Milli Savunma Bakanlığı geçenlerde düzenlediği basın bilgilendirme toplantısında Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına atıfta bulunup, topyekûn bir riskin ihtimal dâhilinde olduğunu belirterek Üçüncü Dünya Savaşına işaret etti. Bakanlığın bu açıklaması çeşitli bültenlerde flaş haber olarak paylaşıldı. MSB yetkililerinin yanı sıra kapitalist devletlerin egemenlerinden dünya savaşına dair uyarı ve hatırlatmaları sıkça işitir olduk. Sadece geçtiğimiz iki ay boyunca nükleer savaş tehdidi dâhil emperyalist savaşın daha da şiddetleneceğine dair beyanatlarını yoğunlaştırmaya devam etti egemenler. Rusya Savunma Bakanlığı 6 Mayısta yayınladığı duyuruda Batılı yetkililerin provokatif demeçleri nedeniyle taktik nükleer silahlarla ilgili bir manevra yapmayı kararlaştırdıklarını açıkladı. Rus yetkililer bu açıklamayı yapmadan önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Rusya’nın Ukrayna’daki ilerlemesini durdurmaması halinde Fransız birliklerinin Ukrayna’da konuşlanabileceğini sık sık söylüyordu. Benzer biçimde ABD sözcüleri son zamanlarda ısrarla Rusya’nın kırmızıçizgileri aştığı yönünde demeçlerini sürdürüyor. Yine NATO’nun koçbaşlarından genel sekreter Stoltenberg ile Almanya şansölyesi Scholz da Rusya’yı uyarmaktan ve NATO’nun silahlı gücüyle gözdağı vermekten geri durmayanlar arasında. Bu tehditlere “pabuç bırakmayan” Rus cenahı ise her fırsatta nükleer silah kartını masaya sürerek Batılı güçlere karşılık vermeye devam ediyor.
5 Haziranda Petersburg’taki basın toplantısında konuşan Putin bakın neler söylüyor: “Batı, Rusya’nın nükleer silahları asla kullanmayacağını sanıyor. Halbuki bizim bir nükleer doktrinimiz var. Buna göre hükümranlığımız ve sınırlarımızın dokunulmazlığı tehdit edilirse bütün olanaklarımızı kullanmamız mümkündür. Bu seçenek asla hafife alınmamalı.” Kiev’e hassas silah sağlayan ülkelere karşı simetrik yanıttan da bahseden Putin, mealen “sadece silahı kullananı değil silahı vereni de vururum” demekten de geri durmuyor. Putin’in açıklamasından önce Rusya Savunma Bakanlığı 21 Mayısta ülkenin Güney Askeri Bölgesinde taktik nükleer silahların kullanımına yönelik tatbikat başlattığını duyurmuştu. Tatbikatın ikinci aşaması da Haziran ayının başlarında Belarus ile gerçekleştirilmişti. Yani bu minvaldeki açıklamaların kuvveden fiile geçmeye başladığını söylememiz mümkün. Nitekim söz konusu tatbikatlara ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov, Rusya’nın Batı’nın kışkırtmalarına karşı nükleer tatbikatları yapmasının önemli olduğunu vurgulayarak tatbikatların devamının geleceğine işaret etti.
Emperyalistler arasındaki söz düelloları bir yana savaş yangını fiili olarak büyüyor. 7 Ekimden bu yana Güneyde Gazze’ye saldıran siyonist İsrail devleti Kuzey sınırında da Lübnan Hizbullahı ile çatışmaya girişeceğinin sinyallerini vermeye başladı. İsrail ile Lübnan arasında “mavi hat” olarak tabir edilen sınır hattında son haftalarda tırmanan gerginlik, savaşın bu cepheye yayılma ihtimalinin büyüdüğünü gösteriyor. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Washington’da gazetecilere yaptığı açıklamada, histerik bir ruh hali içerisinde Hizbullah’la bir savaş durumunda İsrail ordusunun Lübnan’ı “taş devrine” döndüreceğini söylerken, Hizbullah yetkilileri ise olası bir savaşa hazır olduklarını açıklamıştı. Derken İsrail ordusu Lübnan’ın güneyindeki Sur kentine düzenlediği saldırıda Hizbullah’ın üst düzey saha komutanı Muhammed Nime Nasır’ı öldürdü. Hizbullah da saldırıdan hemen sonra bu ayın başında İsrail topraklarına 20 İHA ve yaklaşık 200 roketle saldırı başlattı. Bölgede gerginlik her geçen gün yeni gelişmelerle artmaya devam ediyor.
