2021’in Ocak ayından bu yana protestolarla sarsılan Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said, 25 Temmuzda “ülkenin güven ve istikrarı ile devlet işleyişini garantiye almak” gerekçesiyle Başbakan Hişam El-Meşişi’yi görevden aldığını, milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırdığını, Meclisin yetkilerini 30 gün boyunca dondurduğunu duyurdu. Askeri komuta kademesi ve güvenlik yetkilileriyle yaptığı toplantının ardından yayınladığı videoyla aldığı kararları duyuran Kays Said, aynı zamanda yolsuzlukları incelemek üzere başsavcılık görevini kendisinin üstlendiğini ve atayacağı bir başbakanla yürütmeyi devralacağını söyledi. 30 günlük süre boyunca akşam 7’den sabah 6’ya kadar ülke genelinde sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu açıklamanın ardından iktidar partisi Ennahda’nın lideri ve Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi ve beraberindeki milletvekillerinin Meclise girmesi askerler tarafından engellendi. İçlerinde Adalet ve Savunma Bakanlarının da olduğu dört bakan görevden alındı. Kays Said bu hamlesini anayasanın cumhurbaşkanına gerekli tedbirleri alma yetkisi veren 80. maddesine dayandırsa da[1] çok açık ki bu yapılan bir hükümet darbesidir. Peki bu hükümet darbesini nasıl okumak gerekiyor? 2011’de Arap coğrafyasını saran halk isyanlarının fitilinin ateşlendiği ülke olan ve 10 yıl boyunca pek çok kez emekçilerin protestolarıyla sarsılan Tunus’ta bu noktaya nasıl gelindi? Tunuslu emekçileri nasıl günler bekliyor? Bu sorulara cevap verebilmek için 2011’den bu yana yaşananlara bakmak gerekiyor.
Hatırlanacak olursa 2010 yılının Aralık ayında işsiz bir gencin (Muhammed Buazizi) kendisini yakmasıyla başlayan protestolar kısa sürede ülke geneline yayılmış ve bir ayın sonunda 23 yıldır ülkeyi demir yumrukla yöneten diktatör Zeynel Abidin Bin Ali iktidardan devrilmişti. Devrimci önderlik boşluğunu fırsat bilen Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu olan Ennahda (Diriliş) hareketi bu süreçte öne çıkmış ve Bin Ali’nin devrilmesinin ardından yapılan seçimlerin galibi olmuştu. 23 yıldır iktidara çöreklenmiş, yolsuzluklara gömülmüş, halkı işsizlik ve yoksulluk batağına sürüklemiş egemenlerden kurtulmak isteyen Tunus halkına sahte umutlar veren Ennahda, katılım oranının %50’de kaldığı Kurucu Meclis seçimlerinde %41’le en yüksek oyu almayı başarmıştı.[2] Yine hatırlanacağı gibi emperyalist güçler kırmızıçizgileri aşılmadığı sürece yaşanan kitle kalkışmalarını bölgede artık köhnemiş olan ve daha fazla yaşatamayacaklarını hesap ettikleri statükoyu istedikleri yönde değiştirmenin bir fırsatı olarak gördüler. Ennahda da iktidarda kalmanın tek yolunun emperyalist güçlerle uzlaşmak olduğunun farkında olarak hareket etti. Hem ulusal düzeydeki egemen güçlere hem de emperyalist güçlere kendisini kabul ettirmek kaygısıyla uzlaşmacı bir çizgi takındı. İlk seçimlerin ardından “laik ve sol” partilerle bir koalisyon hükümeti kurarak kendisine bir meşruiyet kazandırmaya çalıştı.
