Nicedir milenyum dönemecinde tarihsel krize giren kapitalizmin bu krizden bir çıkış yolunun bulunmadığını, yıkılmadığı sürece çelişkileri, çatışmaları büyütmeye ve insanlığı bir felâkete doğru sürüklemeye devam edeceğini söylüyoruz. Kitlelere ne vaatlerde bulunursa bulunsun kapitalist sistemin geldiği noktada reform yapabilme olanaklarını yitirdiğini, tek çıkar yolun mücadele olduğunu anlayan emekçilerin giderek daha fazla sayıda ülkede ve daha sıklıkla ayağa kalktığını belirtiyoruz. Geride bıraktığımız 2021 yılı da bu tespitlerimizi doğrulayan bir yıl oldu. Öncelikle geçmiş yıllardan bugüne yaptığımız tespitlerden birkaçını hatırlatalım. Ardından 2021 yılında yaşananlara bakalım.
“Bu sistem, artık tarihsel çöküntü eğiliminin her geçen gün daha da ağır basmakta olduğu bir tık nefeslilik dönemine girmiştir. Kapitalizm, geniş emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarını altüst eden hak gasplarıyla, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun daha önceki dönemlerde görülmedik düzeyde derinleştiği bir «meçhule» doğru dörtnala sürükleniyor.”[1] (2006)
“Kapitalizmin bugüne dek yaptıkları bundan sonra yapacaklarının da teminatı oluyor. Tarihi boyunca büyük krizlerini yoksul insanların yaşamını karartarak, onları açlığa, işsizliğe ve ölüme mahkûm ederek atlatan bu düzenin önümüzdeki süreçte neler yapabileceği genel hatlarıyla şimdiden bellidir. Burjuvazinin işçi ve emekçi haklarına karşı, dünya ölçeğinde zaten uzun bir süredir yoğun bir biçimde sürdürdüğü saldırılar daha da tırmandırılmak istenecektir. Kapitalizmin krizinin şiddeti tüm ülkelerde burjuva iktidarları köşeye sıkıştırdıkça siyasal gerginlikler yoğunlaşacak ve siyasal krizler patlak verecektir. Emperyalist güçler militarizmi daha da tırmandırarak ve dünyayı daha da fazla kana bulayarak kendi krizlerinin yükünden kurtulmaya çalışacaklardır.”[2] (2008)
“Kapitalist üretim tarzı, dünya ölçeğinde toplumsal bir nitelik kazanmış üretici güçlerle özel mülkiyete dayanan kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin nesnel olarak artık büyük patlamalar yaratacak düzeyde olgunlaştığı bir durumla yüz yüzedir. Kapitalist düzen yanlılarını derin bir kedere ve dünya üzerindeki tüm devrimci unsurları ise sevince boğsun ki, kapitalist sistem gerçekten de peş peşe tüm ülkelerde işçi-emekçi kitlelerin önlenemez isyanlarını tetikleyecek derin bir çıkmazın içindedir.”[3] (2012)
“Kapitalizm büyük krizi içinde kitleleri bir nebze de olsa oyalayacak sosyal iyileştirmeler olanağını yitirmiştir ve tam tersine kitlelerin kazanılmış sosyal haklarına, toplumsal fonlara açgözlü biçimde saldırmaktadır.”[4] (2014)
“Hegemonya krizinin eşlik ettiği kapitalizmin derin bunalım dönemleri dünya işçi sınıfına bu sistemden kurtulmayı mümkün kılacak devrimci fırsatlar sunar aynı zamanda. Nitekim madalyonun bir yüzünde faşist hareketlerin güç kazanması, milliyetçilik, ırkçılık, göçmen ve yabancı düşmanlığı varken, madalyonun diğer yüzünde ise göçmenleri kucaklayanlar, onlara dayanışma elini uzatanlar ve sosyalizmin yeniden filizlenmesi var.”[5] (2018)
“Kapitalizmin çıkmazı karşısında ıstırap içindeki emekçi kitleler tek çıkar yolun mücadele olduğunu her geçen gün daha çok anlıyor ve bunu gösteriyorlar. Burjuvaların korktuğu gibi bu mücadeleler daha da yayılacak, sertleşecek. Bundan kaçış yok, kimse birtakım düzeltmelerin, reformların yapılabileceği ve kapitalist sistemin topluma refah ve huzur getirebileceği hayaline kapılmasın. Önümüz kavga!”[6] (2019)