Ortadoğu kazanı kaynama noktasına yaklaşmışken Ukrayna cephesi de ısınıyor. Burjuva zirvelerinde savaş rüzgârlarının çok daha şiddetli esmeye başlaması boşuna değil. Dünyanın 7 büyük ekonomisinden oluşan G7 ülkelerinin liderlerinin İtalya’nın ev sahipliğinde gerçekleştirdikleri zirve bu anlamda akla gelen ilk örnek. Bu yılki G7 zirvesinin en önemli ve sansasyonel yanı, zirvenin ilk gününde ABD’nin önerisi üzerine dondurulmuş Rus varlıklarından 50 milyar doların Kiev’e tahsis edilmesinin kabulü oldu. Dondurulmuş varlıkların kullanılmasının daha önce Batı finans sisteminde örneği yok. Üstelik bu yola mali kaygılardan ziyade asıl olarak paylaşım savaşının körüklenmesi maksadıyla başvurulduğu da aşikâr. G7 zirvesi bu yönüyle tarihi bir zirve sayılıyor. Üç günlük zirvenin başta Çin olmak üzere Rusya’yı destekleyen üçüncü taraflara yaptırım uyarılarıyla son bulduğunu da ekleyelim. G7’de esen fırtınalı hava önümüzdeki aylarda yapılacak diğer burjuva zirvelerinde de eseceğe benziyor. Bu bakımdan Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen Şangay zirvesi de, NATO’nun 75. yılı dolayısıyla Washington’da yapılacak NATO zirvesi de üçüncü emperyalist paylaşım savaşında safların keskinleştiğinin ve savaşın kızıştığının habercileri. Yine yılın sonuna doğru yapılması planlanan BRICS zirvesi de bu bağlamda bir istisna teşkil etmeyecektir.
Savaş gündemini kızıştıran bir diğer gelişme Rusya-Kuzey Kore stratejik işbirliği anlaşması oldu. Hatırlanacağı üzere Kuzey Kore lideri Kim Jong Un, geçtiğimiz yılın Eylül ayında Rusya’nın Doğu Sibirya bölgesine yaptığı ziyaretle iki ülke arasındaki ilişkilerin yeni bir düzlemde gelişeceğinin sinyallerini vermişti. Nitekim Putin bu ziyaretten 9 ay sonra (tam da G7 ülkeleri ABD önerisiyle Ukrayna’ya önemli bir desteği onaylamışken) 19 Haziranda Kuzey Kore’ye resmi ziyarette bulundu. 24 yıl sonra ilk kez Kuzey Kore’ye gelen Rus liderin ziyaretinde, iki ülke arasında kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması imzalandı. “Kapsamlı Stratejik Ortalık” anlaşmasına göre, iki ülkeden birinin işgal edilmesi veya savaş durumuna itilmesi durumunda, diğeri “askeri ve diğer yardımları” sağlamak için “derhal elindeki tüm araçları” kullanacak. İki ülke arasındaki bu anlaşmanın “Soğuk Savaş”ın son bulmasından bu yana Moskova ile Pyongyang arasındaki en güçlü yakınlaşma olduğu belirtiliyor. Bahsi geçen anlaşmanın ABD’nin başını çektiği Batı kampına son zamanlarda Rusya’nın gösterdiği en ciddi sopalardan biri olduğu da söyleniyor. Kuzey Kore’den hemen sonra Putin’in Doğu Asya turuna devam ederek soluğu Vietnam’da alması, hegemonya krizinde kutup başları arasındaki gerilimin artacağına işaret ediyor. Zira Vietnam ziyaretinde Putin, Batı’nın Ukrayna’ya silah yardımı yapmasına karşılık Rusya’nın Pyongyang dâhil dünyanın diğer bölgelerine silah tedarik etme hakkını saklı tuttuğunu söyleyerek aba altından sopa gösterdi. Bu gelişmeler Ukrayna ve Ortadoğu’daki muhtelif cephelerin yanında savaşın alevlerinin Asya-Pasifik bölgesini de ısıttığını ve silahlanma yarışının büyüyeceğini gösteriyor.