Ancak devrimleri burjuva güçlerce gasp edilen emekçi kitlelerin hayal kırıklığına uğraması uzun sürmedi. Enflasyon tırmandı, isyanı başlatan önemli nedenlerden biri olan genç işsizliği, gelir eşitsizliği ve sosyal adaletsizlik daha da büyüdü. Yolsuzluklara karşı hiçbir adım atılmadı. Taleplerinin hiçbirinin karşılanmadığını gören emekçiler arasında yeniden baş gösteren huzursuzluk ve öfke kitleleri bir kez daha sokaklara döktü. 2012’nin sonbaharında başta kamu sektörü olmak üzere gerçekleştirilen yaygın grevler ve protestolar 2013 yılında da devam etti. Ennahda’nın protestoları bastırmak üzere “Devrimi koruma birlikleri” adı altında örgütlenen İslamcı faşist güçleri koruyup kollaması öfkeyi daha da arttırdı. Aralarında aşırı İslamcı Selefilerin de bulunduğu bu faşist çeteler, polis koruması altında işçi eylemlerine, grevlere, sol partilerin ve sendikaların bürolarına, toplantılarına saldırdılar. Bu çetelerin Ennahda tarafından örgütlenip korunduğunu ifşa eden Demokratik Yurtseverler Hareketinin (MDP) genel sekreteri ve solun geniş kesimlerini birleştirmek amacıyla kurulan Halk Cephesinin lideri Şükrü Belaid’in bu süreçte öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu ve kitleler ülke genelinde sokaklara döküldü. Kitlelerin öfkesinin yatışmaması üzerine başbakan istifa etmek zorunda kaldı, hükümet düştü ve 2014’te yeniden seçimlere gidildi.
Bu sefer seçimlerin galibi Batı’nın ve Körfez ülkelerinin de desteklediği Nida Tunus partisiydi. İslamcı Ennahda’ya karşı olan “laik ve sol” kesimler ile devrik Bin Ali rejiminin artıklarından oluşan Nida Tunus’un yönetiminde hâkim güç Bin Ali’nin kadrolarıydı. Kitlelerin beklentilerini karşılayamayan Ennahda her ne kadar oy kaybettiyse de yine de bu seçimlerde en çok oy olan ikinci parti olmayı başarmıştı. Ne pahasına olursa olsun kendisine iktidarda yer bulma, güçlenerek devlet mekanizmalarını ele geçirme, iktidarı tam anlamıyla kontrol etme, devlet kaynaklarını kendine aktarma ve kendi zenginlerini palazlandırma hedefinden vazgeçmeyen Ennahda, pragmatist bir tutum takınarak Nida Tunus’un başını çektiği koalisyon hükümetinde de yer aldı. Ancak bu koalisyon hükümeti de 1,5 yıl sonra düştü ve yerini içinde Ennahda’nın da yer aldığı bir “uzlaşı koalisyonu” hükümetine bıraktı.
Tunus egemen sınıfı içinde yaşanan, laik ve İslamcı kesimler arasında bir çekişme gibi görünen iktidar kavgası bitmek bilmeyen siyasi çekişmelere ve irili ufaklı yirmiden fazla partinin yer aldığı parçalı bir Meclise yol açarken siyasi istikrar bir türlü sağlanamadı. Ne hükümeti oluşturan partilerin ne de Meclisteki diğer partilerin Tunus’ta yaşanan ekonomik sorunları çözmek, yolsuzlukları bitirmek, emekçilerin taleplerini karşılamak gibi bir niyeti vardı. Defalarca sokaklara çıkan Tunus halkının örgütsüz olmasının da verdiği rahatlıkla siyasi çekişmeler kamuoyunun gözü önünde yaşanırken, emekçilerin gördüğü manzara kendilerini zerre kadar umursamayan, gücü ele geçirme sevdasına düşmüş ikiyüzlü siyasetçilerdi. 10 yıl içinde 10 hükümet eskiten Tunus’ta üç kere yapılan parlamento seçimlerine katılım oranı ise her seferinde düştü ve özellikle Ennahda belirgin bir oy kaybına uğradı. 2011 seçimlerinde 217 milletvekilinin 89’unu alan Ennahda’nın Meclisteki koltuk sayısı 2014 seçimlerinde 69’a, 2019 seçimlerinde ise 52’ye düştü.