“Koronavirüs salgınıyla insanların gündelik yaşamını felç ettiler, bilinçlerini dumura uğrattılar ve salgın korkusunu tek gündem maddesi haline getirdiler. Ama her şey karşıtıyla birlikte vardır. Böylelikle insanlığın kaderinin ortak olduğunun çok daha rahat anlaşılmasının da önünü açmaktadırlar. Bu anlamda ulus-devletlerin, kapitalist kurumların ve kapitalist işleyişin daha derinden sorgulanacağı bir döneme gireceğimizi söylemek mümkündür. Kitleler zaten uzun süredir dünyanın dört bir yanında isyan dalgasını güçlendirip yükseltiyorlardı. Bugün yaşanan krizin emekçi kitlelerin tepkisini daha da harlamayacağı düşünülemez.”[7] (Mart 2020)
Çürüyen kapitalizm altında geçen her yıl insanlık daha büyük acılar yaşıyor, ekolojik krizden göç krizine sistemin ürettiği devasa sorunlar yeni boyutlar ve yeni görünümler alarak büyüyor, sınıfsal çelişkiler keskinleşiyor, siyasal krizler artıyor. Egemenler her yola başvursalar da kapitalizmi girdiği çıkmazdan kurtarmanın hiçbir yolu bulunmuyor. 2020’de ne pandemi bahanesiyle getirilen yasakların ve hak gasplarının ne de “büyük reset” gibi projelerin kapitalistlerin derdine derman olabileceğini, fırtınanın durmak bir yana şiddetleneceğini söylemiştik; öyle de oldu. 2021 yılı da toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunların alabildiğine derinleştiği, çelişkilerin ve çatışmaların büyüdüğü, buna karşılık emekçilerin tepkisinin yükseldiği bir yıl olarak geride kaldı.
Siyasi kriz ve kızışan hegemonya mücadelesi
Ocak ayının başında ABD’de yaşanan Kongre baskını, içinden geçtiğimiz dönemin olağanüstü karakterini ve burjuva siyasetinde yaşanan gericileşmeyi ortaya koyan bir siyasi kriz olarak 2021’e damgasını vurdu. Seçimleri kaybettiğini kabul etmeyen Trump’ın kışkırttığı faşist kitle 6 Ocakta Kongre binasını bastı. ABD egemen sınıfı içindeki yarılmanın boyutunu gösteren ve ülke tarihinde ilk kez yaşanan böyle bir hükümet darbesi girişimi, emperyalist hiyerarşinin tepesindeki gücün hegemonyasının aşınmasının bir sonucuydu. Aynı zamanda ABD’de bir yandan düzen karşıtı anti-faşist eğilim güçlenirken diğer yandan faşist hareketin de güçlendiğinin somut bir göstergesiydi. Trump gibi bir faşistin seçimi kaybetmesi, yaptığı darbe girişiminin başarısız olması ABD’de güçlenmekte olan faşizmin önüne geçildiği anlamına gelmiyor. ABD burjuvazisi içindeki yarılma genişledikçe önümüzdeki dönem faşist hareketin daha da yükseldiğine tanık olacağız.
SSCB’nin çöküşünün ardından başlayan hegemonya mücadelesi, ABD’nin hegemonyasının giderek aşınması ve yeni rakip güçlerin çıkmasıyla bir krize dönüşmüştü. ABD’nin karşısında Çin’in güçlü bir rakip olarak yükselmesi, hegemonya mücadelesinin kutup başları olarak bu iki emperyalist gücü karşı karşıya getirdi. Çin’in ileri teknoloji üreticisi konumuna gelmesi ve Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Ortadoğu ve Avrupa’ya pek çok ülkede yatırımlar yaparak, anlaşmalar imzalayarak buralarda etkisini artırması, ABD açısından Çin’i giderek büyüyen ve mutlaka önüne geçilmesi gereken bir tehdit haline getirdi. Öte yandan gücü aşınmasına rağmen ABD halen dünyanın hegemon gücü konumundadır. Ancak yürümekte olan emperyalist paylaşım savaşında tam da bu aşınmanın yol açtığı bir “yenişememe” durumu söz konusudur. Bu da paylaşım savaşının daha fazla kızışması ve uzaması, başta ABD olmak üzere tüm tarafların saldırganlığının artması ve dünyayı daha fazla kana bulaması, Asya’dan Ortadoğu’ya halkların daha büyük acılar yaşaması anlamına geliyor.
Nitekim Etiyopya, Myanmar ve Afganistan’da yaşanan olayların arkasında bu iki emperyalist gücün kapışması vardı. 2020’nin Kasım ayında Çin’in Etiyopya’daki gücünü kırmak isteyen ABD’nin desteklediği merkezi hükümete bağlı ordu güçleri, arkasında Çin desteği olan Tigre bölgesel güçlerine karşı bir operasyon başlattı. 2021’in Şubat ayına gelindiğinde 50 binden fazla Etiyopyalı hayatını kaybetmiş, on binlercesi göç yollarına düşmüştü. Tam bir kuşatma altına alınan ve insani krizin yaşandığı Tigre’de yıl boyunca süren çatışmalar halen sona ermiş değil.