Savaş kazanı işte böylesine fokur fokur kaynamışken bir kez daha “acaba Üçüncü Dünya Savaşı mı çıkıyor?” temasıyla analizler paylaşmaya başlandı. Oysa Üçüncü Dünya Savaşı başlayalı hayli zaman oldu. Marksist Tutum’da Elif Çağlı’nın yıllar evvelinden savaşın niteliğine ve özgünlüğüne dair yaptığı çözümlemeler, ispatı çoktandır yapılmış doğrular olarak güncelliğini ve önemini koruyor.[1] Bu noktada burjuva liberalizminin yapısı gereği olayların ve olguların hakikatine nüfuz edememesi bir yanda dursun. Yakalarına “Marksizm” rozeti takan bir dolu yapının Marx-Engels’in ortaya koyduğu ve Lenin’in geliştirdiği temel tezleri doğru temellerde kavramaktan uzak durmaları ve bu sebeple bugün Ortadoğu’dan Ukrayna’ya, Asya-Pasifik’ten Afrika’ya yayılan savaşın ve savaşan güçlerin niteliğini idrak edememeleri bir vakıadır. Bu vakıa devrimci ideolojinin sınıf temeline oturtulmasının ve bu temelden yeşertilmesinin ne denli elzem olduğunun en çarpıcı güncel örneğini oluşturuyor. Ne diyelim, emperyalistler dünyayı cehenneme çevirmeye devam ederlerken, kimileri burjuva güçlerin askeri-diplomatik manevraları üzerinden sözde derinlikli çözümlemeler yapmakla oyalanadursunlar! Marksizmin ışığıyla dünü ve bugünü aydınlatanlar ise, devrimci teoriyi yeniden ve yeniden üreterek, sınıf mücadelesinde devrimci tutuma sımsıkı sarılıp kendi yollarında yürümeyi sürdürüyorlar.
Devrimci Marksizmi eylem kılavuzu olarak kuşananlar, savaşın niteliğini tespit etmek ve savaşa karşı doğru tutum alabilmek için burjuva mahfillerden sökün edecek vaazlara, askeri-diplomatik manevralara bel bağlamazlar. Bilakis geçmişte olduğu gibi gerçek sınıf devrimcileri bugün de savaşın emperyalist karakterini ve gerici doğasını emekçi kitleler nezdinde görünür kılmak için hem burjuvazinin çarpıtmalarına hem de anti-emperyalizm adına yapılan milliyetçiliğe karşı mücadeleyi devrimci ideolojinin temel ilkelerinden ödün vermeksizin sürdürmektedirler. Bu bakımdan Marksist Tutum olarak, milenyum dönemecinden bu yana çeşitli biçim ve araçlarla yürüyen ve kızışarak ilerleyen savaşın, nevi şahsına münhasır bir Üçüncü Dünya Savaşı olduğunu ısrarla vurgulamamız sınıf mücadelesi için hayati önemini korumaktadır. Zira bu temel gerçekten yoksun her türlü politik değerlendirme, dünya ahvalini doğru eksende idrak edememenin ötesinde, emekçilerin çeşitli emperyalist kampların arkasında yedeklenmesiyle sonuçlanmaktadır. Bunun sınıf kavgasında ne denli ölümcül sonuçlar yarattığı tarihsel ve güncel örnekleriyle sabittir. Çarpıcı bir örnek olması açısından paylaşım savaşının ateşi her geçen gün harlanan Ukrayna cephesine karşı Türkiye’de ve dünya genelinde sol çevrelerin savrulduğu yanlış uçları hatırlatmak yeterli olacaktır.[2]
