Yemen’de süren iç savaş, değil hafiflemek, çatlayan ittifaklarla daha çetrefilli hale gelerek şiddetleniyor. Savaşan ve bölünen taraflar arasında yapılan ateşkes ve anlaşmalar kısa sürede ihlal edilip silahlar patlarken, milyonlarca Yemenli göç, açlık ve ölüme sürükleniyor.[1]
Husilerin kontrol ettiği bölgelerdeki nüfus toplam nüfusun %80’i ve nüfus yoğunluğu da daha fazla. Merkezi devlet yapısı tam olarak gelişmemiş olan Yemen’de aşiretlerin ve büyük aşiret konfederasyonlarının bir ölçüde özerkliği bulunmakta ve Hadi’ye bağlı olduklarını ilan etseler de aşiretlerin tam anlamıyla merkezi hükümete bağlılıklarından bahsedilemez. Örneğin doğu vilayetlerinden Hadramut ve Mahra’nın kendi meclisleri bulunmakta. Bu durum göz önüne alındığında Yemen’de Hadi’ye en çok bağlı denebilecek bölge Sana’nın doğu komşusu olan, Yemen’in en önemli petrol bölgelerinden Marib vilayeti. Önce Başkent Sana’dan, sonra 2017’de Aden’den kovulan Hadi’nin şu anda Suudi Arabistan’da bulunması da kısmen bu nedenledir.
2011’de Yemen’i de saran Arap isyanı sürecinde 2012’de Salih devrilmiş ve yerine Hadi hükümeti geçirilmişti. Uygulamalarıyla yerel aşiretlerin tepkisini çeken Hadi yönetimi, 2014’te yaşam koşullarını protesto eden kitlelerin ve devrik Salih’in de desteğini alan Husilerce Ocak 2015’te devrildi. [2] Bu süreçte Husi ve Salih güçlerine karşı Suudi Arabistan öncülüğünde BAE’nin de dâhil olduğu Hadi yanlısı uluslararası bir savaş koalisyonu kuruldu.[3] 2017’de Salih ile Husiler arasında bir ayrışma başladı. Çatışmaların sonunda Salih tasfiye edildi. 2017’de BAE ile Suudi Arabistan arasında paylaşım anlaşmazlığına paralel olarak BAE desteğindeki GGK ile Hadi yönetimi arasında ayrışma su yüzüne çıktı. 2020’de GGK bağımsızlığını ilan etti. Taraflar arasında yapılan barış görüşmeleri ve anlaşmalar defalarca ihlal edilmiştir ve emperyalistlerce harlanan kirli savaş devam etmektedir.
Emperyalist savaşın yıkıma uğrattığı Yemen
Savaş dünyanın diğer cephelerinde olduğu gibi Yemen’de de insanlara büyük acılar yaşatıyor. [4] ABD ve İngiltere’nin El Kaide’ye hava saldırıları dâhil olmak üzere Suudi Arabistan, BAE, Husiler ve tüm taraflar kentlere ayırt etmeksizin bomba yağdırarak çoğu sivil yüz binlerce insanı katletti. Evler, okullar, hastaneler, gıda depoları, fabrikalar, su ve elektrik altyapısı, dükkânlar, pazar yerleri, düğünler, cenazeler, mülteci kampları bombalandı. Sadece ABD’nin El Kaide ve IŞİD’e yönelik olduğunu iddia ettiği hava saldırılarında 1500 kişi öldürüldü ve bu kurbanların çoğu sivildir. Husilere muhalif olan Yemenliler bile Suudi Arabistan ve ABD’ye öfke duymaktadır.
Koalisyon güçleri 2016’dan beri Husi kontrolündeki Hudeyde limanı ve Sana havalimanına girişleri kapatmış durumda. BM denetiminden geçse dahi gıda ve yakıt girişini engelliyor, aylarca yardım gemilerini bekletiyor veya başka yere yönlendiriyorlar. Bu durum halkın koşullarını daha da kötüleştirdi, kötüleştiriyor. Resmi açıklamalara göre 230 binden fazla insan öldü ve ölenlerin 131 bini açlık ve yetersiz sağlık hizmetinden dolayı hayatını kaybetti. Yemen halkının %80’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 24 milyon kişi yardıma, 16 milyonu acil yardıma muhtaç, 4 milyon insan ise savaştan kaçarak göç etti. 400 bin çocuk yetersiz besleniyor ve acil yardım sağlanmazsa açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Bir STK raporuna göre savaşın başından beri 85 bin çocuk açlıktan öldü. Husiler çocukları asker olarak cephelere sürdü.