Levent Toprak Çin ve ABD arasındaki emperyalist kapışma sürecini ve bugün geldiği düzeyi anlattığı makalesinde şunu söylüyor: “Ancak kapitalist sistem tüm bu hegemonya mücadelesi ve dünyayı yeniden paylaşma sürecini sistemin tarihsel krizi içinde yaşıyor. Bu durum savaş ve diğer kapitalist illetlerin yanında, sınıf mücadeleleri, isyanlar, direnişler ve devrim dinamiklerini de mayalandırıyor. Dolayısıyla harlanan sadece savaş dinamikleri değil aynı zamanda isyan dinamikleridir de.”[8] İşte Myanmar’da arka planında hegemonya mücadelesinin yer aldığı ama diğer taraftan kitlelerde mayalanan isyan dinamiğinin açığa çıktığı bir süreç yaşandı geçtiğimiz yıl. 2020 Kasım seçimlerini kazanan NLD iktidarının 1 Şubat 2021’de askeri darbeyle devrilmesine karşı emekçiler sokaklara döküldüler. Aylar boyunca on binlerin katıldığı protestolara pek çok sektörde gerçekleşen kitlesel grevler eşlik etti. Emekçiler demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine ve darbeye karşı kararlı duruşlarını ordunun acımasız saldırılarına, toplu katliamlarına rağmen aylarca sürdürdüler. İç savaş boyutuna varan çatışmaların halen devam ettiği Myanmar’da bugüne kadar 1300’den fazla insan katledildi. Ancak yaşanan darbenin arkasında hem burjuvazinin iç kapışması hem de ABD ile Çin’in hegemonya kavgası bulunuyor ve darbeye karşı yükselen hareketi burjuvazi yönetiyor. NLD iktidarını ABD desteklerken darbeci ordunun arkasında Çin’in desteği bulunuyor. Fakat bu durum Myanmarlı emekçilerin cesur ve kararlı bir mücadele verdiği gerçeğini değiştirmediği gibi devrimci önderlik boşluğunun emekçiler için ne kadar yakıcı bir sorun olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Afganistan’da ise hem emperyalist kapitalist ikiyüzlülük ayyuka çıktı hem de tüm dünyanın gözleri önünde bir insanlık dramı yaşandı. Hegemonya mücadelesinde ön almak isteyen ABD, emperyalist paylaşım savaşını 2001 yılında Afganistan’ı işgal ederek başlatmıştı. ABD’nin Afganistan’a girme sebebi nasıl ki hegemonya kapışması ise 20 yıl sonra ülkeyi daha büyük bir kaos ve karanlığa sürükleyerek, Taliban zulmüyle baş başa bırakarak terk etmesinin sebebi de aynıydı: Paylaşım savaşında Çin’e ve Asya Pasifik’e yoğunlaşmak, Afganistan’ı ve bulunduğu bölgeyi daha büyük bir istikrarsızlık ve kaosa sürükleyerek rakiplerini zayıflatmak… Temmuz ayında ABD askerlerinin çekilmesiyle binlerce insan havaalanına akın etti. ABD nakil uçaklarına binmeye çalışan insanların birbirini ezdiği, kalkış halindeki uçaklara tutunmaya çalışanların yüzlerce metre yükseklikten düşerek yere çakıldığı görüntüler tam bir trajediydi. Kısa sürede ülkeyi ele geçiren Taliban’dan kaçmak isteyen milyonlarca insanın göç yollarına düşmesi bu trajediyi daha da büyütüyor. Yıllarca yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan, çatışmasız bir gün yüzü görmeyen Afgan halkı bir kez daha emperyalistlerin çıkar kavgasının kurbanı oldu. ABD Afganistan’dan çekilirken Çin, Rusya, Pakistan ve Türkiye’nin vakit kaybetmeksizin Taliban’la görüşmesi, Taliban’ın zulmünü ve cinayetlerini görmezden gelerek işbirliği mesajı vermesi emperyalist kapitalist ikiyüzlülüğün bir başka örneği oldu.