Savaş kızıştıkça silahlanma yarışı artıyor
Savaş söz konusu olduğunda burjuvazinin sistemik krizini aşmak için alabildiğine harladığı askeri harcamalar meselesi uzun zamandır üzerinde durduğumuz olguların başında geliyor. Kelimenin mecaz anlamının ötesine taşınarak dünyanın emperyalistler tarafından barut fıçısına çevrildiği gerçeği, durumun vahametini ve yakıcılığını gözler önüne seriyor. Girişte bahsettiğimiz basın toplantısında MSB yetkilisinin dünya savaşına en hazır ülkelerden birisinin Türkiye olduğuna ilişkin sözlerini de bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Ortadoğu kazanının yanı başındaki TC bir yana, görece ateş hattının şimdilik uzağında yer alan tüm kapitalist devletlerde de muazzam bir silahlanma yarışı nicedir sürüyor. Emperyalist paylaşım savaşının genişlemesi ve büyümesiyle silahlanma yarışı alevleniyor. Yakın dönemde yıllar içinde kırılan askeri harcama rekorları, kızışan savaş konjonktürüyle beraber artık aylar içinde yeni rekorlarla tazelenip üst boyutlara taşınıyor.
Örneğin Almanya merkezli silah üreticisi Rheinmetall, 21 Haziranda Almanya ordusundan (Bundeswehr) 8,5 milyar avroluk topçu mühimmatı siparişi aldığını duyurmuştu. Şirket bunun tarihindeki en büyük siparişlerden olduğunu açıklamıştı. Şirket daha önce de 12 Haziranda Bundeswehr’in 1515 askeri kamyon siparişi verdiğini duyurdu. Almanya’nın ardından İtalya ordusundan bu şirkete 20 milyar avroluk sipariş geldi. Roma hükümetinin bu siparişle en az 350 adet Lynx zırhlı muharebe aracı ve 200’den fazla Panther ana muharebe tankı satın alacağı ileri sürülüyor. Sektör yorumcuları söz konusu satın alma sözleşmesinin Alman şirketin tarihindeki en büyük tank anlaşması olacağını açıkladı. Görüldüğü üzere silah tekelleri rekorlara doymuyor. Rheinmetall başta olmak üzere ABD ve Avrupa merkezli silah tekellerinin adını önümüzdeki günlerde sık sık duyacağımıza da şüphe yok. Rheinmetall, mühimmat üretiminde önde gelen silah şirketlerinden biri ve Avrupa’da silah endüstrisinin lokomotifi konumunda. Alman silah devi 2024 yılı sonuna kadar yılda 700.000 mermi üretim hızına ulaşmayı planlıyor. Ancak bu hedefin, 2027 yılında bir milyon mermi üretme yolunda sadece bir ara hedeften ibaret olduğunu söyleyelim. Zira şirketin Almanya, Ukrayna ve Litvanya’da yapımı süren yeni silah üretim tesisleri henüz faaliyete geçmedi. Ukrayna’daki savaşla Avrupa ülkeleri savaş harcamalarını yükseltirken, Rheinmetall’ın sipariş defterlerinin büyümesi bu bakımdan şaşırtıcı olmuyor. Şirket Temmuz başında yine Alman hükümetinden 3,5 milyar avro değerinde askeri nakliye aracı siparişi aldığını duyurdu.