BM’nin 16 milyon kişinin acil ihtiyaçları için 3,85 milyar dolar gerektiğini ilan etmesine rağmen, 100’den fazla devletin temsilcisi, uluslararası örgütler ve STK’ların katıldığı üst düzey bir bağış toplantısında 1,7 milyar dolar toplanması kararı alındı. Sadece İngiltere’nin 2015’ten beri Suudi Arabistan’a yaptığı silah satışının en az 13,7 milyar dolar olduğu düşünülürse emperyalist haydutlar çetesinin nasıl insanlıktan çıktığı bir kez daha görülür.
Aşılanma, temiz su, iyi tıbbi bakım, iyi beslenme ve iyi şehircilik ile etkisi hafifleyecek veya hiç görülmeyecek kolera, deng humması, difteri, Covid-19 gibi hastalıklar, sağlık sistemi ve altyapısı çökmüş durumda olan Yemen’de çok daha fazla can alıyor.
Çocuk evlilikleri için yaş alt sınırı olmayan ve kız çocukları için başlık parası geleneği olan Yemen’de savaştan sonra çocuk evlilikleri arttı, 8 yaşında çocuklar bile evlendiriliyor. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik zaten var olan şiddet ve ayrımcılık savaştan sonra arttı. Savaşan taraflar muhalif gördükleri kadınları yıpratmak ve tehdit etmek amacıyla fahişelik, hafifmeşreplik ve ahlâksızlıkla suçladılar. Bu durum ev içi şiddeti arttırdı ve kadınların ekonomik ve politik hayata katılımını daha da baskıladı.
Yemen her zaman polisin barışçıl göstericilere ateş açtığı bir ülke olagelmiştir. Hem Husiler hem Hadi hükümeti ve destekçileri hem de GGK Yemenli aktivistleri ve gazetecileri tehdit etti ve onlara saldırdı. Husiler ve Hadi yandaşları insanları çocuklar dâhil olmak üzere keyfi olarak alıkoydu veya tutukladı, gizli veya resmi hapishanelerde kadın ve erkeklere işkence etti ve cinsel saldırıda bulundu. Muhalif gördüklerini kaçırdı ve binlerce kişiyi “kaybetti”. Yemenli analar hapse atılan veya “kaybedilen” çocuklarının hakları için eylemler düzenledi ve kimi zaman başarıya ulaştı.
Kitlelerin taleplerine sahip çıkarak desteğini alan Husilerin sınıf karakteri kısa zamanda ortaya çıkmıştı. Kendine yakın duran halk kesimlerini maddi olarak desteklerken İslamî dindarlığın geleneksel olarak köklü olduğu Yemen toplumunu dini hükümler adı altında baskı altına aldı. Kuzeydeki kitleler de güneydekiler gibi zaman zaman Husilere karşı kötüleşen yaşam koşullarına karşı sokaklara çıkıyor ancak Husi yönetimi Koalisyon güçlerinin saldırılarını protesto eden emekçilerin gösterilerine saldırmazken kendilerine muhalif protestolara saldırıyor. Suudi Arabistan ve BAE’ye bağlı Yemenli, Sudanlı paralı askerler ve BAE’nin kiraladığı ABD kökenli savaş şirketlerinin işlediği savaş suçları ve katliamlar ise bu tabloyu daha da karanlık hale getiriyor.
2015’te Obama yönetimi ve İngiltere Koalisyon güçlerine silah, istihbarat ve askeri eğitim desteğine başlamıştı. Trump yönetimi Obama’nın izinden gitti, 2019’da Suudi Arabistan’a askeri desteğin kesilmesini içeren yasa tasarısını veto etti ve Mart 2020’de 73 milyon dolarlık insani yardımı Husi güçleri kullanır gerekçesiyle dondurdu. ABD yaptığı saldırıların sayısını ve saldırılarda ölen ve yaralanan sivillerin veya militan olduğu iddia edilen kişilerin sayısını –birkaç istisna haricinde– açıklamayı reddetti. Madrabazlıkla silah satışını düşük gösteren İngiltere hükümeti de sivil ölümle sonuçlanan hava saldırılarının listesini yayınlamayı reddetti. İngiltere mahkemesinde insan haklarının ihlal edildiği durumlarda silah satışını yasaklayan yasayı hükümetin ihlal ettiği karara bağlandı ancak hükümet hâlâ açık açık silah satışına devam ediyor, yasa ise kâğıt üstünde kalıyor. Diğer yandan İngiltere Yemen’e geçen yıl yaptığı 200 milyon dolarlık insani yardımı bu yıl 120 milyon dolara indireceğini açıkladı. Devasa kârları silah tekelleri cebe indirirken timsah gözyaşları döken emperyalistler için “insani kriz” kâr savaşının teferruatından ibaret. Fransa’da Macron hükümeti Yemen’de Fransız silahlarının kullanıldığını açığa çıkaran gazetecilere dava açtı. BM, koalisyonun işlediği savaş suçlarına dokunmazken sadece Husilere yaptırım uyguladı. ABD, İngiltere, Kanada, Fransa ve Avustralya bir tarafa, İran, Rusya ve Çin ise diğer tarafa silah satışı yaparak Yemen’i kana buladılar.