Diğer taraftan Haziran ayında yapılan NATO zirvesinin ve G7 toplantılarının temel gündem maddesinin “Çin Sorunu” olması, NATO Liderler Zirvesinin sonuç bildirgesinde Çin’in dünya için bir tehdit olduğu mesajının verilmesi, Çin’in yükselişini kırmak için hazırlanan plan ve projelere diğer ülkelerin ortak edilmesi emperyalist kutuplaşmada yeni bir aşamayı başlatmış oluyordu.[9] ABD’nin bu atağına karşılık Çin ve Rusya Ağustos ayında Çin’in kuzey batısında, Ekim ayında ise Japon Denizi’nde ortak tatbikatlar gerçekleştirdi. Aralık ayında ise iki ülkenin devlet başkanlarının video konferans yöntemiyle bir araya gelerek ekonomik ve siyasi işbirliği mesajı vermesi, Çin’in Ukrayna sorununda Rusya’nın NATO’ya ilettiği güvenlik taleplerinin destekçisi olduğunu iletmesi, kutupları netleştirmeye yönelik önemli adımlar oldu. Ukrayna krizinde Rusya’ya karşı daha sert tutum almak konusunda ABD, AB’yi tam olarak ikna edebilmiş değil. Bu nedenle Ukrayna konusunda Rusya’ya yaptırım mesajı verdiğinde Rusya’nın açıkça “yaptırım olursa ilişkiler sona erer” diyerek rest çekmesi karşısında yumuşamak zorunda kaldı. Bu da ABD’nin gücünün giderek daha fazla aşındığını gösteriyor. Bu gelişmeler önümüzdeki dönemde hegemonya mücadelesi ve emperyalist savaşı daha girift bir duruma getirecek ve şiddetini arttıracak.
Göçmen krizi ve kapitalistlerin ikiyüzlülüğü
Kapitalist sistemde savaş, ekolojik kriz, yoksulluk ve işsizlik büyüdükçe göç krizi de büyüyor. Güney ve Orta Amerika ülkelerinden ABD’ye, Asya ve Afrika’dan Avrupa’ya doğru milyonlar daha iyi bir yaşam ümidiyle yollara düşüyor. 2020’de pandemi nedeniyle yavaşlayan uluslararası göç trafiği 2021’de yeniden hızlandı. Elbette göç yollarında yine yüzlerce göçmen hayatını kaybetti. Hegemonya mücadelesinin, kapitalistler arasındaki çıkar çatışmalarının kurbanı olan binlerce göçmen şiddete uğradı, insanlık dışı koşullarda tutuldu, yaşamını yitirdi. Örneğin Kasım ayında Manş Denizi’nden botlarla geçmeye çalışan, içlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu 30 göçmen boğularak hayatını kaybetti. İkiyüzlü kapitalist devletler yaşanan insani krizi zerre kadar umursamazken göçmenlerin sınırlarından geçişini ne olursa olsun engellemeye yoğunlaştılar. Çok övündükleri “demokrasilerinden” uzaklaşma pahasına yeni göçmen yasaları çıkarmak için kolları sıvadılar. Mesela İngiltere hükümeti, ülkeye izinsiz giriş yapan göçmenlerin 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması, mültecileri taşıyan küçük teknelere müdahale eden yetkililerin “olası cezai işlemlerden” muaf tutulması maddelerini içeren bir yasa tasarısını gündeme getirdi.
Erdoğan’ın göçmenleri Avrupa’ya karşı koz olarak kullanmasının ardından bu konuda onu örnek alan başka ülke liderleri de benzer bir tutum takınarak sahipsiz ve çaresiz göçmenleri koz olarak kullandılar. Fas ve İspanya arasında Nisan ayında yaşanan diplomatik krizin kurbanı, koz olarak kullanılan göçmenler oldu. Fas’ın sınır kontrolünü bırakmasının ardından Mayıs ayında 2 gün içinde 8 binden fazla göçmen yüzerek ve bir kısmı da yürüyerek İspanya’ya sığınmak istedi. Ancak İspanya ordusunun şiddetiyle karşılaşan göçmenler acımasızca denize döküldüler, karaya çıkmalarına izin verilmedi ve ölüme terk edildiler. Diplomatik krizin çözülmesinin ardından ise hayatta kalanlar Fas’a geri gönderildi.
Kasım ayında bu kez Polonya-Belarus sınırında bekleyen binlerce göçmenin yaşadığı insanlık dramına tanık oldu dünya. Polonya ile Belarus arasında yaşanan göçmen krizinin bir tarafında ABD ve AB, diğer tarafında ise Rusya yer alıyor. Yani göçmenler emperyalistler arasındaki hegemonya mücadelesinde bir tehdit unsuru olarak kullanılıyor. Polonya’ya oradan da Avrupa’ya ulaşmak isteyen göçmenler Belarus yönetiminin önlerini açmasıyla Polonya sınırına kadar geldiler. Ancak burada Polonya ordusunun acımasız saldırılarına maruz kaldılar. Belarus’ta insani olmayan koşullara sahip kamplarda kalan göçmenler soğuk, açlık ve hastalıkla boğuşuyor. Bugüne kadar en az 13 göçmen hayatını kaybetmiş durumda.
