Lozan Antlaşması 24 Temmuz 2023 itibariyle 100. yılını geride bıraktı. İktidardan nemalanan trol ordusunun son dönemde sürekli ısıtıp önümüze koyduğu gündemlerinden birisi oldu Lozan efsaneleri. İddiaya göre Lozan’ın gizli maddeleri vardı ve antlaşmanın 100. yılı sona erdiğinde bunların hükümsüz olmasıyla tüm dertler de sona erecekti. Yıllardır dış mihrakların Türkiye’nin önüne diktiği engeller 2023’te kalkacak, ülke şahlanıp uçuşa geçecekti. Ancak gelinen nokta ile iktidarın vaat ettiği Türkiye arasında uçurum ötesi bir fark var. Sermaye sınıfı için uçuşa geçmenin bir karşılığı bulunsa da işçi sınıfı açısından freni patlamış kamyon misali bayır aşağı yuvarlanan bir Türkiye gerçekliği var karşımızda.
Öyle ki seçimlerden hemen sonra bitmek bilmeyen bir zam ve vergi sağanağına tutulduk. İktidarın uzunca bir süredir uyguladığı işçi sınıfını ve emekçileri yoksullaştıran politikalar yeni bir evreye taşınmış oldu. Zaten geçinemeyen ve ekonomik darboğaza hapsedilmiş işçi ve emekçiler artık günü dahi kurtaramaz noktaya geldi. Yazın ortasında karakışı yaşıyor işçi sınıfı. Peş peşe gelen zamlar, seçim sonrası yaptığımız ilk değerlendirmelerde rejimin her açıdan gemi azıya alacağına ilişkin tespitimizin de ilk işaretleri oldu. Şüphe yok ki, iktidar ekonomik saldırılarını arttırırken, Türkiye işçi sınıfı üzerinde uzunca bir müddettir esen dizginsiz sömürü rüzgârları katmerlenerek şiddetlenecek.
Hal böyleyken, başta Lozan olmak üzere iktidarın sinsi ve sistematik bir biçimde etrafa saçtığı safsatalarla işçi sınıfının bir bölüğünü kandırabilmesi ve dahası kendi siyasetinin arkasına yedeklemesi önemli bir husus olarak karşımızda duruyor. İktidarın bu “başarısında” başat faktörün işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin geriliği olduğu aşikâr. Bilinç ve örgütlülük faktörünün de bir uzantısı olarak toplumda yaratılan ve burjuva muhalefetin güttüğü siyaset tarzıyla daha da sivriltilen yapay kutuplaştırmanın da rejimin işini kolaylaştırdığını eklemek gerek. Peki, nedir Lozan etrafında ortaya saçtıkları safsatalar? Kısaca değinelim.
En yaygın safsataların başında Lozan’ın geçerlilik süresinin 100 yıl olduğu ve 2023’te sona ereceği geliyor. Fakat internetten kolaylıkla ulaşılabilen Lozan Barış Antlaşması metninde bu yönde herhangi bir ibare veya ifade bulunmuyor. Dahası burjuva tarihçiler de dâhil konunun uzmanları yıllardır bunun safsata olduğunu söyleyip duruyor. Diğer bir safsataya göre ise Lozan’da gizli maddeler var! Ve bu gizli maddeler yüzünden Türkiye kendi sınırları içindeki yeraltı zenginliklerinden yararlanamıyor! Oysa rejimin borazanlarından Yeni Akit’in senenin başında yaptığı Lozan konulu bir haberde de bu iddianın bizzat resmi ağızlardan çürütüldüğüne yer veriliyor. Habere göre bir vatandaş Lozan Antlaşmasının gizli maddeleri var mı sorusunu Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine (CİMER) yöneltiyor ve CİMER’in cevabı şu: “Lozan Barış Antlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır.”
Resmi ağızlardan yapılan benzer açıklamaların yanı sıra Türkiye uzun yıllardır “engellendiği” söylenen madenleri çıkartıp pek çok sektörde kullanıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Eti Maden İşletmelerinin verilerinde bu gerçek sayıların diliyle her yıl ortaya konuluyor. Yine de örneğin bor üzerinden adeta şehir efsaneleri üretilip gerçeklerin tepetaklak edildiğini biliyoruz. Bu efsanelere göre Türkiye’nin boru çıkarması yıllarca engellenmiş, ama kahraman Erdoğan ve AKP’si tüm baskılara direnip bor üretimini arttırarak memlekete büyük bir kaynak kazandırmıştır! Bu efsanenin bir parçası da borun mucizevi bir maden olduğudur. “Cevherden mücevhere” sloganıyla efsaneleştiren bor, ETİ Maden tarafından, deterjan, gübre, kozmetik, aşınmaya dayanıklı alaşımlar gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. Yani işlenmesinde de kullanılmasında da iktidarın elini tutan hiçbir güç olmadığı gibi, bor “katma değeri yüksek ürünlerle Türkiye’yi uçuracak bir mücevher” de değildir! Eti Maden İşletmeleri Bor Sektör Raporu 2021 verilerine göre 2020 yılı dünya bor üretim kapasitesi 5,4 milyon ton ve dünya fiili bor üretimi 3,07 milyon ton civarındadır. Fiili bor üretiminde Türkiye %56 pay ile birinci sırada yer alırken, onu %27 payla ABD takip ediyor. Türkiye bor rezervi bakımından da yüzde 73,6’lık oranla dünyada açık ara ilk sırada yer alıyor. Yine aynı rapora göre Türkiye yurtiçi piyasadaki bor talebinin de tamamını karşılıyor. Dünya bor talebinin de %57’si Eti Maden tarafından sağlanıyor. Eti Maden’in 2020 yılı toplam satış gelirlerinin %95’i yurtdışı satış gelirlerinden oluşuyor. Eti Maden’in bor ürünleri satış geliri 2020 yılında 657 milyon dolar iken, ihracat tutarı ise 627 milyon dolar olarak hesaplanıyor.