Suların neredeyse hiç durulmadığı Tunus’ta bir tarafta egemen güçlerin kapışması devam ederken diğer tarafta sorunları çözülmeyen emekçiler 2016, 2018 ve 2019 yıllarında tekrar tekrar ayağa kalktılar. 2016 yılında elektrik teknisyeni bir gencin, adının iş başvuru listesinden valilik tarafından silinmesine duyduğu tepki sonucu bir elektrik direğine tırmanması ve bu esnada elektrik çarpması sonucu ölmesinin ardından kitlesel protestolar yaşandı. Bir sonraki tetikleyici unsur ise 2018 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren bütçe yasası oldu. 3 Ocak 1984 “Ekmek Ayaklanması”nın yıldönümünde, işsiz ve öğrenci gençlerin söz konusu saldırı yasalarının ve zamların geri çekilmesi talebiyle başlattığı eylemler tüm ülkeye yayıldı. 20’ye yakın kentte sokakları dolduran ve çoğu gençlerden oluşan on binlerce emekçi, işsizliği, yoksulluğu, eşitsizliği daha da derinleştirecek bu saldırı programına karşı sokağa döküldü.[3] Kitlesel protestoların etkisi yerel seçimlere de yansıdı. Meclis içindeki çekişmeler ve anlaşmazlıklar nedeniyle 7 yıl boyunca yapılamayan yerel seçimler nihayet Mayıs ayında yapıldığında seçimlere katılım yüzde 33,7 gibi oldukça düşük bir düzeyde kalmıştı.
2018 daha bitmeden bir kez daha başladı kitlesel protestolar. Bu kez Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasından tam 8 yıl sonra, 24 Aralıkta işsiz bir gazetecinin işsizliği ve geçim sıkıntısını protesto etmek için kendini yakması fitili ateşledi. Tunuslu öğretmenler de eğitimde reformların yapılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, erken emeklilik hakkı ve ücretlerin arttırılması talebiyle dersleri ve sınavları boykot ettiler, protesto yürüyüşleri yaptılar. 2019’a sarkan protestolar devam ederken Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT) ücretlerin arttırılması talebiyle 17 Ocakta yüz binlerce kamu emekçisinin katıldığı ikinci genel grevi örgütledi. İlki 22 Kasımda yapılan ve ulaşım, sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlerini büyük oranda etkileyen genel grevler yıllar sonra örgütlenen en büyük kamu grevleri olma özelliği taşıyordu.
2019’a protestolarla giren Tunus’ta aynı yıl hem genel seçimler hem de Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Her iki seçimde de Tunus halkının burjuva siyasetçilere olan güvensizliği ve bıkkınlığı kendini gösterdi. Genel seçimlere halkın yüzde 60’ı katılmadı. Üstelik seçimden birinci parti olarak çıkan Ennahda’nın oy oranı yüzde 20’nin altındaydı. Cumhurbaşkanlığı için ise 26 adayın yarıştığı seçimlerin birinci turunda başta iktidar partileri olmak üzere tüm partiler hezimete uğradı. İlk kez kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkaran Ennahda sadece yüzde 11 civarında oy alabilirken, en yüksek oyu yüzde 18,4 ile Anayasa Hukuk Profesörü olan bağımsız aday Kays Said aldı. Üstelik Kays Said’in hiçbir siyasi geçmişi ve tanınırlığı yoktu. Şüphesiz bu sonuçta kitlelerin mevcut siyasi partilere duyduğu tepkinin etkisi vardı. Devletin verdiği cumhurbaşkanlığı kampanya ödeneğini reddederek mütevazı bir seçim kampanyası yürüten, 2011 ayaklanmasındaki “halk rejimin yıkılmasını istiyor” sloganını çağrıştıracak şekilde “halk istiyor” sloganını kullanan, yolsuzlukla mücadele edeceği mesajı veren, tüm siyasi partilere eşit mesafede duran bir görüntü çizen Kays Said ikinci turda oyların yüzde 72,7’sini alarak Cumhurbaşkanı oldu.