Tüm bunlara rağmen 2019’da İtalya’da sendikalar, Belçika’dan silah yüklemesi yapan ve yine silah yüklemesi için Fransa’ya devam edecek olan Suudi Arabistan bandıralı bir gemiye silahlar Yemen’de iç savaşta kullanılacağı için planlı sivil mal yüklemesini yapmadılar. Bu olay uluslararası işçi sınıfının eğer örgütlü olsa neleri başarabileceğinin bir işareti olarak tarihte yerini almıştır.
Yemen prizmasından Ortadoğu
ABD’nin Yemen’de Çin’in hegemonyasını genişletmesini baltalamayı amaçladığını göz önünde tutmak gerekiyor.[5] El Kaide ile ABD arasında kirli ilişkiler olduğunu reddetmek mümkün değildir. ABD’nin karıştırmak istediği ya da rakiplerinin ilerlediği coğrafyalarda El Kaide’nin ya da ona biat ettiğini açıklayan örgütlerin (örneğin Nijerya ve Boko Haram) terörist faaliyetleri tırmandırması basit bir tesadüften ibaret değildir. Çin’in Yemen’le ekonomik ilişkilerinin ilerlemesiyle 2010’dan itibaren Yemen’de El Kaide operasyonlarının artması da aynı gerçekliğe işaret etmektedir. [6]
Trump, iktidarının son günlerinde İran’ca desteklenen Husileri terör örgütü listesine almıştı. Biden ise insani krizi derinleştireceği gerekçesiyle demokratlık makyajı uyarınca listeden çıkarmış, BAE ve Suudi Arabistan’a silah satışının durdurulduğunu duyurmuştu. Ancak sadece Yemen’de kullanılacak silahların satılmayacağını, ülkenin savunması için kullanılacak silahların satışının ise devam edeceğini açıkladı. (Bu silahların Yemen’de kullanılmadığının nasıl denetleneceği şüpheli olduğu için bu göstermelik hamle burjuvazi arasındaki diplomaside bir tehdit mesajı niteliğini aşacak düzeyde değil.) İşine geldiğinde demokrasi ve insan hakları konularını düşmanlarını ve müttefiklerini hizaya getirme aracı olarak kullanan işkenceci-katil ABD devleti, Suudi Arabistan’ı Kaşıkçı cinayeti üzerinden sadece kendi işine gelecek kadarıyla sıkıştırıyor.[7] ABD’yi asıl olarak Suudi Arabistan’ın ve diğer Körfez ülkelerinin Çin’le yaptığı kârlı ticari ve askeri anlaşmalar huzursuz ediyor. Suudi Arabistan’ın en fazla ithalat ve ihracat yaptığı ülke artık Çin. ABD’nin bu hamlelerinin sebebini bu nesnel zeminde aramakta fayda var. [8]
Obama döneminde İran’ı yumuşak yöntemlerle çözüp Batı emperyalizmine entegre etmek amacıyla yapılan 2015 anlaşması (JCPOA) Suudi Arabistan ve İsrail’i rahatsız etmiş ve Suudi Arabistan Yemen’e saldırılarını arttırmıştı. [9] Trump daha ağırlı olarak İran’a yönelik saldırgan politikaları savunan sermaye kesimlerinin temsilcisiydi ve bu anlaşmadan çıktı. Bu bağlamda Biden İran’ı hizaya çekmek için daha yumuşak yöntemleri savunan kesimlerin çıkarlarına uygun olarak Suudi Arabistan’daki bin Selman kliğine mesafe koymuş olabilir. Suudi Arabistan’ın desteklediği Hadi’nin neredeyse yenilme noktasına geldiği, ambargolara rağmen Husilerin yenilemeyeceğinin anlaşılması da bu noktada önemli bir rol oynamaktadır. ABD Husilerle dolaylı veya doğrudan diplomasi kanallarının geliştirilmesinin yollarını arar görünmektedir. Bunun yanı sıra 2019’da Husilerin rafinerilere düzenledikleri etkili füze ve drone saldırıları nedeniyle İran’ı suçlayan söylemin dozunu da düşürmüştür.[10] Bununla birlikte, ABD’nin masrafları kısmak istediği, Obama’nın başkan seçildiğindeki beklentilere benzer şekilde Demokrat yönetimin dünyaya demokrasi getirmek istediği ve savaşların azalacağı yorumları açıkça yanlıştır. ABD ordusu savaş çığırtkanı Trump yönetimine kıyaslandığında Nobel Barış Ödüllü Obama döneminde daha fazla çatışmaya girmiştir. Hegemonya savaşı sertleşirken, Biden yönetiminde de ABD saldırganlığını devam ettirecektir.
