Ekonomik krizin işçi sınıfını kitlesel bir şekilde işsizliğin pençesine ittiği şu günlerde, asgari ücrete %4,3 gibi komik bir zam yapıldı. Bir taraftan ekonomik kriz ve artan elektrik, su, doğalgaz faturaları, diğer taraftan yiyecekten içeceğe tüm mallara yapılan zamlar. Mevcut durum ortada, elektriğe gelen zamlar %100’ü bulurken asgari ücrete gelen günlük zam sadece 63 kuruş.
Günlük 63 kuruşla ne yapmazsınız ki, harca harca bitmez! Sanki biz işçilerle dalga geçiyorlar. Oysa bizim asgari ücretten anlamamız gereken, bir kişinin ailesi de dâhil olmak üzere tüm insani ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir ücrettir. Net 527,13 TL olarak açıklanan asgari ücretin bütün ihtiyaçlarımızı karşılaması bir yana hayatta kalmamıza olanak tanıyacak bir düzeyde bile olmadığı hepimizin malûmudur. Türk-iş’in yaptığı açıklamaya göre, şu anda açlık sınırı 740 TL, yoksulluk sınırı ise 2410 TL. Adı üzerinde bunlar açlık ve yoksulluk sınırı, yani bu düzeydeki ücretler de insani ihtiyaçlarımızı karşılamaktan oldukça uzak. Ancak açıklanan asgari ücretin vahameti karşısında bunlardan bahsetmeye sıra bile gelemiyor maalesef.
Bu durumda biz emekçiler “yoksul” bile olamıyoruz! Çünkü elimize geçen para “yoksul” olmamıza yetmiyor. Peki, bu sınırlar neye göre belirleniyor? “Sağlıklı beslenme” neye göre hesaplanıyor? Eğer sorun karnımızın doymasıysa, kuru ekmekle de karın doyurmak var. Ama bir de patronların mutfaklarını süsleyen ve ismini bile duymadığımız yiyeceklerle karın doyurmak var. Açıklanan bu ücretle, kuru ekmekle de olsa ne kadar karnımız doyabilir, bu da ayrı bir soru.
Milyonlarca emekçinin evine belki yılda bir kere bile et girmiyor. Doymak dediğimiz şey sadece midemizi doldurmak. Ayrıca yaşamak sadece yemek içmek değildir. İnsanlar sosyal varlıklardır ve bu sosyal ihtiyaçlarını da gidermeleri gerekir. Peki, biz bu ücretlerle nasıl sinemaya, tiyatroya gidebiliriz, kitap alabiliriz, eğitim görebiliriz, tatile gidip birkaç gün dinlenebiliriz, dostlarımızla ortak bir şeyler yapabiliriz ki? O takdirde açıklanan bu rakamlar gerçekte bizlerin insani bir yaşamı idame etmemizi sağlayacak bir düzeyde bile değildir. Asgari ücrete yapılan zamlarla milletvekillerinin maaşlarına yapılan zamları karşılaştırdığımızda aradaki uçurumun dudak uçuklatıcı olduğunu göreceğiz. Kendilerine geldiğinde zamlar katlamalı artarken biz işçilere geldiğinde %4 gibi komik bir zam yapılabiliyor.
Sormamız gereken bir soru da asgari ücretin kim tarafından belirlendiğidir. Yasaya göre asgari ücreti, bir işçi temsilcisi yani Türk-İş, bir patron temsilcisi yani patronlar sendikası olan TİSK ve bir devlet temsilcisi yani Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin katıldığı bir komisyon belirliyor. Nasıl oluyor da bir işçi, bir devlet, bir de patron temsilcisinin bulunduğu komisyondan mütemadiyen işçiler aleyhine kararlar çıkıyor? Cevabı aslında basit. Devlet dediğimiz aygıtın patronların işlerini yürüten bir komiteden başka bir şey olmadığını göz önünde bulunduracak olursak komisyonun çoğunluğunun zaten patronlardan oluştuğunu da görmüş oluruz. Bu durumda sonucun her zaman patronların lehine olması bizleri şaşırtmamalıdır.
Konunun çok önemli bir yönü de, verilen bu üç kuruşluk asgari ücretten bir de vergi kesiliyor olmasıdır. Bırakalım yoksulluk sınırını açlık sınırının bile çok altında olan asgari ücretten bir de vergi alınıyor. Bu vergilerin devletin bütçesinin en önemli gelir kaynaklarından biri olduğunu da belirtelim. Hatta burada şunu da söylemeden geçmemeliyiz ki, aslında patronlar bizim kadar vergi ödemiyorlar. Kurumlardan alınan vergiler, biz işçilerden toplanan gelir vergisi, KDV, ÖTV ve adını sayamayacağımız bir sürü diğer vergilerden çok daha az. Patronlar hem bizi sömürerek sırtımızda yaşıyorlar, hem bizden az vergi ödüyorlar, hem de devletleri aracılığı ile bir kez daha bizleri soyuyorlar. Asgari ücretli bir işçiden aylık 89 TL vergi alınıyor. Ekmek alacak parası olmayan asgari ücretliden tam 89 TL vergi alan bir devletin, bu vergileri “halkın yararına” kullandığına bizi kim inandırabilir?
Mevcut durum buyken, asgari ücretin insani ihtiyaçları karşılayacak düzeye nasıl ulaşacağının yolu bellidir. Tabii ki bu yol, işçi sınıfının mücadele bayrağını yükseltmesi, açlık, yoksulluk ve sömürüye karşı savaşmak üzere örgütlenmesinden geçmektedir. Biz işçiler örgütlenmediğimiz sürece asgari ücret patronlar tarafından belirlenmeye ve sefalet ücreti olmaya devam edecektir. Asgari ücret vergi dışı olmalı, işçilerin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ve işçiler tarafından belirlenmelidir.
Sefalet Ücretine Hayır!
Asgari Ücret Vergi Dışına!
link: Gülhan Dildar, Asgari Ücret, 5 Şubat 2009, marksist.net/node/2029
Gazze’nin Aynasında Emperyalist Savaş Gerçeği
Direniş Gecesi ve Siyaset Ayrımı!