Bu kitapta yer alan dizelerin yazılışının üzerinden uzun yıllar geçti. Eski kuşağın yaşamını doğrudan ve derinden etkileyen 12 Eylül dönemi, genç kuşaklara, özellikleri pek de bilinmeyen geçmiş bir tarihin puslu bir kesiti olarak görünüyor. Oysa bu zaman dilimini bizzat yaşamış olanlar için, 1980 dönemeci, gündelik yaşamda hâlâ dilden düşmeyen bir milat gibidir.
12 Eylül dönemi bu topraklarda yaşayan devrimci insana, faşizmin gerçekte ne demek olduğunu doğrudan öğretti. Faşizm “içerde” olana da olmayana da baskı ve işkencenin acısını fazlasıyla yaşattı. O günlerin beraberinde getirdiği ölümlerin acısı unutulamaz; insanların yüreklerinde açtığı yaralar hâlâ sızlar. Zor günler zor sınavlara çeker insanı. Çekilen tüm acılara karşın, devrimci bayrağı yarınlara taşıyabilmek için tarihsel iyimserliği her daim yeşertmek gerekir. İnancı ve umudu acıya katık eyleyip yola devam etmeyi becermektedir hüner. Bu noktada bazen düz yazının hükmü sona erer ve şiir egemenliğini ilan eder.
Ben bir şair değilim. Ama 12 Eylül faşizm dönemi içinde pek çoğumuzun başına geldiği gibi şiir bir süre benim de kalemime hükümran oldu. Yüreklerden kopup gelen dizeler bu kahırlı dönem boyunca çekilen acılara ve düşmana inat gövertilen dirence doğrudan tanıklık etti. Şiirlerim yalnızca böylesi bir tanıklığın ürünü olmaktan ibarettir. “Ozanlık”, yaşamın özel bir kesitinde (1981-1983) bana eşlik edip daha sonra da görünmez olan yoldaşımdır.
Akla karayı, döneklerle inançlı komünistleri ayrıştıran zor günlerin doğrudan tanığı oldu dizelerim. O günler yaşandı ve geride kaldı, yaşam ve devrimci mücadele devam ediyor. Ne var ki, geçmişini bilmeyen ya da unutan devrimcinin geleceği de olamaz. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamına kendi varlık süresini aşkın biçimde derinlemesine damgasını vuran 12 Eylül faşizm döneminin derslerini genç kuşağa aktarma görevi, o günleri bizzat yaşamış olanlarımıza düşüyor.
Düz yazının bu görevi elden geldiğince yerine getirmeye çalıştığını düşünürken, şiirlerimin kapısı genç yoldaşlarım tarafından çalındı. Bana kalsa ait oldukları anılar âleminde kendi gizli yaşamlarına devam edecek olan dizelerin gün yüzüne çıkmasının nedeni de işte bu ziyarettir.
Okuyacağınız dizeler, tamamen kendi yolunda doğrudan genç kuşakların yüreklerine uzanmaya çalışan bir duygular diyarının sesidir. Şair ya da şiir ne denli iddiasız olsa da, anlatılan öyküler çoklukla gerçekler dünyasından devrimci anılar diyarına göç edenlerin değerli hayalleridir. Ya da İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşama gözlerini açıp, farklı tarih kesitlerinin farklı koşullarında erken politize olan bir kuşağın öyküsünden dizelere yansıyan gölgelerdir.
Şiiri fazladan somutlamaya çalışmak, onun iç müziğini düz yazıya dönüştürmeye yeltenmek yanlış olurdu. Örneğin işkencede ölen bir fidanın ardından ağıt yakmaya koyulan Sevdalı Kavak’ın dizelerinde dile gelen duygular bir bakıma anonimdir. Yalnızca şu ya da bu yoldaş için değil, benzer koşullarda bizlere veda edenlerin arkasından dökülen ortak gözyaşlarıdır onlar. Ya da 18 Yaşlarında Gelen Ölümler’de olduğu üzere, beş bin insanın ölümüyle sonuçlanan 12 Eylül öncesi faşist tırmanış günlerinde yaşamdan koparılanlarımızın gece ziyaretleridir dizeler.
Devrimci mücadelenin harında yanıp erken yaşlarda aramızdan ayrılanlara, savaş yıllarının yoksulluğunu ve acılarını yaşamış büyüklerden dinlenen gerçek yaşam öyküleriyle büyüyen çocuklara ithaf ediyorum dizelerimi. Bu dizelerin geçmişi de, o çocukların arasından çıkıp gelen bir kız çocuğuna ait bulunuyor. Soğuk Savaş döneminin sirenli tatbikat günlerinde çiçekli kâğıda sarılı karamela şekeri bakkal amcada kalan herhangi bir kız çocuğuna...
Kitabı basılı olarak edinmek için Bize Yazın bağlantısı aracılığıyla bizimle iletişime geçebilirsiniz
link: Elif Çağlı, Eylül Günlüğü, Eylül 2005, https://marksist.net/node/1276