Savaşın başında İran ve Rusya Husilere yönelik operasyona karşı tutum alırken Çin ateşkes çağrısı yapmasına rağmen tarafgir açıklamalardan uzak durdu. Hadi güçlerinin 2015’te Aden’i geri almasıyla Hadi güçlerine ve sonrasında kurulan Koalisyona desteğini açıkladı. Ancak Koalisyonun Yemen’e müdahalesine karşı çıktı ve Suudi Arabistan’ı saldırılardan vazgeçirmeye çalıştı ve bölgedeki müttefiki Pakistan’ı Koalisyondan çıkmaya ikna etti. Bu hamleler Çin’in Rusya ve İran’ın bakış açısına eğilimli olduğuna işaret ediyordu. Yemen Çin’in bölge hedefleri açısından stratejik bir coğrafyada. Boğazın karşı yakasındaki Cibuti’ye 2017’de askeri üs açtı. Büyük yatırımlar yaptığı Afrika’yı dünyaya bağlayan bir ticaret üssü olarak seçtiği Cibuti’nin liman, şehircilik, enerji vb. altyapısını güçlendiriyor. Bölgede yaptığı ve yapmayı planladığı yatırımların güvenliği endişesine ek olarak Ortadoğu petrolüne bağımlılığı nedeniyle savaşın durmasına ihtiyacı var. Bu açıdan her ne kadar Suudi Arabistan’a silah satışından para kazanıyor olsa da bu bölgedeki barış ve istikrar ve bütünlüklü bir Yemen, uzun erimli hedefleri açısından en çok Çin’e gerekli. Yine dünyanın ABD’den sonra ikinci büyük silah ihracatçısı olan Rusya Çin’den 4-5 kat daha fazla silah satışı yapıyor dolayısıyla devasa Çin dış ticaretinin çok daha büyük bir oranı sivil ekonomiye dayanıyor. Tabii ki şimdilik. Ayrıca Ortadoğu’daki çalkantılardan kaynaklanan fiyat dalgalanmaları petrol ithalatçısı Çin’e para kaybettiriyor. Buna karşın petrol ihracatçısı bir ülke olarak Rusya fiyat artışından Çin’e göre daha az etkilenmekte ve üstüne üstlük kâr etmekte. Dolayısıyla Çin Rusya’ya kıyasla barış talebini daha güçlü dile getiriyor. Ek olarak savaşan tüm taraflarla dengeli bir diplomasiyi devam ettiren, bekle-gör politikasıyla müdahaleci olmayan bir dış politika izliyor. Aralarındaki askeri ve ticari işbirliği ve ham petrol ihtiyacının %16’sını bu ülkeden karşılıyor olması nedeniyle Çin Suudi Arabistan ve Hadi hükümetini destekleyen bir söylem içerisinde. Suudi Arabistan ise karşılığında Doğu Türkistan, Tayvan ve Güney Çin Denizi konularında Pekin’i destekliyor. Ek olarak Çin 2018’den beri Hadi kontrolündeki Aş-şir limanından ham petrol alımı yapıyor.
