“Yıldızlar bizden uzaktır
ama ne kadar uzak, ne kadar uzak
Yıldızların arasında toprağımız ufaktır
ama ne kadar ufak, ne kadar ufak…”
18 Mayıs 1991’de SSCB kozmonotu Sergey Konstantinoviç Krikalyov, Mir LD-3 adlı uzay mekiğiyle uzaya fırlatıldı. Sovyetler Birliği tarafından kurulan, bugünkü Kazakistan’daki Baykonur Uzay Üssünden havalanan Krikalyov, Mir uzay istasyonuna 144 gün sürecek olan bir görev için gönderilmişti. Bu süre boyunca bir arada olduğu kozmonotların bazıları geri dönerken, Krikalyov Temmuz 1991 itibarıyla görev süresinin uzatılmasını kabul ederek uçuş mühendisi olarak görevine devam etti. Krikalyov bir kozmonot olarak dünyaya çok uzaklardan baktığı sıralarda SSCB ve ABD arasında yürüyen “soğuk savaş” döneminin son evreleri yaşanmaktaydı. Bu süreç 26 Aralıkta SSCB’nin yıkılmasıyla sonuçlandı.
Tüm bunlar yaşanırken Krikalyov yedi aya yakın bir süredir uzaydaydı. Artık ne gurur duyarak baktığı toprakların vatandaşıydı ne de kıyafetinde taşıdığı bayrak herhangi bir ülkeyi temsil ediyordu. O artık “son Sovyet vatandaşı” olmuştu. Krikalyov’un görev süresi çoktan bitmiş olmasına rağmen hâlâ inişiyle ilgili bir ses gelmiyordu. Dünya ile kurduğu iletişim de çok sınırlıydı. Gerek bürokratik anlaşmazlıklardan gerekse de bütçe sorunlarından kaynaklı olarak inişi gerçekleşemiyordu. Kozmonotun uzayda unutulduğuna dair pek çok söylenti de dolaşıyordu. Aslında olansa uzay yarışında sahaya sürülen bir mühendisin hayatının tepedekiler için öncelikli olmamasıydı. Elbette Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra kurulan Rusya Federasyonu ve ABD arasında pazarlıklar yapılmaya başlanmış, üsse daha fazla kozmonot gönderilmesi için çeşitli anlaşmalar da imzalanmıştı. Fakat bu anlaşmalar neticeleninceye kadar Krikalyov 311 gün gibi uzun bir süre aralıksız uzayda kalmıştı.
Nihayetinde 25 Mart 1992’de Krikalyov dünyaya döndüğünde artık vatandaşı olduğu SSCB diye bir ülke kalmamıştı. Hatta SSCB 15 ülkeye bölünmüş ve Baykonur Uzay Üssünün bulunduğu Kazakistan da bağımsız bir ülke olmuştu. Dolayısıyla Krikalyov giderken vatanı olan topraklar, döndüğünde “yabancı” topraklara dönüşmüştü. Doğduğu şehrin adı da Leningrad değil St. Petersburg olmuştu artık.
Fezaya uzanan milliyetçilik
Bilim insanları tarafından ortaya koyulduğu üzere yüzlerce milyon yıl önce dünya üzerinde, bugün Pangea adı verilen tek bir kıta bulunuyordu. Dünyanın merkezindeki hareketlerle zamanla Pangea’nın parçalandığı ve bugün var olan 7 kıtanın oluştuğu da biliniyor. Geçmişten bugüne dünyada kıtalar ve diğer coğrafi oluşumlar hep hareket halinde olmuş, değişmiştir. Toplumlar, sınıflar, devletler, sınırlar da değişim halindedir. Yüz binlerce yıllık insanlık tarihinin sadece son iki üç bin yılında yaşanan savaşları, değişen sınırları hayal etsek ve kurulup yıkılan devletleri çeşitli renklerle boyayıp tarihi bir video gibi harekete geçirseydik sürekli değişen renkleriyle ebruli bir tablo çıkardı ortaya.