Ekolojik kriz: kuraklık, seller, kasırgalar, orman yangınları
2021 yılı ekolojik krizin etkilerinin en şiddetli yaşandığı yıl oldu. Güney Sudan’daki selde 800 binden fazla insan evsiz kaldı. Hindistan, Sri Lanka ve Maldivler’deki kasırga nedeniyle 200 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Japonya, Çin, Hindistan ve Türkiye’de yaşanan sel felâketlerinde yüzlerce insan hayatını kaybetti. ABD’de şiddetli kasırgalar yine yüzlerce emekçinin evini yıkıp geçti. Türkiye, Cezayir, Yunanistan, Rusya, Kanada, İtalya ve ABD’de büyük çaplı orman yangınları yaşandı. İklim değişikliği nedeniyle milyonlarca canlı öldü, çok sayıda tür yok oldu. Doğu Afrika’da su kaynaklarının tükenmesi toplu hayvan ölümlerine yol açtı. Kenya’da hayvanları için su bulamayan çiftçiler sürülerinin yüzde 70’ini kaybetti. Kuraklık dünyanın her yerinde arttı. Göller, nehirler kurudu, susuzluk nedeniyle tarımsal üretimde büyük kayıplar yaşandı. Bütün bu felâketlerde ölenler, yerinden yurdundan olanlar, acı çekenler emekçiler oldu.
Felâketlerin sorumlusu kapitalist sistemin egemenleri ise sözde ekolojik krize çözüm bulmak için 2021’de de zirveler düzenlediler. “Kırmızı kod” uyarıları yaptılar ancak çözüme yönelik bir adım atmadılar. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik yatırımlar zaten yetersizken bir de enerji krizinin ortaya çıkması kapitalist ülkelere iklim zirvelerinde verdikleri taahhütleri hemen unutturdu. BM Çevre Programı (UNEP), ABD, Suudi Arabistan, Rusya, Kanada, Çin ve Hindistan başta olmak üzere toplam 15 büyük fosil yakıt üreticisi ülkenin küresel ısınmayı önlemek için öngörülen seviyeden yüzde 240 daha fazla kömür, yüzde 57 daha fazla petrol, yüzde 71 daha fazla doğalgaz üretimi planladığını söyledi. Emekçiler kapitalist açgözlülüğün dünyayı bir yıkıma doğru sürüklemesine de tepkisiz kalmadılar. Geçtiğimiz yıl Asya’dan Avrupa’ya dünyanın dört bir yanında yüz binlerce insanın katıldığı protestolar gerçekleştirildi.
2020 yılında 94 farklı ülkeden 25 milyon kişinin iklim değişikliği nedeniyle göç ettiği belirtiliyordu. Bu sayının 2021’de artmış olduğunu tahmin etmek zor değil. Nitekim Dünya Bankası 2018’de yayımladığı raporu 2021’de yeniden güncellemek zorunda kaldı. Daha önce ekolojik krizin 2050’ye kadar 140 milyon insanı göçe zorlayabileceğini belirten Dünya Bankası bu sayıyı güncel raporunda 216 milyona çıkardı. Gerçek şu ki, ekolojik krize dair yayımlanan sayısız rapor ile düzenlenen onlarca zirveye ve dünyanın bir felâkete doğru gittiğini bilmelerine rağmen kapitalistler ekolojik krizin önüne geçemezler. Bunun için kapitalist üretim tarzından vazgeçmeleri gerekir ki, bu durumda kapitalizm diye bir sistemden söz edemeyiz.
Baskılara ve hak gasplarına karşı isyanı büyüten ülkeler
Daha önce çeşitli yazılarımızda kapitalist sistemin girdiği çıkmazın dünya genelinde burjuvazinin kendi içindeki çıkar çatışmalarını da arttırdığını, kaotik bir siyasi atmosfer yarattığını, bu koşullarda burjuva siyaset sahnesinde aşırı sağ ve sol uçların sivrilmesinin kaçınılmaz olduğunu söylemiştik. Özellikle 2015 yılından bu yana yapılan seçim sonuçlarına baktığımızda kapitalizm cehenneminden bunalan ama bu cehennemden kurtulmanın yolunu bulamayan emekçilerin ağırlıklı olarak aşırı sağa meylettiğini, kimi yerlerde de sol partilerin güçlendiğini belirtmiştik. Ne var ki umutsuzluk ve çıkışsızlık duygusunun yarattığı öfkeyle popülist söylemleri olan sağ ve faşist parti veya başkanları iktidara taşıyan emekçiler daha büyük baskı ve saldırılarla karşılaştılar. Ancak bu saldırılar karşısında faşist, otoriter iktidarlara karşı emekçilerin isyanları da büyüdü. Pandeminin ancak birkaç ay geriletebildiği kitlesel protestolar 2020’nin ikinci yarısından itibaren yeniden hız aldı, 2021’de de devam etti. Yıl içinde genel seçimlerin yapıldığı Latin Amerika ülkelerinde, kitleler sağ partilerin karşısında yeniden sol partileri iktidara taşıyarak değişim istediklerini gösterdiler.