BAE Koalisyondan ayrıldığını ilan etmiş ve Yemen’den büyük ölçüde birliklerini çekmiş olsa da ülkede kalan birlikleriyle olsun, GGK’ye ve yerel kuvvetlere desteğiyle olsun fiilen Yemen’deki varlığını sürdürüyor. Yerel aşiretlerden oluşturulan özel kuvvetlerin eğitimi ve finansmanına devam ediyor. Örneğin Balhaf’taki sıvı doğalgaz tesisinde 800’ü yerel güçlerden oluşmak üzere 1000 asker bulunduruyor. Yemen’de Suudi Arabistan ile neredeyse yolları ayıran BAE bir yandan İran’la gerilimi azaltmaya çalışırken diğer yandan İsrail egemenleriyle normalleşme anlaşması imzaladı. [11] BAE Mukelle, Socotra ve Aden limanlarının desteklemekte olduğu GGK’nin elinde bulunmasını istiyor, böylelikle Kızıldeniz ve Afrika Boynuzundaki etkinliği ve küresel deniz ticaretindeki etkisinin artmasını umuyordu. İsrail’le yapılan anlaşmayla Yemen’deki hedefleri için bir ittifak bulmuş oldu. Kızıldeniz’in girişine yakın stratejik bir konumda bulunan Socotra adasında BAE’nin İsrail’le birlikte casusluk amaçlı üs kuracağı ve adaya İsrailli ajanların getirildiği iddiaları basına yansıyor. GGK’nin kendisinden habersiz olarak BAE’den silah sevkiyatı yaptığını fark etmesi üzerine Socotra liman başkanını görevden alması GGK ile BAE arasında bir çatlağın, iç savaşta yeni bir kamplaşmanın ve Balkanizasyonun derinleşmesinin habercisi. Bu hamleye cüret edebilmesi GGK’nin BAE haricinde güvendiği başka emperyalist odaklar olduğunu düşündürmekte olup, Güney Yemen’le SSCB dönemine uzanan tarihsel bağları olan, topraklarında GGK temsilciliği bulunan ve diplomasi yürüttüğü Rusya en öne çıkan olasılıktır. Öte yandan BAE ABD ambargosunu paravan şirketlerle delerek İran’la ticaret yapmakta. Hâlbuki BAE henüz 2016’da Ukrayna’yı Rusya’ya bırakma karşılığında Suriye’deki İran varlığına olan desteğini çekmesi için Rusya’yı ikna etmek istiyordu ve bu amaçla Trump ekibi ile Rusya arasındaki görüşmelere aracılık ediyordu. ABD BAE ile yaptığı yüklü petrol ve silah ticaretinin de etkisiyle henüz ambargo ihlaline ses çıkarmış değil. Çin ve Rusya’yla ticari ilişkilerini ilerleten Suudi Arabistan ve BAE gibi müttefiklerine uygulayacağı sert yaptırımlar bu ülkeleri karşı kampa yaklaştırma riskini de barındırıyor. (Rusya’nın en fazla ticaret hacmi bulunan Körfez ülkesi BAE’dir).
Katar’ın para desteğiyle Yemen’in petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu eyaletlerinde İhvan (Müslüman Kardeşler) etkinliği artıyor. Özellikle BAE’li egemenler ülkelerindeki İhvan varlığını kendilerine tehdit olarak görüyorlar. Ayrıca Suudi Arabistan’ın diğer ülkelerdekinin tersine Yemen’de İhvan’a destek vermesi BAE ile Suudi Arabistan arasında gerilim konusu. İhvan ve İran ile yakınlaşması nedeniyle 2017’de Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır Katar’la ilişkileri kesmiş, Katar’ı Husi karşıtı koalisyondan çıkarmış, limanlarını abluka altına almıştı. İşgale karşı Katar’ı korumak adına Türkiye Katar’a sembolik de olsa askeri üs açmış, İran da Katar’a yardımda bulunmuştu. Emperyalist niyetlerle Katar ve Somali’de üs açan ve El Beşir’in düşmesinden önce Sudan’da üs açmaya kalkışan Türkiye de Ortadoğu’da etki alanını genişletmek istiyor. Arap basınında Türkiye, Katar ve İran desteğinde İhvan ve Husiler arasında gizli anlaşmalar imzalandığı iddiaları yer alıyor. MİT ve askeri danışmanlık şirketi SADAT’ın Yemen’de “aşırı gruplarla” savaşmak üzere paralı asker hazırlamakta olduğu ve bunun karşılığında büyük miktarlarda para alacağı, Türkiye’nin Suriye’de Cisr eş Şuğur’a 10.500 asker sevk etmesiyle bu bölgeden gelecekte “ortadan kaybolacak” militanların boşluğunu dengelemeyi amaçladığı iddia ediliyor. Yemen’deki İhvan kamplarının Türkiye’nin ülkede artmakta olan etkisinin uzantıları olduğu ve İhvan ile bağlantılı Islah Partisi kanalıyla gizli servis ajanlarını ülkeye soktuğu iddia ediliyor. Mahra valisi Türkiye’nin İHH kisvesi altında istihbarat elemanlarını sınır kapılarından sızdırdığını ve bunlardan bazılarının Şebve ve Marib’e ulaştığını açıkladı.