Gerçek bu olmasına rağmen bor madeni üzerinden şehir efsaneleri üretilip bu safsatalar el altından yayılmaya ve emekçiler kandırılmaya devam ediliyor. Aynı tezgâh başında çalışan işçiler bu efsaneler ve yalanlar üzerinden milliyetçilik gururuna da kapılarak birbirleriyle “yerli ve milli” atışmasına girişirken, bütün yeraltı ve yerüstü kaynakları yerli ve yabancı sermaye tarafından afiyetle sömürülüyor. Bor madeninin yanı sıra ham petrol ve doğal gazdaki durum için 1954 yılından bugüne faaliyetlerini sürdüren Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından her yıl yayınlanan faaliyet raporlarına bakmak yeterli. Tüm bu verilerin söylediği şey açık. Lozan’ın gizli maddeleriyle Türkiye’nin engellendiği safsatadan başka bir şey değil. Öte yandan kuyudan otomobil deposuna kendinden rafine Gabar petrolü, abartılı rezervlerden söz edilen Karadeniz gazı, jelibon rezervi gibi örnekler de bu safsataların güncel sürümleri olarak piyasaya çıkartılıyor.
Lozan efsaneleriyle yarışır biçimde başka bir safsata da erke dönergeci adıyla yıllar evvel piyasaya sürülmüştü. Vakti zamanında birkaç emekli general ile bazı bürokratlar tarafından piyasaya sürülen bu “dahiyâne” projeye göre, erke dönergeci adı verilen makine sayesinde sarkaç sistemiyle sıfır maliyetli sonsuz enerji sağlanacaktı! Ne yazık ki fizik yasalarına dahi kafa tutabilen bir avuç palavracı kimi medya kanallarını da kullanarak insanları bu safsataya inandırabilmişti. Üstelik bunu da “bilimsel düşüncenin gücü” sloganı eşliğinde yapmışlardı. Elbette diğer şehir efsaneleri gibi bunun da iler tutar yanı yoktu. Zira dolaşıma sokulduğu 2006 yılından bu yana böyle bir makinenin varlığına işaret edecek en ufak bir iz dahi çıkmadı.
Erke dönergeci, bor efsanesi, Gabar petrolü, jelibon örneği… Elbette tüm bunlar egemen siyasette palavracılık geleneğini ortaya sermesi açısından önemli örnekler. Ancak erke dönergeci ile diğerleri arasında, içinde bulunulan dönem bağlamında önemli bir ayrım noktası var. 2006 yılında olağan bir burjuva rejim (Türk tipi demokrasinin bütün güdüklüğüne rağmen) egemen iken; bugün olağanüstü bir rejim olarak sivil faşizm hüküm sürüyor. Bu noktada Lozan özelinde uydurulan yalanların sürekli dolaşıma sokulması kuşkusuz bilinçli bir propaganda faaliyetinin sonucudur. Meselenin bir boyutu emekçileri gerçek gündemlerinden uzaklaştırmak iken; diğer boyutu ise kitleleri faşist rejimin payandası haline getirmektir. Erdoğan rejiminin izlediği bu yöntem faşist rejimlerin ortak yönlerinden birisidir. İtalya’da Mussolini’nin, Almanya’da Hitler’in kitleleri arkalarına yedeklemekte bu tür tarihsel efsanelerin, yalanların payı büyüktür.
Örgütsüz kitlelerin önümüzdeki süreçte dolaşıma sokulacak yeni yalanlara kanması da bu bakımdan şaşırtıcı olmayacaktır. Bu gerçeğe karşı nasıl bir tutum takınılması gerektiği hususunda Elif Çağlı’nın uyarısını hatırlatarak noktalayalım: “Derin bir aldanma ve akıl tutulmasına sürüklendikleri için faşist diktatörlüğe onay veren işçi-emekçi kitleler, pozitif beklentilerden uzaklaşıp düşmanca tutumlar geliştirmenin yerleştirdiği bir negatif toplumsal tutumun batağında hastalıklı bir ruh haline sürüklenirler. Bu negatif ruh hali, bu kitleleri oluşturan bireylerin parlamenter rejimin işlediği olağan günlerde burjuva siyasetlere pozitif beklentilerle verdikleri «rıza» durumundan çok farklıdır. Unutulmasın ki, kişiyi kendi sınıf kardeşine düşmanlaştıran haksız ve kötücül bir tercihten güç alan bir «evet», neticede o onayı verenlerin ruhunu sakatlayan bir toplumsal davranıştır. Ruhu sakatlanıp komplekse kapılan kişi, normal koşullarda hararetle destekleyeceği doğrulara bile hastalıklı biçimde cephe alabilir. Bu gerçeklik, baskıcı rejimlerin yanılsamaya uğrattığı işçileri ve emekçileri, girdikleri yanlış yoldan döndürüp mücadeleye kazanabilmek için onlara ne denli ekstra bir sabır ve özenli bir dille yaklaşmak gerektiğini açıklar.”[*]
[*] Elif Çağlı, Faşizmin Panzehiri Devrimci Dirençtir, Eylül 2017, marksist.net/node/5898
link: Can Aytekin, İktidarın Lozan Aldatmacası, 5 Eylül 2023, https://marksist.net/node/8055
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /1
Rejimin Biat Aracı Olarak “Sosyal Yardım” Mekanizması