Peru ve Şili’de 2021’de yapılan başkanlık seçimlerinde sol liderler başkanlık koltuğuna oturdular. Her iki ülke de Latin Amerika’nın genelinde olduğu gibi son iki yıldır şiddetli protestolara sahne oluyordu. İktidara gelen burjuva sol partilerin emekçilerin taleplerini karşılayamayacağının kesinliği bir yana bu sonuçlar kitlelerde gerçek bir değişim isteğinin yansımasıdır. Brezilya’da ise İşçi Partisi PT’nin 13 yıllık iktidarının hayal kırıklığına uğrattığı emekçi kitlelerin bir bölümü, oluşan belirsizlik ortamında 2018 yılındaki başkanlık seçimlerinde katıksız faşist Bolsonaro’ya oy vermişlerdi. Beklendiği üzere Bolsonaro sadece sola değil tüm emekçi kesimlere yönelik saldırılarını ve hak gasplarını hayata geçirmeye başladı. Pandemiyle birlikte saldırıların daha da yoğunlaşmasıyla hak gasplarının ve yoksulluğun büyümesi, salgının kontrolsüzce yayılmasına neden olan bir politika izlenmesi emekçilerde biriken öfkenin 2021’de bir kez daha patlamasına neden oldu. Nisan ayında başlayan kamudan özele onlarca sektördeki grevler ve on binlerce işçinin katıldığı protesto gösterileri, salgın nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının 500 bini aşması üzerine Haziran ayında ülke geneline yayılan kitlesel bir protestoya dönüştü.
Kolombiya’da da 2018’den bu yana ülkeyi Ivan Duque başkanlığındaki sağcı hükümet yönetiyor. 2019’da Duque hükümetinin saldırı yasalarına karşı 1 milyon işçi genel greve çıkmış, hemen arkasından yoksulluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve faşist teröre karşı ülke geneline yayılan protestolar yaşanmıştı. 2021’de de saldırılarını devam ettiren Duque hükümeti bu kez emekçilerin sırtındaki vergi yükünü arttıracak vergi yasasını çıkarmak istedi. “Fakirlere Ekmek Yoksa Zenginlere Huzur Yok!” diyen emekçiler 28 Nisanda süresiz genel grev ilan ettiler, sokaklara çıktılar. Onlarca kişi asker ve polis tarafından katledilmesine rağmen emekçilerin geri adım atmaması üzerine hükümet yasa tasarısını geri çektiğini açıklamak zorunda kaldı. Ancak bu geri adımı yeterli görmeyen emekçiler emeklilik, sağlık ve eğitim sisteminde iyileştirme istediklerini söyleyerek protestolarını sürdürdüler. Ağustos ayına kadar devam eden protestoların önünü alamayan Duque hükümeti saldırılarını ve katliamlarını sürdürdü. İşçi liderleri, aktivistler, sendika liderleri tutuklandılar, katledildiler. Yükselen toplumsal mücadelenin devrimci duruma dönüştüğü Kolombiya’da bugün kitle hareketi durulmuş görünse de sorunlar ve talepler olduğu yerde duruyor. Yeni fırtınalar önümüzdeki dönemde Kolombiya egemenlerini sarsmaya devam edecek.
2014 yılından bu yana faşist Modi hükümetinin iktidarda olduğu Hindistan’da emekçiler, Kasım ayında 250 milyon işçinin katılımıyla gerçekleşen grevin ardından, sağlıktan ulaşıma pek çok sektörde yüz binlerin katılımıyla gerçekleştirdikleri grevlerle ve çiftçilerin tarım yasalarına karşı eylemleriyle kapatmışlardı 2020 yılını. 2021’e mücadeleyle giren Hindistan, tıpkı ABD gibi çelişkilerin ve toplumsal eşitsizliğin en yoğun yaşandığı ülkelerden biri… Nüfusun en zengin yüzde 10’unun toplam servetin yüzde 77’sini elinde bulundurduğu, buna karşılık yüz milyonlarca insanın sefalet içinde yaşadığı Hindistan’da pandemi bahanesiyle baskılar, hak gaspları ve yoksulluk daha da arttı. Bu koşulların kitlesel eylemlerle sonuçlanması kaçınılmazdı. Nitekim yıl boyunca polis saldırılarına rağmen eylemlerini devam ettiren çiftçiler tam bir yıl sonra faşist Modi’ye geri adım attırmayı başardılar ve tarım yasalarını geri çektirdiler. Bu mücadelenin kazanımla sonuçlanması sorunları giderek büyüyen Hindistan işçi sınıfına da güç ve cesaret verecektir. Faşist Modi’nin saldırılarına karşı önümüzdeki dönemde de Hindistan işçi sınıfının sesini kitlesel eylemlerle, grevlerle duymaya devam edeceğimize kuşku yok.