Türkiye iç savaşın başında Yemen elçiliğini kapatmış, Hadi hükümetinin yanında savaşa lojistik destek vereceğini açıklamıştı.[12] İç savaşın başından beri TİKA, İHH ve Kızılay gibi kurumlar aracılığıyla Yemen’e “insani yardım” kisvesi altında giren Türkiye’nin niyeti açıktır. [13] Irak, Libya ve Suriye’ye de önce “insani yardım” örtüsüyle sızıp sonra ordusuyla ya da beslediği Cihatçı güçlerle askeri olarak giren Türkiye’nin Yemen’de de savaşa benzer şekilde müdahil olduğu görülüyor. Son günlerde Erdoğan’ın “Yemen’in ihya ve inşası”ndan dem vurmaya başlaması da bunun bir ifadesidir.
Son aylarda Husiler Suudi Arabistan topraklarındaki havaalanı ve petrol rafinerilerine vb. saldırılarını arttırdılar. Petrol bölgesi Marib iç savaş boyunca güçlü aşiret yapısının da etkisiyle savaşın uğramadığı ve savaştan kaçan Yemenli mültecilerin sığındığı bir bölge olmuştu. Bu stratejik bölgeyi ele geçirmek amacıyla Husiler son aylarda yoğun saldırı başlattı ve mülteciler yine göç yollarına düştü. Hadi ordusu ve aşiret güçleri Husilere karşı Marib’i savunuyor. Husiler Suudi Arabistan’ın ateşkes talebini kabul etmiyor, koşul olarak limanlardaki ablukanın kalkması talebini yineleyerek saldırılarını sürdürüyor.
Her ne kadar Husilerin tüm Yemen’de egemen olması olanaklı görünmese de, zayıf Hadi hükümetinin askerî olarak Husileri yenilgiye uğratması olanağı da kalmamış görünüyor. Barış görüşmeleri ve ateşkesler Yemen’de çatışmaları durdurmuyor ve savaşın sonlanacağına dair umut ışığı görünmüyor. Emperyalist savaş dünyada yeni cephelere yeni acıları yayarak genişliyor.
Öte yandan 2011’de Arap isyanı deneyimini yaşayan, 2014 ve 2018’de ülke çapındaki eylemlerle kapitalist düzenin oluşturduğu koşullara tepkisini gösteren Yemenli kitleler Mart ayında Aden’de tekrar ayağa kalktılar, yaşam koşullarını protesto ederek başkanlık sarayına yürüdüler. İşçi ve emekçiler var oldukça umut bitmez. Dünya işçi sınıfı yürüyor, yürüyecek, düşe kalka öğrenecek, dayanışmayla ve örgütlülükle devleşecek. Sınıf devrimcilerinin emek emek ter akıtarak, göz nuruyla büyütecekleri devrimci önderlikler dev bir sel gibi çağıldayacak olan işçi sınıfını zafere taşıyacak ve işçi sınıfı dünyadaki tüm acıları, tüm gözyaşlarını bitirecektir.
[1] Ek bilgi için aşağıdaki kaynaklar incelenebilir:
İlkay Meriç, Yemen: Emperyalist Savaşın Yeni Hedefi (Şubat 2010), marksist.com
Utku Kızılok, Yemen’de Derinleşen Siyasal Çıkışsızlık (Şubat 2015), marksist.com
Utku Kızılok, Yemen’e Müdahale ve Genişleyen Ortadoğu Savaşı (Nisan 2015), marksist.com
Yemen Ağıdı, Mersin’den bir MT okuru
[2] Devrik Salih’in iktidarı döneminde denge siyasetiyle bir arada tutmaya çalıştığı aşiret konfederasyonları ve bağımsızlık talebi olan Güney, mevcut statükonun devamında ısrarcı olduğu için Hadi hükümetine tepkiliydi. Örneğin Hadi devlet tarafından aşiretlere aktarılan 13 milyar dolarlık fonu kesme kararı almıştı. Petrol yatakları bulunan Marib, Şebve ve Hadramut gibi eyaletlerin savaşın başından beri Husileri değil Hadi hükümetini destekliyor olmalarından bu bölgedeki aşiretlere o dönemde tatmin edici bir payın verilmeye devam edildiği anlaşılmakta. Petrol Yemen ekonomisinde en önemli kalemlerden. Marib, Hadramut ve Şebve’de petrol yatakları, Marib ve Aden’de petrol rafinerileri bulunuyor. Marib’den batıya Kızıldeniz’e ulaşan boru hattı Husi kontrolü nedeniyle 2015’ten beri devre dışı. Marib’den güney kıyısına inen boru hattı ise Hadi kontrolünde faaliyette. Ham petrolün çoğunu devlet mülkiyetindeki iki firma üretiyor. Bunun dışında Avusturya ve Endonezya menşeli iki uluslararası firma da faaliyet yürütüyor. Son yıllarda üretim artış gösterse de petrol üretimi savaş öncesi üretimin %10’una kadar düşmüş durumda.