Bu arada şirketin mermi üretimine ilişkin hedefinin Avrupalı egemenlerin hedefleriyle paralel olduğunu hatırlatmak gerek. Zira AB Komisyonunun İç Pazardan Sorumlu Üyesi Thierry Breton geçenlerde topçu mühimmatı üretimindeki hızlı büyüme hakkında konuşurken tam da bu hedefi ortaya koydu. “Mart 2023’te Avrupa’da yılda 500.000 mermi üretiyorduk ve sadece 300.000 mermi üreten Amerikalılardan daha iyiydik. Ancak o zamandan bu yana bu kapasiteyi iki katına çıkardık” diyen Breton, Moskova ile artan gerilim nedeniyle AB’nin, olası tehditlere karşı silah alımlarını arttırmaya devam etmesi gerektiğini vurguladı. Breton mermi üretim kapasitesini de 2025’e kadar 2,5 katına çıkaracaklarını söyledi. Elbette bunlar buzdağının kamuoyuyla paylaşılan küçük parçaları. Avrupalı egemenlerin, ABD, Rusya, Çin üçlüsünün, İran, İsrail, Türkiye gibi bölgesel güçlerin palazlandırdığı silah tekelleri savaşın farklı cephelerinde birbirini boğazlayan ya da boğazlamak üzere mühimmat biriktiren taraflara benzer siparişleri göndermeye ve dünyadaki ateş çemberini büyütmeye devam ediyorlar.
Söz Almanya’dan ve AB’den açılmışken, Batılı emperyalist ülkelerin çoğunda militarizmin dozunun sistematik olarak yükseltildiğinin de altını çizmek gerekiyor. Zira Almanya’da yıllar önce kaldırılan zorunlu askerliğin yeniden uygulamaya sokulması planlanıyor. Alman ordusu okullarda stantlar açarak, gençleri orduya çekmeye çalışıyor. Olası bir “büyük savaş” durumu için otoyollar genişletilerek tankların geçişine hazırlanılıyor. Birkaç ay önce Almanya Sağlık Bakanı Karl Lauterbach’ın sağlık sisteminin olası askerî çatışmalara karşı hazırlanması uyarısında bulunduğunu da hatırlatalım. Yine Alman Haber Ajansının (DPA) aktardığına göre Alman hükümeti, 1 Ocak-18 Haziran arasında 7,48 milyar avroluk silah ve askeri malzeme satışına onay verdi. Bu rakam 2023’ün ilk yarısıyla kıyaslandığında yüzde 30’luk artış anlamına geliyor. İhracat onayının yaklaşık yüzde 65’ini kapsayan 4,88 milyar avroluk kısmının Ukrayna’ya yönelik olduğunu da geçerken belirtelim.
Barut fıçısına çevrilen dünyamız
Avrupa kıtası başta olmak üzere silah endüstrisi küresel çapta harıl harıl çalışıyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) dünya genelinde askeri harcamaların 2 trilyon 240 milyar dolarlık rekor düzeyi aştığını daha önce ortaya koymuştu. 2019-2023 yılları arasındaki askeri harcamaları konu edinen raporda SIPRI, küresel boyutta askeri harcamaların bir önceki yıla oranla yüzde 3,7 artığını duyurmuştu. Raporda ABD’nin toplam askeri harcamalardaki payının yüzde 40’a ulaştığı kaydedilirken, Çin’in yüzde 13’le ikinci, Rusya’nın ise yaklaşık yüzde 4’le üçüncü sırada yer aldığı belirtilmişti. Bu oranlar emperyalistler arasında kızışan hegemonya yarışı ile askeri harcamalar arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya sermektedir. SIPRI küresel silah transferlerine ilişkin 22 Nisan 2024 tarihli raporunda ise dünya genelinde askeri harcamaların, dokuzuncu yıl üst üste artarak 2,45 trilyon dolarlık rekor seviyeye ulaştığını aktarıyor. Raporda 2009’dan bu yana ilk kez, askeri harcamaların SIPRI tarafından tanımlanan beş coğrafi bölgenin hepsinde arttığı ve özellikle Avrupa, Asya ve Okyanusya ile Ortadoğu’da büyük artışlar kaydedildiği vurgulanıyor. Paylaşım savaşının baş aktörlerinden ABD’nin 2023 yılında savaş harcamalarını yüzde 2,3 arttırarak 916 milyar dolara yükselttiği ve bu harcama kaleminin toplam NATO askeri harcamalarının yüzde 68’ine denk geldiği belirtiliyor.