İran’da da emekçiler baskıcı Molla rejimine karşı 2021’e protestolarla girdiler. Onlarca kentte yıl boyunca devam eden protestolara çeşitli sektörlerden işçilerin grev ve direnişleri eşlik etti. Molla rejiminin yolsuzlukları, yoksulluk, işsizlik, düşük ücretler ve hayat pahalılığından bıkan emekçilerin öfkesi yaz aylarında yaşanan su ve elektrik kesintilerinin de eklenmesiyle daha da büyüdü ve protestolar şiddetlendi. Molla rejimi, son birkaç yıldır ekonomik taleplerin yanı sıra rejime duyulan öfke ve değişim isteğinin dillendirildiği protestoları baskı ve şiddetle bastırmaya çalışıyor. Ancak bu durum çok kısa sürüyor ve emekçiler yeniden sokakları dolduruyorlar. Nitekim İranlı işçiler 2022’ye de pek çok sektörde gerçekleştirdikleri çok daha yaygın grevlerle girdiler.
2021’e mücadeleyle giren bir başka ülke ise Tunus’tu. Ülke ekonomisinin ağırlıklı olarak turizme dayandığı Tunus’ta pandemi nedeniyle turizm sekteye uğrayınca ülke ekonomik çöküşe sürüklendi. İşten çıkarılanların sayısı 240 bini geçerken hükümetin hiçbir önlem almaması ve sosyal haklara yönelik saldırıları hayata geçirmesi üzerine emekçiler yeniden sokaklara döküldüler. 2020’de başlayan protestolar 2021’e girerken devam ediyordu. Ancak 2011’den bu yana defalarca sokaklara çıkan, diktatörü deviren, hükümetleri düşüren Tunuslular da devrimci bir önderliğe sahip olmamanın sancılarını yaşıyorlar. Nefret ettikleri eski rejimin kalıntıları ile yolsuzluk batağına saplanan Ennahda arasında sıkışıp kaldıkları için sözde partiler üstü görünen Cumhurbaşkanı Kays Said’in Temmuz ayında bir hükümet darbesiyle yönetime el koymasını engelleyemediler. Kays Said meclisin yetkilerini bir aylığına dondurduğunu açıklamasının üzerinden iki ay geçtikten sonra yeni kararnameler yayımlayarak cumhurbaşkanının yasama ve yürütme yetkisini genişletti. Böylece tek adam rejimini inşa eden Said, Aralık ayında yaptığı bir açıklamayla seçimlerin 17 Aralık 2022’de yapılacağını ve o zamana kadar meclisin kapalı olacağını duyurdu.
2021’in sonuna doğru bu kez Sudanlı emekçiler sokaklara döküldüler. Hatırlanacağı üzere 2018 yılında başlayan halk isyanı 30 yıllık Ömer El Beşir diktatörlüğünü devirmiş, fakat ordu devreye girerek yönetime el koymak istemişti. Yeniden diktatörlükle yönetilmek istemeyen Sudan halkı ordunun bu girişimine karşı sokağa çıkmış, sonunda sivillerden ve askerlerden oluşan bir geçici hükümet kurulmuştu. Anlaşmaya göre Kasım ayında yönetim sivillere geçecek ve yapılacak yeni anayasayla seçimlere gidilecekti. Ne var ki Ekim ayında ordu yeni bir darbe yaparak olağanüstü hal ilan etti. Ancak bir kez halk uyanışına sahne olan Sudan’da emekçileri demokrasi taleplerinden vazgeçirmek, baskı ve şiddetle susturmak öyle kolay değil. Nitekim 3 yıl öncekinden daha güçlü bir şekilde milyonlarca emekçi sokaklara döküldü, genel grevler başladı. Polisin protestoculara ateş açarak katletmesi, ev baskınları, gözaltı ve tutuklamalar Sudan halkının isyanını bastıramadı, emekçiler 2022’ye protestolarla girdi.