Kays Said’in Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının ardından siyasi kriz düzeyine varan restleşmelerle egemen sınıf içindeki güç mücadelesi çok daha belirgin bir hal aldı. Gannuşi’nin Ocak 2020’de Türkiye’ye giderek Erdoğan’ı ziyaret etmesi büyük bir tepkiyle karşılandı. Her ne kadar Gannuşi ziyaretin önceden planlandığını ve gizli saklı olmadığını söylese de, Tunus Ulusal Güvenlik Meclisi toplantısının ardından ve tam da AKP iktidarının Libya’ya asker göndermek için tezkereyi Meclisten geçirdiği bir dönemde basına kapalı olarak yapılan bu ziyaret kuşkusuz masum değildi. Gannuşi, Mayıs ayında Libya Başbakanı Sarrac’ı Tunus sınırındaki Vatiyye Hava Üssünün geri alınması üzerine tebrik etti. Kuşku yok ki meclis başkanı olması dışında resmi bir yetkisi olmayan Gannuşi’nin bu hareketi, karşı tarafa “asıl devlet biziz” mesajı anlamına geliyordu. Fakat kendisini devletin asıl sahibi olarak görenler tarafından bu çıkış “devletin dışında” bir dış politika hamlesi olarak görüldü ve gerilimi arttırdı. Haziran ayında Fransa’yı ziyaret eden Kays Said ise, Tunus’un Libya konusunda Fransa’yla ortak görüşte olduğu mesajını vererek ve bir röportajında Ennahda liderinin Libya konusundaki görüşlerinin devletin resmi görüşleri olmadığını söyleyerek karşı bir hamle yaptı.
Bir başka gerilim konusu ise hükümetin kurulmasıydı. 2019 seçimlerinden ancak 4 ay sonra kurulabilen koalisyon hükümetinin Ennahda’nın manevralarıyla Temmuz ayında düşmesinin (sebebinin Ennahda’nın istediği vali ve bürokrat atamalarının yapılmaması olduğu söyleniyor) ardından Kays Said yeni hükümeti kurma görevini partilerin başbakan adaylarına değil de kendi belirlediği Hişam el-Meşişi’ye vererek bir teknokrat hükümeti kurdurdu. Bu restleşmeyle Mecliste en fazla sandalyeye sahip olan Ennahda’nın yürütmedeki etkisi zayıflatılmış oluyordu.
“Yukarıda” bu çekişmeler yaşanırken kapitalizmin küresel kriziyle birleşen pandeminin yarattığı sorunlara karşı emekçiler cephesinde yeni bir öfke mayalanmaktaydı. Ülke ekonomisinin ağırlıklı olarak turizme dayandığı Tunus, pandemi nedeniyle turizmin sekteye uğramasıyla bir ekonomik çöküşe sürüklendi. Pandemi bahanesiyle işten çıkarılanlar 240 bini geçerken hükümetin hiçbir önlem almaması, aksine emekçilerin taleplerini görmezden gelerek hazırladığı bütçe tepkileri daha da büyüttü. Kamu harcamalarının kısıtlanması gerekçesiyle sağlık ve eğitim dâhil olmak üzere yeni atamalar yapılmaması, mevcut kamu çalışanlarının kıdem ve primlerinin iptal edilmesi, “sosyal katkı” adı altında ücretlerde ve emekli maaşlarında zorunlu kesintilere gidilmesi karşısında kitleler yine sokaklara döküldüler. Sadece Mayıs ayında 500’den fazla protesto eylemi gerçekleşti. 2021’e de protestolarla giren Tunuslu emekçiler yasaklara ve polis şiddetine rağmen sokakları terk etmediler.[4]
2021 hem siyasi krizin hem de pandemiyle birlikte ekonomide ve sağlıkta yaşanan krizin derinleştiği bir yıldı. 2021’in Ocak ayında Gannuşi’nin talebi üzerine Meşişi’nin kabinede bulunan 25 bakandan 11’inde değişikliğe gitmesi, ancak Kays Said’in bu değişikliği onaylamayarak kabine değişikliğini bir siyasi krize dönüştürmesi ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde gerekli oy sayısını düşüren yasa değişikliğini reddederek Anayasa Mahkemesinin kurulmasının önüne taş koyması bir hükümet darbesine gidildiğinin habercisiydi. Koronavirüs vaka sayılarının ve ölümlerin artması, hastanelerin yetersiz kalması, sağlık sisteminin çökmesi ve işsizliğin artması karşısında hiçbir çözüm üretilmediği gibi iktidar çekişmelerinin şiddetlenmesi kitlelerde öfke ve bıkkınlık yarattı. İşte bu koşullarda uzun süredir Ennahda’yı tepelemek için fırsat arayan Batı’yla iç içe geçmiş yerleşik düzenin diğer cephesi hamlesini yaptı ve kendi programını Cumhurbaşkanı üzerinden hayata geçirmek üzere hükümet darbesini gerçekleştirdi.