[3] Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan bu koalisyona BAE, Katar, Ürdün, Sudan, Fas, Mısır, Bahreyn, Kuveyt ve Senegal dâhil oldu. Sudan iç savaş sonucu bölünme sonrası çekildi. Fas gerekçe göstermeden çekildi. Katar 2017’de körfez ülkeleriyle gerilim sürecinde ayrıldı. Katar’ın ancak 2017’de koalisyondan ayrıldıktan sonra Husileri El Cezire kanalında konuk etmeye başlaması ve kanalda koalisyonunun savaş suçlarının işlenmesi; Suudi Arabistan’ın Fas ayrıldıktan sonra ayrılıkçı Polisario Cephesinin etkin olduğu güneydeki Fas varlığının işgal sayılacağını vurgulayan belgesel yayınlaması burjuva ikiyüzlülüğünün örneklerindendir.
[4] Bkz. Gülhan Dildar, Emperyalist Savaş ve Açlık (Nisan 2017). (Anlaşma öncesi Yemenli Yahudi halkı umursamayan ikiyüzlü BAE, anlaşmadan sonra İslamcı kimlikli Husilerin ilerlemesinin Yahudi halka yönelik tehlike oluşturması nedeniyle Yahudileri Abu Dabi’ye nakletti)
[5] Çin’in Yemen’deki yatırımları 1950’lere kadar gidiyor. Petrol hep Çin-Yemen ilişkilerinin odağında oldu. Hem Salih hem de Hadi hükümetleri geçmiş onyıllarda Çin yatırımlarını desteklemişti. Örneğin Huawei 1999’dan beri ülkede faaliyet sürdürüyor. Yemen’le ticaret hacmi 1990’dan 2000 yılına 10 kat, 2000’den 2005’e üç kat arttı. Çin sanayisinin artan enerji ihtiyacının sonucu olarak ilk kez 2005’te Çinli petrol şirketleri ülkeye girdi. 2012’de Çin Yemen’le üç enerji santrali kurma ve 2013’te Aden ve Moka limanlarını genişletme anlaşmaları yapmıştı. Çok büyük olmasa da Yemen’de petrol sondajı, iletişim, inşaat, ulaşım ve balıkçılık konusunda projeleri vardı. ABD ise 2010’da Yemen’de El Kaide’ye yönelik İHA saldırılarına başladı. El Kaide’nin Ebyen vilayetinde hâkimiyet kurduğu 2011’de Çinli devlet şirketi Sinopec ülkede petrolün % 8’ini üretir hale gelmişti. 2012’de bölgedeki çatışmalı süreç nedeniyle şirket ülkeyi terk etti.
[6] Yemen’deki El Kaide militanlarının varlığı 90’ların başında Afganistan’da SSCB’ye karşı çatışan militanların Yemen’e dönmesine kadar dayanır. 2014’te alevlenen Husi-Hadi çatışmasından önce de kontrol ettiği alanlar bulunan El Kaide güçleri Mart-Nisan 2015’te bu çatışmadan yararlanarak Yemen’in orta kesiminde Şebve vilayetinde geniş bir bölgeyi ele geçirdi ve bir yıl süreyle elinde tuttu. El Kaide ve IŞİD 2016’da Ebyen ve Hadramut illerinde egemenlik kurdu. El Kaide 2018’e kadar geniş bölgeleri kontrol etti. El Kaide Güney’deki Sünni aşiretler ile petrol üretimi ve satışı konusunda işbirliği yaparak giderek güçlenmişti. Temmuz 2020’de El Kaide yerel aşiretlerin istemleri doğrultusunda Hadi hükümeti ile hareket edeceğini açıkladı ve böylelikle kendisini düşman ilan etmiş olan ABD ile aynı tarafı destekler duruma geldi.