NATO üyesi ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) %2’sini askeri harcamaya ayırma hedefini taahhüt ettikleri biliniyor. 31 NATO üyesinden 11’i 2023’te bu seviyeye ulaştı veya onu aştı. Savaşın diğer baş aktörleri Çin ve Rusya da aynı grafiği sergiliyor. Çin, 2023’te askeri harcamalara tahmini 296 milyar dolar ayırdı. Rusya’nın askeri harcamaları ise 2023’te %24 artarak tahmini 109 milyar dolara çıktı. Bu artış da Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiği 2014 yılından bu yana %57’lik artış manasını taşıyor. Yine Rusya’nın askeri harcamalarının 2023’te toplam hükümet harcamalarının %16’sını oluşturduğu hatırlatılıyor. Japonya’nın 2023 yılında orduya 50,2 milyar dolar ayırdığı ve bunun 2022’ye göre yüzde 11 daha fazla olduğu aktarılıyor. Benzer şekilde Tayvan’ın da askeri harcamaları 2023’te yüzde 11 artırarak 16,6 milyar dolara yükselttiği belirtiliyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden Güney Sudan’a, Hindistan’dan Brezilya’ya, Cezayir’den İran’a neredeyse tüm kapitalist devletlerde askeri harcamalarda rekor artışların gözlemlendiği de raporda yer alıyor.
Rapor Avrupa’da silah ithalatının 2014-2018 dönemine kıyasla 2019-2023 döneminde yaklaşık yüzde 94 arttığını gösteriyor. Avrupa’daki en büyük ithalatçı ise kıtanın toplam silah ithalatının yüzde 23’ünü gerçekleştiren Ukrayna. Rusya-Ukrayna savaşının ardından Batılı ülkelerin Kiev’e askeri yardımlarının artmasıyla Ukrayna, 2019-2023 yıllarında dünyanın dördüncü en büyük silah ithalatçısı konumuna yükseldi. Ukrayna cephesi küresel silah pazarını önemli ölçüde değiştirirken, Ukrayna için en önemli iki ihracat ülkesi, ithal edilen silahların yüzde 69’unu sağlayan ABD ve yüzde 30’unu tedarik eden Almanya oldu. Rapordaki verilere göre dünyanın en büyük silah ithalatçısı Hindistan ise silah ithalatını yüzde 4,7 artırdı. İthalat kalemlerinde Hindistan’ı 2019-2023 döneminde küresel silah ithalatının yüzde 8,4’ünü gerçekleştiren Suudi Arabistan takip etti. Son 5 yılda silah ithalatını yüzde 396 artıran Katar ise dünyanın en büyük üçüncü silah ithalatçısı olarak kayıtlara geçti. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren emperyalist haydutların listesinin de değişmediğini görüyoruz. Rapora göre Ortadoğu ülkelerinin silah ithalatının yüzde 52’si ABD tarafından sağlanırken, bu ülkeyi yüzde 12 ile Fransa, yüzde 10 ile İtalya ve yüzde 7,1 ile Almanya izledi.