İşte bundandır ki gökbilimci Carl Sagan dünyanın uçsuz bucaksız kozmik arena içerisindeki ufak bir sahne olduğunu söyler ve şöyle devam eder: “O generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini hatırlayın. Tüm bu kanlar, bu kişilerin bir noktanın ufak bir kısmının şan ve zafer içerisindeki anlık efendileri olabilmeleri için aktı. Bu pikselin bir köşesinde yaşayanların onlardan ayırt dahi edilemeyecek diğer köşesinde yaşayanlara yaptıkları sonsuz zalimlikleri düşünün.” Düşünelim, Krikalyov uzayda toplam 803 gün 9 saat 39 dakika kalarak kendi dönemi için büyük bir rekor kırdı. Bu süre boyunca çok farklı milletlerden astronotlarla da çalıştı. Bir takım olarak çalıştılar ve belki de birbirlerinin hayatlarını kurtardılar. Dünyanın etrafında binlerce kez dönerken, kimi zaman yıldızların ışıltılarını birlikte izlediler, kimi zaman da dünyada bıraktıkları sevdiklerini düşünerek dertleştiler. Kısacası burjuvazinin milliyetçilik ideolojisiyle çizdiği gerçek olmayan ayrımların ötesine geçebildiler.
Fakat kapitalist emeller, her ne kadar milliyetlerin anlamsızlığı ayan beyan ortada olsa da, suyu bulandırmanın araçlarını yaratırlar. Mesela Rusya egemenleri için Krikalyov’un dünyadan yüzlerce kilometre ötede yalnız kalmasının bir önemi yokken, onu bir reklam malzemesi olarak kullanmaktan da geri durmadılar. Bu nedenle Krikalyov Rusya’nın reklam malzemesi olarak “ulusal kahraman” ilan edildi ve olimpiyatlarda kendisine Rusya bayrağı taşıtıldı.
Bugün de milliyetçiliğin parlatıldığı benzer manzaralar yaşanmıyor mu? Mesela dünyadan 423 kilometre uzaklıktaki Uluslararası Uzay İstasyonundan (ISS) seslenen kozmonot Oleg Kononenko “Başarılarımla gurur duyuyorum. Ancak bundan da fazla gurur duyduğum bir şey var ki o da insanoğlunun uzayda kaldığı toplam süre rekoru hâlâ bir Rus kozmonotta” demesi sınırların ötesinde, fezada bile milliyetçiliğin nasıl yankı bulduğunu gösteriyor. Üstelik kapitalistlerin milliyetçilik gösterisi her zaman böyle “masumane” işlemiyor. Sagan’ın da işaret ettiği gibi efendiler anlık zaferleri için dünyada kan nehirleri akıtmaya devam ediyorlar.
Zincire vurulan yaldız zerresi
Nâzım Hikmet “Yaşamaya Dair” şiirinde dünyayı mavi kadifede bir yaldız zerresi olarak tarif ediyordu. Sagan ise 1990 yılında Voyager 1 aracının çektiği fotoğrafa bakarak “soluk mavi nokta” diyor dünyaya. İşte koca bir galakside, sayısız yıldızların olduğu bir evrende bir noktadan ibaret olan dünya aslında yaşamı temsil ediyor. Fakat bu yaşam, insanları, hayvanları ve doğasıyla birlikte parsellenmiş, adeta zincire vurulmuş bir biçimde kapitalizmin esareti altında.
Bir yandan yüz milyonlarca insan vatan dediği topraklarda aç biilaç yaşamaya çalışırken, diğer yandan emperyalist savaşlar, iklim krizi, ekonomik kriz gibi nedenlerle yüz milyonlarcası doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalıyor. Oysa böyle olmak zorunda mı? İnsanlığın ortak yaşam alanı olan dünya sınırlara ve sınıflara bölünmüş halde kalmaya yazgılı değil elbette. İnsanlık uzaya çıkıp dünyayı bir bütün olarak görebilme olanağını yaratabilmişken küçük bir azınlık tarafından çıkarılan savaşlara, ölümlere, acılara göz yumulabilir mi? Böylesi anlamsız bir gidişat olağan kabul edilebilir mi? Yazının başında alıntılanan Mikrokozmoz şiirini Nâzım şöyle bitirir ve üzerine düşünülmesi gereken cevabı da verir:
Ve ben,
tenezzül edip
başımı ışıklı boşluklara kaldırmıyorum
Yıldızlar uzakmış
Toprak ufakmış
Umurumda değil
Aldırmıyorum...
Bilmiş olun ki benim için
daha hayret verici, daha kudretli
daha esrarlı ve kocamandır
Yolu üstünde durulan
Zincire vurulan
İnsan.
link: Başak Güler, Bir Kozmonot ve Vatandaş Olma Meselesi, 2 Mart 2024, https://marksist.net/node/8203
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /7