. Geçici dalgalanmalar bir yana bırakılırsa, kapitalist üretim temeli üzerinde, ortaya çıkması zorunlu olan durum budur.” Marx’ın altını çizdiği bu husus konunun kavranması açısından son derece önemlidir. Zira bu, Marx’ın azalan kâr oranı eğilimi yasasını derinden kavramayıp, yalnızca yıllık kâr miktarları veya oranları üzerinden karşılaştırmalarla kapitalizmin gidişatını kestirmeye çalışanların yanılgısını çarpıcı biçimde gözler önüne serer.
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /10, 2 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8273