Ekonomik krizin derinleşmesiyle tüm ülkelerde enflasyon artarken sermaye sınıfının işçi ücretlerini arttırmak istememesi, sendikalaşmaya yönelik tahammülsüzlüğünün ve saldırılarının artması, daha uzun ve ağır çalışma koşulları dayatması Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkede grev ve direnişleri büyüttü. İngiltere’de polisin yetkilerini arttıran ve emekçilerin protesto hakkını sınırlayan yasaya, hak gasplarına ve pandemi kısıtlamalarına karşı yapılan kitlesel protestolar; İtalya’da bir sendikacının öldürülmesi, sendikacıların tutuklanması ve sendika binasına yapılan faşist saldırı sonrasında 200 bin kişinin katıldığı protesto gösterisi; Yunanistan’da çalışma saatlerini uzatan yasa saldırısına yönelik protestolar; Almanya’da gösteri yapma hakkını kısıtlayan yasaya karşı yapılan eylemler; Belçika’da yükselen enflasyona karşın işçi ücretlerinin düşük tutulmasını sağlayan yasaya yönelik protesto gösterileri bunlardan bazılarıydı. Yaz aylarında tüm Avrupa’yı saran kira grevleri, Fransa’da evsizlerin eylemleri ve Afrika’dan Avrupa’ya, ABD’den Asya’ya pek çok ülkede gerçekleşen sayısız grevlerle işçiler kendilerine dayatılan sefalete karşı seslerini yükselttiler.
2020 yılında pandemi yasakları ve yaratılan korku atmosferi nedeniyle 1 Mayıs’ta dünya meydanları genel olarak boş kalmıştı. Ne var ki hak gaspları ve saldırılar karşısında sessiz kalmayan emekçiler 2021 yılının 1 Mayıs’ını dünyanın dört bir yanında kitlesel mitinglerle kutladılar. Pek çok ülkede polis saldırıları ve yasaklara rağmen dünya meydanları dolup taştı. Türkiye’de ise rejim, 1 Mayıs’ın kitlesel bir şekilde kutlanmasını pandemi bahanesiyle yasaklarken, aynı bahaneyi pek çok eylemin yasaklanmasında da kullandı. Faşist rejim sınıf hareketini bastırmak için her türlü araca başvursa da 2021 yılında grevlerde, direnişlerde belirgin bir artış yaşandı. Son aylarda ise siyasi iktidara yönelik büyüyen tepkinin ve öfkenin, sendikaların düzenlemeye başladıkları mitingler aracılığıyla meydanlara da yansıdığını görüyoruz.
2021’de yaşananlara toplam olarak baktığımızda kapitalizmin her alanda bir kriz içinde olduğunu ve krizden çıkmaya çalıştıkça daha fazla gömüldüğünü görmek zor değil. Yazımızın başında alıntıladığımız tespitlerden yola çıkarak bir kez daha söyleyelim. Önümüzdeki dönem siyasi, ekonomik, toplumsal her alanda kapitalizmin yarattığı krizler daha da büyüyecek. Ekim Devriminin 104. yıldönümü vesilesiyle yayımladığımız yazıda söylediklerimizi hatırlatarak bitirelim. “Kapitalizm dünyaya cehennemi yaşatıyor ve bu durum ilelebet süremez. Göç sorunundan pandemiye, büyüyen toplumsal eşitsizlik ve işsizlikten genişleyen Üçüncü Dünya Savaşına, burjuva demokrasisinin alabildiğine kabuğa dönüşüp dünya genelinde otoriterleşmenin güçlenmesinden doğanın tahrip edilmesine kadar kapitalizmin insanlığın önüne yığdığı ve kangrene dönüştürdüğü devasa sorunlar, ancak işçi sınıfı devrimci kılıcını kullanırsa çözülebilir. Kapitalizm tüm insanlığın kaderini tam anlamıyla ortaklaştırarak önüne iki seçenek koymuştur: Ya kapitalizm bir devrimle yıkılacak ve insanlığın kurtuluşunun önü açılacak ya da çürüyen kapitalizm insanlığı da çürüterek, sonu gelmez acılar yaşatarak dünyayı yok oluşa sürükleyecek. Yani ya devrim ya yok oluş!”[10]
[1] Elif Çağlı, Tehlikenin Ortasında, marksist.com
[2] Elif Çağlı, Dünyanın Üzerinde Bir Heyula Dolaşıyor, marksist.com
[3] Elif Çağlı, Kapitalizm Çıkmazda, marksist.com
[4] Elif Çağlı, Demokrasi ve Plütokrasi, marksist.com
[5] Suphi Koray, Çürüyen Kapitalizm, Çıkışsız Kitleler, Sivrilen Uçlar, marksist.com
[6] Levent Toprak, Kapitalist Sistemin Sancısı, marksist.com
[7] Oktay Baran, Çöküşün Bahanesi Pandemi, marksist.com
[8] Levent Toprak, Emperyalist Kapışma ve Çin, marksist.com
[9] Ayrıntılı bilgi için bkz. Levent Toprak, Emperyalist Kapışma ve Çin,.marksist.com
link: Demet Yalçın, Kapitalizm Sorunları Büyütürken, İsyan Fırtınası Sürüyor!, 10 Ocak 2022, https://marksist.net/node/7551
İstifa Ederek Kaçmak mı, Değiştirmek İçin Mücadele Etmek mi?
Göçmenler Neler Yaşıyor?