Hegemonyasını korumak için dünyayı kan gölüne çevirmekten geri durmayan ABD, silahlanma yarışında liderliği yine kimseye kaptırmadı. Rapora göre liderliğini koruyan ABD, 2019-2023 döneminde silah ihracatını 2014-2018 dönemine kıyasla yüzde 17 büyüttü. Hegemonya savaşının diğer kutbundaki Rusya ise rapora göre en büyük ikinci silah tedarikçisi olma unvanını Fransa’ya kaptırdı. Fransa’nın silah ihracatı, söz konusu dönemde yüzde 47 arttı. 1950’den beri ilk kez ikinci en büyük silah ihracatçısı konumuna yükselen Fransa’nın silah ihracatında en büyük payı yüzde 42 ile Asya ve Okyanusya ve yüzde 34’le Ortadoğu ülkeleri alıyor. ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin 2014-2018 döneminde yüzde 62 olan küresel silah ihracatındaki payı, 2019-2023 döneminde yüzde 72’ye yükselmiş durumda.
Gelelim MSB yetkililerinin savaşa en hazır ülke olmakla övündüğü Türkiye’ye. Raporda karşılaştırılan dönemler arasında Türkiye, silah ihracatını yüzde 106 artırarak yaklaşık iki katına çıkardı. SIPRI verilerine göre Türkiye, dünyanın en büyük 11’inci silah ihracatçısı konumuna yükseldi. TC, sırasıyla en fazla silahı yüzde 15 ile Birleşik Arap Emirlikleri’ne, yüzde 13 ile Katar’a ve yüzde 11 ile Pakistan’a sattı. Türkiye’nin Sahra Altı Afrika’sında da yüzde 6,3 ile bölgeye en çok silah tedarik eden dördüncü ülke olduğu belirtiliyor. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı verileri de 2022 yılında sadece 248 milyon dolar olan savunma ve havacılık ihracat hacminin 2023 yılına gelindiğinde 22 kat artış göstererek 5,545 milyar dolara ulaştığını ortaya koyuyor. Bu verilere göre 2022 yılsonu itibarıyla sektörde faaliyet gösteren firmaların toplam cirosu 12,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhale süreci devam eden projeler dâhil edildiğinde ise yaklaşık 90 milyar dolarlık proje hacmine ulaşıldı.
Öte yandan Türkiye NATO ülkeleri arasında en çok askeri harcama yapan ülkelerin de başında geliyor. Nitekim 2024 bütçesinde “savunma ve güvenlik” birimlerine 971 milyar lira ödenek ayrılmışken, buna Savunma Sanayii Destekleme Fonu da eklenince söz konusu rakam 1 trilyon 133,5 milyar liraya çıkıyor. Bu tutar merkezi yönetim bütçe büyüklüğünün yüzde 10,2’sini oluşturuyor. Sadece Türkiye değil neredeyse tüm NATO müttefiki ülkeler savaş harcamalarını arttırıyor. En fazla askeri harcamayı ise sırayla ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Türkiye, Hollanda ve İspanya yaptı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg 18 Haziranda Beyaz Saray’da Biden ile görüşmüş ve ittifaka üye devletlerin bu yıl savunma harcamalarını yüzde 18 artıracağını belirtmişti. Rusya’yı kışkırtma konusunda başrolü kimseye kaptırmayan NATO sözcüsünün bahsettiği bu artış, NATO’da son yılların en büyük askeri harcama artışına işaret ediyor.
Savaş harcamaları konusunda dikkat çekilmesi gereken bir husus da nükleer savaş tehlikesine ilişkin. Girişte Putin’in nükleer savaş tehdidini içeren sözlerini aktarmıştık. Ancak mesele sadece Rusya ve Putin’le sınırlı değil. Küresel askeri harcama rekorlarına aynı anda küresel çapta nükleer silahlanma yarışı da eşlik ediyor. SIPRI 2023 raporuna göre, dünyada 12 bin 512 nükleer savaş başlığı bulunuyor. Rusya, 5 bin 889 nükleer savaş başlığıyla, nükleer güce sahip ülkeler arasında ilk sırada yer alırken, onu 5 bin 244 başlıkla ABD ve 410 nükleer başlıkla Çin takip ediyor. Onların haricinde tahminlere göre Fransa’nın 290, İngiltere’nin 225, Pakistan’ın 170, Hindistan’ın 164, İsrail’in 90, Kuzey Kore’nin ise 30 nükleer savaş başlığı var. Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Kampanya (ICAN) örgütünün yayımladığı raporda ise nükleer silahlara yapılan küresel harcamaların 2023 yılında yaklaşık yüzde 13 artışla 91,4 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Rapor, küresel nükleer silah harcamalarının bir önceki yıla göre 10,7 milyar dolar artığına dikkat çekiyor. Velhasıl dünyamız ansızın patlamaya meyilli bir nükleer cephaneliğe çoktandır dönüşmüş durumda ve bu cephanelik korkunç bir hızla büyümeye devam ediyor.