Ennahda ilk önce direneceğini açıklasa da, besbelli ki hem ülke içi dengelerden hem de uluslararası alanda yalnız kalmasından dolayı geri adım atıp kitleleri sokağa çağırma kararını geri çekti. Gannuşi direniş çağrısı yaparak başlattığı oturma eylemini 8 saat sonra bitirdi. Tunus’taki bu hükümet darbesinin uluslararası gelişmelerden ve Kuzey Afrika’daki nüfuz kavgasından bağımsız olmadığı da açıktır. Kays Said’in hamlesinden sonra yapılan açıklamalar da buna işaret ediyor. Avrupa ülkelerinin Kays Said’in hamlesini darbe olarak nitelendirmemeleri, Fransa ve ABD’nin 20 saat bekledikten sonra “kaygı”larını dile getirmekle yetinmeleri, Mısır’ın resmi açıklama yapmamakla beraber devlet medyasının yapılanı “terörist İhvan hareketiyle mücadele adımı” olarak nitelendirmesi, Birleşmiş Milletler’in “Tunus’taki tüm tarafları şiddetten uzak durarak huzuru ve barışı koruma çağrısı” yapmakla kalması, Batı’nın ve Batı’yla ittifak halindeki bölgesel güçlerin bu hükümet darbesini desteklediğini gösteriyor.
Türkiye’den ise önce oldukça sert açıklamalar geldi. Örneğin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Twitter’dan “Tunus’ta demokratik sürecin askıya alınmasını ve halkın demokratik iradesinin yok sayılmasını reddediyoruz. Anayasal meşruiyeti ve halk desteği olmayan girişimleri kınıyoruz” açıklaması yaptı. Sanki Türkiye’de demokrasi varmış gibi yapılan bu açıklamaların ikiyüzlülüğü herkesin malûmu. Elbette rejimin derdi Tunus’ta demokrasi olup olmaması değil, değişen güçler dengesiyle birlikte bölgedeki etkinliğinin daha da zayıflayacak olmasıdır. 2013’te Mısır’da Müslüman Kardeşler’in bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılması AKP iktidarının bölgedeki emperyal heveslerine vurulan büyük bir darbeydi. Gelinen noktada zaten eli iyice zayıflamış olan Erdoğan rejiminin Ennahda’nın iktidardan uzaklaştırılmasıyla bir darbe daha aldığını söyleyebiliriz. Ancak zaten dış politikada sıkışmış durumda olan, Batı’yla ve Mısır’la arasını düzeltmeye çalışan rejim böyle sert tepkilerin olumsuz sonuçlar doğuracağını hesap etmiş olmalı ki, birkaç gün sonra diplomatik bir dil kullanılarak Erdoğan’ın Kays Said’le bir telefon görüşmesi yaptığı haberleri servis edildi.
Kays Said Ennahda’yı yalnızlaştırmak ve oldukça güçlü bir protesto geleneği olan Tunus halkının yeniden sokaklara çıkmasını engellemek için halktan yana, dürüst, demokratik bir görüntü çizmeye çalışıyor. Yağmalanan fonları gündeme getiriyor ve patronlardan bu paraları iade etmelerini istiyor. Gıda fiyatlarının düşürülmesini talep ediyor. Aslında Kays Said tam bir Bonapart gibi davranıyor. Emekçiler yaşadıkları koşullardan son derece rahatsızlar ve eylemlerin ardı arkası gelmiyor. Ancak işçi sınıfının verili koşulları değiştirecek bir örgütlülüğü yok. Egemen sınıf ise tam anlamıyla yarılmış durumda. İşte bu krizden yararlanan Said, kendisini hakem konumunda en üste çıkartmıştır; kuşkusuz özellikle egemen sınıfın bir kesiminin desteğini alarak ve diğer kesimini de devlet sopasıyla tehdit ederek!