Salih El Kaide’yi geçmişte Güney Hareketine yönelik terör aracı olarak kullanmıştı. Bu tarihsel geçmiş GGK ile kan uyuşmazlığına da yol açıyor ve GGK’nın Yemen’de El Kaide karşısında konumlanmasının temel taşlarından birini oluşturuyor. Suudi Arabistan’a kıyasla daha seküler bir görüntü vermeye çalışan BAE, görece seküler bir tabana sahip GGK için daha izah edilebilir bir müttefikti.
[7] Suudi Arabistan vatandaşı muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğunda testere ile canlı canlı kesilerek katledilmişti. Biden yönetimi Şubatta sorumlunun bin Selman ve Suudi Arabistan hükümeti olduğunu ifşa eden istihbarat raporunu açıkladı (Bu rapor Trump döneminde açıklanmamış, Trump Selman’ı soruşturmadan koruduğunu böbürlenerek anlatmıştı). Biden yönetimi sonuçta sadece 76 kişiye vize yasağı getirmiş, Bin Selman’ı doğrudan suçlu ilan eden rapora rağmen “Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz herhangi bir bireyden daha büyüktür” buyurmuş, ABD’nin diplomatik ilişkileri olan ve hatta olmayan hükümetlerin liderlerine yaptırım uygulama geleneğinin olmadığını belirterek Selman’ı yaptırımdan muaf tutmuştur. Hâlbuki Venezuela, İran, Nikaragua, Myanmar ve diğer ülkelerin liderlerine ABD yaptırım uygulamıştı.
[8] Çin Körfez ülkelerine İHA satışları yapıyor. Ham petrol ihtiyacının %35’ini Körfez ülkelerinden karşılıyor ve 2030’a doğru bu oranın %60’a çıkması bekleniyor. Bu ülkelerle serbest ticaret anlaşması (gümrük duvarlarının indirilmesi) anlaşması için görüşmeler yürütüyor. Suudi Arabistan’a yapay zekâ ve gözetleme teknolojileri satıyor. 2017’de Suudi Arabistan’da 65 milyar dolarlık bir İHA fabrikası kurmak için imzalar atıldı ki bu Çin’in Pakistan ve Myanmar’dan sonra üçüncü sınır ötesi İHA fabrikası olacak. Bunun ABD veya İngiltere’nin Suudi Arabistan’a daha önce hiç sunmadığı bir proje olması diplomaside Çin’e fark attırdı.
[9] Ezgi Şanlı, Hegemonya Savaşı ve İran’a Yönelik Yaptırımlar, marksist.com
[10] Husiler pek çok kez askeri uçaklar için kullanıldığı gerekçesiyle Suudi Arabistan’daki sivil havaalanlarını ve petrol rafinerilerini bombaladı, bombalamaya da devam ediyor. Rafinerilere en çok hasar veren saldırı Eylül 2019’da yapıldı: Husilerin üstlendiği sınıra yaklaşık 1000 km ötedeki Abkaik ve Kureyş rafinerilerine yapılan füze ve İHA saldırısı Suudi Arabistan’ın petrol üretiminin %50 düşmesine yol açtı. Bu miktar küresel petrol üretiminin %5’ine denk geliyordu. ABD ve Suudi Arabistan Husilerin böyle bir saldırıyı gerçekleştirme kapasitelerinin olamayacağını iddia ederek saldırıdan İran yönetimini sorumlu tutarken, İran ithamları reddetti.
[11] Oktay Baran, Büyük Ortadoğu Savaşı ve İsrail-BAE Anlaşması, marksist.com
[12] Türkiye Musul’daki duruma düşmemek için Yemen’de erken davranarak elçiliğini Şubat 2015’te kapatmıştı. Gare’deki rehineler için PKK ile görüşmeyen Türkiye, IŞİD’in 2012’de Musul/Irak’ta elçiliği ele geçirmesi ve çalışanları rehin alması sonrası terörist olarak nitelediği bu örgütle masaya oturmuş ve rehine-tutuklu takası yapmıştı.
[13] Yönetiminde Bilal Erdoğan’ın bulunduğu TİKA’nın (Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı), 2020 raporuna göre Filistin, Yemen, Somali, Libya, Sudan, Kazakistan, Afganistan ve Pakistan’da temsilcilikleri bulunuyor. Görünürde bu temsilcilikler aracılığıyla gıda, sağlık, inşaat, eğitim konularında yardım faaliyetlerinde bulunuluyor!
link: Derviş Ergin, Yemen Prizmasından Emperyalist Savaş ve Ortadoğu, 28 Nisan 2021, https://marksist.net/node/7350
Tarihsel Bir Düş: Sömürüsüz Bir Dünya!
1 Mayıs 2021: Ateş Yanıyor!