Rakamların dili soğuktur derler. Oysa tüm bu rakamlar, açıklamalar, raporlar son derece kavurucu bir gerçeğe yeniden ve yeniden işaret ediyor. Dünyayı kasıp kavurmaya devam eden bu gerçek Üçüncü Dünya Savaşı gerçeğidir. Savaşın ateşi harlandıkça alevler dünyanın her yanını cehenneme çeviriyor. Büyüyen savaş gerçeği kaçınılmaz olarak askeri harcamaları büyütürken, askeri harcamalardaki rekabet dönüp savaşı kızıştırıyor. Halihazırda dünyanın pek çok bölgesi tarumar edilmişken, burjuvazi paylaşım savaşını yeni cephelere yaymanın ve mevcut cepheleri kızıştırmanın meşum planlarını yapıyor. Küresel savaş hazırlıklarını ve sanayideki militarizasyonu doludizgin sürdürmek, sermaye sınıfının bu uğurda vazgeçemeyeceği tek yoldur.
Bununla birlikte, tüm bu hummalı savaş hazırlığının hayat bulabilmesi için kitlelerin ölmeye ve öldürmeye ikna edilmeleri gerekiyor. Avrupa ülkelerini kapsayan bir araştırma AB egemenlerinin bu noktada emellerine henüz ulaşamadığını gösteriyor. Avrupa Dış İlişkiler Konseyinin AB üyesi ülkelerden 19,500 yetişkinle gerçekleştirdiği, blok ülkelerin savunma harcamalarının artırılması ve Ukrayna’nın üyeliğine ilişkin kamuoyu yoklamasında Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere gibi büyük Avrupa ülkelerinde halkın, silahlanma harcamalarının arttırılmasını desteklemediği görülüyor. Bu sonuçlar, Avrupa’nın pek çok ülkesinde faşizme ve savaşa karşı işçi hareketinin ve toplumsal muhalefetin son yıllarda gösterdiği direncin etkisini gösteriyor. Diğer yandan bunun gerçeğin bir yönü olduğunu da unutmamak gerekir. Zira Avrupa’da esen emperyalist savaş rüzgârlarına faşizmin borazanlarının eşlik ettiğini de her fırsatta görüyoruz. Bütün bu gerçekler ve içinden geçtiğimiz kaotik zaman dilimi geçmişte olduğu gibi sınıf savaşımını yine savaş, devrim, karşı-devrim diyalektiğinde buluşturuyor. Tarih, devrimci parti önderliğindeki işçi sınıfının örgütlü bir siyasal güç olarak sahneye çıkmayı başardığında emperyalist savaşa devrimle son verdiğini gösteriyor. Bugün de yapılması gereken Bolşevik devrimcilerin açtığı yolda inatla yürümeye devam etmektir.
[1] bkz. Serhat Koldaş, 3. Dünya Savaşı Tespitleri ve Elif Çağlı, 2 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4621
[2] Levent Toprak, Ukrayna Savaşı: Bir Yanlış Tutumun Eleştirisi, 10 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7748
link: Can Aytekin, Üçüncü Dünya Savaşı Gerçeği ve Artan Silahlanma Yarışı, 12 Temmuz 2024, https://marksist.net/node/8311
Sana Ne, Seni İlgilendirmez!
TÜİK’in Yalanları Gerçeklerin Üzerini Örtemiyor