Türkiye işçi sınıfı devasa bir yoksullaşma dalgasının altında. Uzaya fırlayan enflasyon, bitmek bilmeyen pahalılık, iğneden ipliğe her şeye peş peşe gelen zamlar… Tüm bunlar emekçilerin belini büküyor, yaşamı alabildiğine zorlaştırıyor. Pek çok işçinin dediği gibi bu ekonomik kriz koşullarında dibin dibi yok! Emekçileri darboğaza sürükleyen kalemlerin başında ise hiç şüphesiz durmaksızın artan gıda fiyatları geliyor.
Zorba rejim ise “tüm dünyada kriz var, gıda fiyatları her yerde yükseliyor” gibi savlarla durumu meşrulaştırmaya, normalleştirmeye çalışıyor. Böylece kendisini hedef tahtasına oturmaktan kurtarmayı umuyor. Ancak her konuda olduğu gibi bu meselede de iktidarın algı oyunları eskisi gibi dikiş tutmuyor. Türkiye’deki yoksullaşmanın ulaştığı boyut bakımından, gerek devletin resmi kurumu TÜİK’in gerekse de çeşitli sendikaların her ay yayımladığı veriler durumun vahametini ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayımlanan raporlar, iktidarın “gıda fiyatları tüm dünyada yükseliyor” söyleminin nasıl büyük bir yalan olduğunu açıkça gösteriyor.
FAO’nun Nisan ayında yayımladığı bir rapora göre, küresel gıda fiyatları yıllık bazda %47,7 oranında düştü. Böylece geçtiğimiz aylarda olduğu gibi, dünya genelinde gıda fiyatları art arda 12 ay boyunca düşmüş oldu. Elbette Türkiye hariç! Zira devlet kurumu TÜİK’e göre Türkiye’de gıda fiyatları Ağustos 2020’den bu yana 31 aydır aralıksız artıyor! TÜİK verilerine göre, Mart ayında gıda enflasyonu aylık bazda %3,8 artarken, yıllık bazda ise %67,9 oranında artış gösterdi!
Rakamlar da hayatın gerçekleri de iktidarın yalanlarını teşhir ediyor. Elbette dünya genelinde büyük bir ekonomik kriz var. ABD başta olmak üzere kapitalizmin mabetlerinden, Avrupa’nın başkentlerinden, küresel bankalardan “çöküşe mi gidiyoruz?” sesleri yükseliyor. Kapitalizm için gidişat son derece kötü ve sorunları çözebilecek takati neredeyse tükendi. Bu nedenle patronlar tüm dünyada bir kez daha krizin faturasını emekçilere ödetmekte arıyorlar çıkış yolunu. Ancak bunun kolay olmadığını başta İngiltere olmak üzere dünyada esen grev ve mücadele fırtınasından çok net bir şekilde görüyoruz. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz de dünyadaki gidişattan bağımsız düşünülemez. Ancak gıda fiyatları meselesinde Türkiye’de durumu çok daha vahim hale getiren iki önemli sebep var. Birincisi AKP’li yıllar boyunca ve özellikle faşist rejim altında uygulanan tarım politikalarıdır. İkincisi ise bununla da bağlantılı olarak rejimin ekonomik tercihleridir.
20 yıllık AKP iktidarı her alanda olduğu gibi tarım alanında da büyük bir yıkım yarattı. Nasıl ki deprem meselesinde kentsel dönüşüm adı altında bütün bir ülkeyi betonla, rantla, yağmayla enkaza çevirdiyse, tarım meselesinde de aynısını yaptı. Peki, ne oldu 20 yılda? Tarımsal destekler sınırlandırıldı, çiftçilere yönelik desteklerin yerini büyük şirketlerin ihyası aldı. Sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda pek çok üründe ithalatın önü açıldı. Devletin daha önce güdük de olsa uyguladığı planlama, tohumluk temin etme ve denetleme gibi politikalar terk edildi. Milyonlarca küçük üretici kaderiyle baş başa bırakıldı. Bütün bir tarım politikası yerli ve yabancı sermaye gruplarının çıkarlarına göre şekillendirildi.
AKP iktidarı bir taraftan bu politikaları devam ettirirken diğer taraftan 20 yıl boyunca yağma ve talanın tarihini yazdı. Tarım arazileri inşaat ve enerji şirketlerine peşkeş çekildi. Ormanlar ve su kaynakları talan edildi. Hız kesmeden devam eden yağma, talan ve rant politikasının sonucunda 2004’ten bu yana tarım alanları 3 milyon hektar azaldı. Tarıma yönelik desteklerin azalması, tarım girdilerinin ve enerji fiyatlarının artması, dolardaki yükselişin getirdiği fahiş zamlar çiftçileri üretim yapamaz hale getirdi. Öyle ki çiftçi sayısı son 15 yılda yüzde 50 oranında azaldı! Böylece tarımda kendi kendine yetmesiyle övünülen Türkiye, ithalata bağımlı duruma getirildi. Bu iktidarın ekonomi politikaları nedeniyle son döneminde enflasyon yüzde 200’lere dayandı. 20 yıllık yağma ve talan politikaları faşist rejimle birlikte hiçbir kural tanımaksızın sınırsızca uygulandı. Günün sonunda emekçiler en temel gıda ürünlerini de alamaz oldu. Milyonlarca işçi ve emekçi ekmeğe ve süte muhtaç hale getirildi.
Yine rakamların diliyle söyleyelim. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programına göre 9 Haziran 2022 itibariyle Türkiye’de nüfusun %18’i (14,8 milyon) yetersiz besleniyor. Başka araştırmalarda ise 5 yaş altı yaklaşık 1 milyon çocuğun akut yetersiz beslenme yaşadığı belirtiliyor. Yaklaşık 3 milyon çocuk ise kronik yetersiz beslenme yaşıyor. Yani milyonlarca emekçi evladı yatağa aç giriyor. Çocuklarımız ihtiyaç duydukları besinleri alamadığı için gelişemiyorlar. İnsan bedeninin gelişimi için gereken iyi kalitede protein, vitamin ve mineralleri alamıyor çocuklarımız. Bu sebeple bağışıklık sistemleri zayıflıyor ve uzun süre hastalıklarla perişan hale geliyorlar.
Kısacası Erdoğan rejimi hem işçi emekçiler için hem de çocuklarımız için en büyük felâkete dönüşmüştür. Gıda meselesi de bunu gösteriyor bize. Bugün imkânlara rağmen insanca beslenemiyor, ete, ekmeğe ve süte muhtaç hale getiriliyorsak bunun sebebi kapitalist tarım politikaları, kâr düzeni ve faşist rejimdir. Bu sebeple dünya işçi sınıfının dört bir yandan kapitalist sömürüye karşı mücadeleye giriştiği 1 Mayıs’ta alanlara çıkmak, rejimin yıkım politikalarına karşı öfkemizi haykırmak hem bizlerin hem de çocuklarımızın geleceği için hayatidir. Her alanda ülkeyi uçuruma sürükleyen, emekçilere açlığı ve ölümü reva göre yağmacı enkaz düzenine “Artık Yeter” demek için HAYDİ 1 MAYIS’A!
link: Can Aytekin, Gıda Fiyatları Tüm Dünyada mı Yükseliyor?, 22 Nisan 2023, https://marksist.net/node/7969
Sen Düşlerini Getir
Emekçiler İçin Yıkım Üreten Erdoğan Rejimi Yıkılmalı