Tunuslu emekçiler yıllardır umut ettikleri hiçbir şeyi gerçekleştirmeyen ve yolsuzluk batağına saplanıp kalmış siyasetçilerden bıktıkları için şimdi biraz umut biraz da endişeyle Kays Said’in atacağı adımlara bakıyorlar. On yıl önce canlarıyla bedel vererek defettikleri diktatörlüğün geri gelmesinden endişe duydukları gibi mevcut siyasetçilerden de kurtulmak istiyorlar. Oysa nasıl ki Ennahda’nın demokratik bir programı yoksa Kays Said’in de yoktur. Diğer tarafın arzusu Ennahda karşısında yasama, yürütme ve yargının yetkilerini tek bir kişide, Batı yanlısı yerleşik düzenin temsilcisi Cumhurbaşkanında toplamaktır. Yani egemen sınıf arasında derinleşen bir kavga ve kriz söz konusudur ve hiçbir kesimin de demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesine dönük bir programı yoktur.
Ancak her iki kanat da emekçileri arkasına takarak karşı tarafı etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Bunlardan hiçbirisi işçi sınıfı için seçenek olamaz. Sürecin bu noktaya gelmesinin nedeni, 2010’da başlayan halk isyanının ve oluşan devrimci durumun işçi sınıfı iktidarına ilerletilememesi ve egemen sınıfın topyekûn birleşerek devrimi emekçilerden çalmasıdır. 2012 yılında “Arap Halklarının İsyanından Dersler” makalesinde Oktay Baran şöyle diyordu: “Komünistler kendi görevlerini layıkıyla yerine getirmedikleri ya da getiremedikleri sürece, ayağa kalkan halk kitleleri eninde sonunda, kendilerine yol gösteren ve bu doğrultuda inandırıcı bir örgütsel güce sahip olan önderliklerin peşine takılacaklardır. Doğa gibi, devrimci durumlar da boşluk tanımıyor. Komünistler önderlik etme vasfına sahip değillerse, kitleler İslamcıların peşine de takılırlar, emperyalistlerin her türlü manipülasyonuna açık hale de gelirler.” Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler ne olursa olsun, Tunuslu emekçiler kendi devrimlerini yaparak iktidarı alamazlarsa yaşanacak olan budur.
[1] 2014’te yürürlüğe giren Tunus Anayasasının 80. maddesi “devletin bağımsızlığını ve milletin güvenliğini tehdit eden istisnai durumlarda Cumhurbaşkanının, Başbakan ve Temsilciler Meclis Başkanına danıştıktan ve Anayasa Mahkemesi Başkanını bilgilendirdikten sonra her türlü tedbire başvurabileceği”ni söylüyor. Ancak aynı maddede bu dönem boyunca Meclisin daimi oturum halinde olacağı ve Cumhurbaşkanının Meclisi feshedemeyeceği, alınan tedbirlere Meclis Başkanının veya 30 milletvekilinin itiraz hakkı olduğu ve itirazı değerlendirme ve karara bağlama yetkisinin Anayasa Mahkemesinde olduğu belirtiliyor. Ancak ortada ne danışılarak alınan bir karar var ne de başvurulabilecek bir Anayasa Mahkemesi. Siyasi partiler arasındaki uzlaşmazlık nedeniyle 7 yıldır Anayasa Mahkemesinin üyeleri seçilebilmiş değil.
[2] İlkay Meriç, Arap Halkları Gerçek Devrimlerini Bekliyor, marksist.com
[3] Buazizi’nin Ruhu Yine Tunus Sokaklarında, marksist.com
[4] Bkz. Pınar Şafak, Tunuslu Emekçiler Yeniden Meydanlarda, marksist.com
link: Demet Yalçın, Tunus’ta Neler Oluyor?, 1 Ağustos 2021, https://marksist.net/node/7425
Açlar Ülkesi Türkiye!
Orman Yangınlarının Aynasında Rejimin Politikaları